"Fethullah Gülen cemaati Türkiye genelinde mahalle baskısı kurmuş durumdadır" tezi ne derece doğrudur?
Soru: "Fethullah Gülen cemaati Türkiye genelinde mahalle baskısı kurmuş durumdadır. Cemaate mensup olmayan işadamı, esnaf ve tüccarın Anadolu'da nefes alacak imkânı kalmamıştır. Üniversite öğrencilerinin çoğunun önündeki tek seçenek cemaat evleri ve cemaat yurtlarında kalmaktır" tezi ne derece doğrudur?
Fethullah Gülen hareketinin Türkiye'de giderek bir mahalle baskısı kurduğu iddiası her ne kadar Boğaziçi Üniversitesi Ögretim Üyesi ve CHP Parti Meclisi Uyesi Prof Binnaz Toprak'ın iki gazeteci ile birlikte yaptığı "Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler" isimli araştırma ile gündeme gelmiş, daha sonra yapılan bir röportajla[1] da konuşulurluğu artmış olsa da; mahalle baskısı olgusu ilk kez Hürriyet gazetesinde Ayşe Arman'ın 16 Eylül 2007 günü Profesör Şerif Mardin ile yaptığı röportajla tartışma gündemine geldi.
O röportajında kapsamlı bir Türkiye tahlili yapan ve bir toplumsal dinamik olarak din olgusu üzerinde hala bilim adamlarımızın yeterli araştırmaları yapmadığını dile getiren Şerif Mardin, türbanlı öğrencilerin üniversiteye girebilmeleri gerektiğini dile getirmekle birlikte; Türkiye’de geleceklerinden endişe duyan başı açık kadınların da bu endişelerinde haklı olduklarını ifade etti. Profesör Mardin, "Türkiye günün birinde Malezya olur mu?" sorusuna da, "Olmaz diyemem" cevabını verdi.
2007 yılı eylül ayında Şerif Mardin röportajının Malezya cümlesi cımbızlanarak Hürriyet’in manşetinden gündeme gelmesinin özel bir anlamı vardı. Çünkü yeni anayasa çalışmaları yapılıyordu. İlginç olan; bu konunun aslında kendisi bir "mahalle baskısı mağduru" olan Profesör Şerif Mardin üzerinden ortaya atılmasıydı. Çünkü Şerif Mardin; sırf Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatı ve Türkiye’deki İslam olgusu üzerine yazdığı kitaptan dolayı; Türkiye Bilimler Akademisi üyeliği üç defa reddedilen bir bilim adamıydı. Ortadaki gerçek şuydu: Şerif Mardin’in bizzat kendisi laik çevrelerin uyguladığı bir mahalle baskısının kurbanı olarak ortadaydı. Ancak; Türkiye’nin Malezyalaşması hayli uzak bir tehlikeydi. Zaten Profesör Mardin de bir bilim adamı hassasiyetiyle Ayşe Arman’ın sorusuna ortada bir cevap vermişti.
Profesör Şerif Mardin röportajıyla AK parti iktidarı ekseninde dile getirilen mahalle baskısı konusu; Profesör Binnaz Toprak’ın araştırması ile bu kez Gülen hareketi özeline indirgendi. Binnaz Toprak’ın iddiasına göre Anadolu’da Gülen hareketine mensup olmayan esnaf ve tüccar bir baskı altındaydı. Ayrıca Anadolu’daki üniversitelerde okuyan öğrenciler de Gülen cemaatine mensup yurtlarda ve evlerde kalma baskısı altındaydı.
İşin aslı ise biraz farklıydı: 1970’li yılların başında İzmir ve Ege’nin diğer illerinde yapılan yurtlarla başlayan eğitim faaliyetleri zaman içinde bütün Türkiye’ye yayıldı. Bu faaliyetlerledir ki, toplumun orta ve alt kesimindeki aileler çocuklarını eğitebilme şansını elde ettiler. Ve tabii ki, bu da son yıllarda toplumda iyice artan hızlı bir dikey hareketliliği meydana getirmeye başladı. Bu durum sadece o gençlerin ve çevrelerinin daha iyi bir ekonomik seviyeye ulaşmaları anlamına gelmiyor, aynı zamanda farklı sınıflara mensup gençlerin bir arada olmasından dolayı 1980 darbesi öncesindeki sınıf tabanlı çatışma atmosferi de ortadan kalkmaya başlıyordu. Madalyonun diğer tarafında ise, gerek Gulen hareketine sempati besleyen Anadolu esnafı, gerekse hareketle ilgisi olmayan muhafazakâr orta sınıf yerleşik ekonomik düzen içinde hakkını aramayı öğreniyor, dışa açılıyor ve statükonun endişe ettiği düzeyde sosyoekonomik olarak üst katmanların sınırlarını zorlamaya başlıyorlardı.
Bu noktada söz konusu iddiayı kimlerin dile getirdiğine bakılırsa sorunun kontekstini anlamada yardımcı olacaktir. Belirtildiği gibi dün sistemin kenarına itilmiş çevre bugün merkeze geliyor. Bu değişim eski merkezi rahatsız ediyor ve bunu gayr-i meşru hale getirmek için çeşitli sıfatlar üretiliyor. Dün bunun adı "irtica" idi, şimdi "mahalle baskısı" oldu.
Diğer bir ifadeyle, "mahalle baskısı" suçlaması, yine bazı kesimlerin on yıllardır alışageldikleri belki de doğal olmayan dominant pozisyonlarını kaybetmeye verdikleri bir tür tepkidir. Üstelik sürekli diyalog ve hoşgörü vurgusu yapan; Alevilerle, Hristiyan ve Yahudi azınlıklarla çok iyi diyaloglar kuran Hareket bu konuda eleştirilecek en son kesimi oluşturuyor. 40 yildan fazla bir süredir Gülen tarafından ısrarla işlenen herkesi ve her düşünceyi kendi konumunda kabullenmeyi gerektiren diyalog anlayışı mahalle baskısı kavramının bizzat düşmanı olan bir anlayıştır. Hareketin hem azınlıklarla olan ilişkileri hem de daha önceleri toplumda birbirini bile görmeye tahammül edemeyen farklı kesimden insanları buluşturan entelektüel ve sosyal faaliyetleri göstermiştir ki yöntem ve amaç mahalle baskısı değil bilakis bireylere ve guruplara kendilerini rahatça ifade edebilecekleri alanlar açmaktır.
Maalesef bir Türkiye gerçeğidir her iktidar döneminde bazı esnaf, tüccar ve işadamlarının avantajlar elde ettikleri, bazılarının mağdur olabildikleri. O yüzden "Her iktidar kendi zenginlerini çıkarır" ifadesi siyasi literatürümüze girmiştir. Hatta iktidarlar, siyasi meşreplerine göre bürokrasi üzerinde de bir mahalle baskısı oluştururlar. Sol bir iktidar döneminde birçok bürokrat bıyıklarını kesmek zorunda kalırken muhafazakâr bir iktidarda ise bürokratlar arasında badem bıyık modası başlar. Bu hem bürokratların kendilerini baskı altında hissetmelerinin bir sonucudur, hem de refleks olarak yeni döneme biçimsel bir mesajdır. Bütün bunlar Türk siyasi hayatı için bir gerçekken -ve iktidarda da muhafazakâr bir iktidar varken bile- Hizmet Hareketinin ne dün ne de bugün siyasetten uzak durması da mahalle baskısı iddialarını çürüten bir diğer olgudur.
Zaten bir İslam düşünürü olarak 1970’lerden beri dile getirdiği hakkın ve adaletin tesisi ideali de herhangi bir esnaf, tüccar veya işadamlarına yönelik farklı muameleleri de kabul etmez. Bu tür bir uygulama ile birisinin hakkı olandan mahrum edilmesi Gülen için öncelikle büyük bir vebal olan kul hakkının gaspıdır, ve de o kişilere ve Allah’a karşı bir mesuliyettir. Diğer bir ifadeyle harekete sempati duymuyor veya destek olmuyor diye bir işadamının mağdur edilmesi ve hakkının elinden alınması Gülen’in 40 yıldır vaaz ve konuşmalarıyla ortaya koyduğu dini prensiplerin hiçbirisiyle bağdaşmaz.
Öğrenci istatistikleri yönünden de bakılırsa mahalle baskısı iddiasının ne derece gerçek olduğu ortaya çıkacaktır. ÖSYM’ye göre 2008-2009 yılında toplam 2,924,281 üniversite öğrencisi bulunmaktayken[2] bunların toplam kapasiteleri birkaç binle ifade edilen ve hareketle ilişkilendirilen yurtlardan başka gidecek yerlerinin olmadığını iddia etmek ne mantıkla ne de insafla bağdaşmasa gerek. Zira bu rakam içinde bütün özel sektör yurtlarının toplam kapasitesinin 9500 olduğu düşünülürse[3], bunların hepsini hareketle ilişkili yurtlar varsayarak bu yurtlarin kapasitesinin toplam öğrenci sayısına oranı alınsa bile oran sadece ama sadece binde 2 çıkacaktır. Çok açıktır ki, bu oran bırakın mahalle baskısı kurmayı "mahalle baskısı" kavramında azınlığı temsil eden bir oran olarak kalmaktadır.
Diğer taraftan, günümüzde sosyologlar artık Gülen cemaatini Gülen hareketi olarak nitelendirmektedir. Anlaşılan o ki toplumun sosyal temelinde olan ve hareketin de önem verdiği değerler bir hüsnü kabul görüyor ve bu değerler toplum tarafından tekrardan benimsenerek kabul ediliyor. Bu yüzden zaten toplumda sosyal norm haline gelmiş veya gelmekte olan değerlerin "mahalle baskısı" gibi sunulması yanlıştır. Şayet bir gurubun değerleri zorla başkalarına empoze edilmeye çalışılıyorsa, mahalle baskısı odur ki buna herkesin karşı çıkması gerekir. Ama toplum genelinde bazı fikir, tavır ve haller yaygın kabul görüyorsa bunu bir tehdit bir mahalle baskısı gibi sunmak da haksızlıktır.
- tarihinde hazırlandı.