Fethullah Gülen Kürtlere beddua etti mi, Fethullah Gülen ölüm emri verir mi?
Fethullah Gülen’in 24 Ekim 2011 tarihli “Terör ve Izdırap” konulu sohbetinin içeriğiyle ilgili kamuoyunu yanlış yönlendirme çabası içinde olan art niyetli yayınlar nedeniyle bazıları Fethullah Gülen’in Kürtlere beddua ettiği, hatta daha da ötesinde ölüm emri/fetvası verdiği şeklinde ithamlarda bulunuyor. Öncelikle şunu belirtmek lazım ki Fethullah Gülen’in o konuşmasında yaptığı şey beddua değildir; Allah’a havale etmektir. Ayrıca bu asla Kürtlere yönelik değildir. Düşmanlık yapanlara ve üstelik bu düşmanlık yapanlar içinden asla ıslah olmak niyeti olmayacak amansız düşmanlara yöneliktir. Fethullah Gülen’in konuşmasındaki ifadeleriyle “fısk ü fücura kilitlenmiş, gayz ü nefrete kilitlenmiş, kan dökmeden zevk alan canavarlar” için, üstelik de bunlar arasında sadece hidayet ve ıslah olmayacak kimseler içindir.
Fethullah Gülen beddua eder mi?
Fethullah Gülen’i tanımayanlar onun beddua edebileceğini zannedebilirler; ancak Gülen “bizim dünyamızda bedduaya yer yoktur!”[1] diyor: “Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur bizim. Başkaları bin türlü husumet gösterseler ve husumetin bin türlüsünü bir anda çektirseler de düşmanca tavrın tekiyle bile olsa mukabelede bulunmayı düşünmeyiz. Geçeceğimiz yollara diken atan, önümüze çukurlar kazan insanlardan birini bir yerde kuyuya düşmüş görsek, yine ellerinden tutar, kaldırırız.” “Biz en zor günlerde, en amansız şekilde düşmanlık yapanlar hakkında bile tel’ine, bedduaya ‘âmin’ demedik, kimseye lânet ve kahriye okumadık. Belki onlar hakkında en acı tercihimiz, onları Allah’a havale etme şeklinde oldu.”[2]
“Allah’a havale etmede bir mahzur olmadığını, yapılan beddualara da âmin demememiz gerektiğini, ikisinin birbirinden ayrıldığını ve mü’mine yaraşan hususun dua etmek olduğunu” söyleyen Fethullah Gülen, “İşin içinden çıkamadığımız durumlarda, Allah’a havale etmek de bir yol olarak kullanılabilir.”[3] diyor.
Allahım, sana havale ediyorum!..
Fethullah Gülen, zalimleri Allah’a havale edişini şöyle anlatıyor:
“Ne zaman zâlimlere beddua etmek aklıma gelse, hemen Hazreti Nuh’un inkisarını hatırlıyor, ürperiyor ve onları tel’in etmekten uzak duruyorum. En amansız şekilde düşmanlık yapanlar hakkında bile bedduada bulunmuyorum, kimseye lânet ve kahriye okumuyorum; onları Allah’a havale etmekle yetiniyorum. O havaleyi de yine İnsanlığın En Şefkatlisi’ne ittibâen yapıyorum. Nasıl ki, Allah Rasulü, ‘Allahümme aleyke bi-Ebî Cehl, Allahümme aleyke bi-Utbe, Allahümme aleyke bi-Şeybe...’ deyip din düşmanlarını Allah’a havale etmiş ve bununla “Allah’ım Sen bilirsin, Sen ne dilersen onu yap!” demek istemiştir; ben de, havale etmeyi bile onlar hakkında önce Allah’tan hidayet temenni etme alternatifine bağlayarak dile getiriyorum. Döktükleri kanı, akıttıkları gözyaşlarını, işkence ettikleri insanları düşününce, ‘Hiç olmazsa mazlumlara bu kadarcık bir vefa!..’ mülahazasıyla kendi üslubumu korumaya çalışarak şöyle diyorum:
‘Allahım, eğer kan düşünen, kan konuşan, kan döken, yurt içinde ve yurt dışında kan seylâpları meydana getiren bu zâlimlerin, bu gaddarların ve bu hattarların hidayetlerini murad buyuruyorsan, en yakın zamanda bunların kalblerine hidayetini salıver; gönül kapılarını imana ve İslam’a aç. Şayet onlar Senin nurundan bütün bütün nasipsiz kimselerse, ey bizi insanlığa çağırmak için kitap indiren Allahım, ey bulutları harekete geçirip semanın bağrından rahmet boşaltarak kupkuru çölleri cennetlere çeviren Allahım, ey en güçlü orduları hezimete uğratan Allahım, din düşmanlarına bozgun yaşat; altlarını üstlerine getir, onları birbirlerine düşür, birliklerini paramparça eyle ve emellerine ulaştırma; zâlimlere karşı bize nusrette bulun, yardımını üzerimizden eksik eyleme!’
Bazen de, ‘Allahım, bize ve bütün Müslümanlara yardımcı ol; hizlanımızı isteyenleri, rezil rüsvâ ve perişan olmamızı arzu edenleri, bu istikamette komplolar düzenleyenleri hüsrana uğrat! İki ellerini bir araya getirme, onları muvaffak eyleme!’ diyorum.. diyorum ama her defasında bu duamı şarta bağlıyor; önce onlar hakkında bile hidayet duasında bulunuyorum. Sonra da, ‘Allahım, şayet onlar mahrum ve nasipsiz kimselerse, hiç olmazsa bizi onların zulümlerinden muhafaza buyur; üzerlerinde baskını artırdıkça artır; silahlarını başlarında parçala; ellerini ayaklarını birbirine dolaştır; kalemle tecavüz edenlerin kalemlerini kır; Müslümanlara sövüp sayanların dillerini ebkem kıl.. zâlimleri gaye-i hayallerine ulaştırma ve onlara karşı bize yardımcı ol!..’ şeklinde niyazımı seslendiriyorum.”[4]
“Evet, temel düşünce yapımız ve karakterimiz itibarıyla, bizim dünyamızda tel’in ve bedduaya yer yoktur, ama bu kadar da olsa onları Allah’a havale etmemiz de dine olan saygımızın gereği kabul edilmelidir.”[5]
Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler
Fethullah Gülen, yukarıda aktardığımız ifadeleri gibi daha onlarca beyanıyla “hiç kimseye beddua etmediğini, hatta bedduaya amin bile demediğini, kendisine her türlü zulmü yapanlara bile beddua etmediğini, en zor durumda dahi sadece Allah’a havale etmekle iktifa ettiğini” söylüyor.
“Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler; bazıları kendi karakterlerinin gereği olarak ona buna saldırırken ve önlerine geleni ısırmaya çalışırken, bize de kendi karakterimize saygılı olmak ve nezih üslubumuzu korumak düşer. Üslubumuz bizim namusumuzdur, manevi şahsiyetimizdir, aynamızdır. Biz şimdiye kadar hep sevgi türküleri söyledik; sevgi deyip güldük, sevgi deyip ağladık, hep muhabbet çiçekleri dermeye çalıştık; sadece nefretten nefret ettik, kimseye karşı düşmanlık beslemedik ve hele asla kan dökmeye yeltenmedik; sokaklara dökülüp anarşi çıkarmayı vatana millete ihanet saydık, hep emniyet ve güvenin yanında yer aldık. İnşaallah bundan sonra da bu üslubumuzu koruyacak ve herkese gönlümüzü açık tutacağız.”[6] diyen Gülen, “O zulümlere maruz kalmakla üslubumuzu korumak arasında tercih yapmak zorunda kaldığımız zaman bile biz üslubumuzu tercih etmeliyiz.”[7] diyerek üslubu muhafazaya verdiği önemi ifade ediyor.
“Karakterimi namusum sayarım. Karakterime kıymayı namusuma karşı tecavüz sayarım ben, karakterimdir o çok önemli. Konuşurken de, biriyle bir muhaverede bulunurken de, bir muamelede bulunurken de onu korumaya fevkalade hassasiyet göstermişimdir. Bazen irticalinin esnekliği içinde üslubuma riayet edememişsem inanın bana çok üzüntü duymuşumdur. Yani ‘Şu sözler benim karakterime göre uygun değildi, sana kıydım.’ demişimdir.”[8]
Karakterini ve üslubunu namusu sayan ve hassasiyetle muhafaza eden Fethullah Gülen, kendisi beddua etmediği gibi “hizmet”e gönül veren gönüllülere de beddua etmemeyi, bedduaya amin bile dememeyi tavsiye etmektedir; hatta tavsiyenin de ötesinde bunu dinin gereği olarak ifade etmektedir.
Fethullah Gülen Kürtlere beddua etti mi?
Fethullah Gülen’in 24 Ekim 2011 tarihli “Terör ve Izdırap” konulu sohbetinde “Kürtlere beddua” olarak çarpıtılan ama aslında beddua olmadığı gibi Kürtlere yönelik de olmayan; sadece amansızca düşmanlığa kilitlenmiş olup ıslah olmaya asla niyeti olmayacak şakilere yönelik bir “Allah’a havale etmek”ten ibaret olan ifadeler aynen şu şekildedir:
“Allahım, birliğimizi sağla, lutfeyle, aramızı telif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl. Ve bir kısım düşmanlık yapanlar varsa Allahım, bunların içinde ıslahını murad buyurmadığın insanlar vardır, hidayetini murad buyurmadığın insanlar vardır. Hidayetini ve ıslahını murad buyurduğun insanları ıslah eyle Allahım. Kalplerine salah ver, kafalarına salah ver. Islahını murad buyurmadığın ve onların da ıslah istemediği kimseler varsa, Allahım onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, feryad u figan sal, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir.”[9]
Hemen arkasından Gülen şöyle açıklayıcı bir tembihle şakilere bile hidayet ve ıslah talebinin öncelikli olduğunu, ancak hidayete ve ıslaha büsbütün kapalı olanların ise Allah’a havale edildiğini beyan ediyor:
“Fakat başta Cenab-ı Hakkın inayetine, riayetine, kilaetine, rahmetine meseleyi havale ederek herkes böyle dua etmeli Ama gördüğünüz gibi, garaza binaen ‘hepsinin altı üstüne gelsin’ değil yani. Meseleyi Allah’a havale ederek Murad-ı ilahî içinde ve onların dilemesi çerçevesinde, bir salah, bir iyilik, bir istikamet, bir sebilü’r-rüşd mülahazası yoksa şayet, e ne yapalım. Ey Erhamur-Rahimin. Herkesi hidayet edebilirsin, kabil-i hidayet olanları hidayet eyle, ıslaha liyakati olan ve ıslah isteyenleri ıslah eyle; olmayanları da sana havale ediyoruz.”[10]
İşte böylesine engin bir şefkat ve merhametle şakilere bile hidayet ve ıslah dileyen geniş bir vicdanın konuşmasının öncesini ve sonrasını keserek sadece asla ıslah olmayacak şakileri Allah’a havale ediş cümlelerini alıp, üstelik de “Kürtlere yönelik beddua” diye kasıtlı olarak çarpıtarak iftira atanlarda vicdandan ve insaftan zerre eser olabilir mi!
Gülen’in 24 Ekim 2011 tarihli “Terör ve Izdırap” konulu sohbetini önyargısızca, insafla, vicdanla dinleyen ve Türkçe dinlediğini anlama kabiliyeti olan herkes anlayabilir ki; Fethullah Gülen’in bu sohbetinin sonunda Allah’a havale ettiği kimseler “fısk ü fücura kilitlenmiş, gayz ü nefrete kilitlenmiş, kan dökmeden zevk alan canavarlar”dır, üstelik de bunlar arasında sadece asla hidayet ve ıslah olmayacak kimselerdir.
“Küfrü hoşgörmedim ben; dalâleti hoş görmedim. Ama hiçbir zaman, bir kâfire ya da fırak-ı dâlleye mensup herhangi bir ferde karşı da tavır almadım. Ben kötü sıfata karşı tavır aldım. İnsanlara kızmadım; kötülüklere, kötü sıfatlara kızdım.”[11] diyen Gülen’in topyekün bir gruba, bir millete, bir ırka karşı kızacağını, tavır alacağını, olumsuz şeyler düşüneceğini zanneden varsa Gülen’i de, onun duygu ve düşünce dünyasını da, karakterini de üslubunu da tanımıyor ve bilmiyor demektir.
Fethullah Gülen ölüm emri verir mi?
Fethullah Gülen, öncülüğünde otuz yılı aşkın süredir devam eden “hizmet”e gönül verenleri ilk günlerden beri bütün konuşmalarında ve yazılarında hep “yaşatma ideali” yani “başkalarının yaşaması uğruna kendisi yaşamaktan vazgeçip fedakarlıklara katlanıp insanlığa dünyevi uhrevi saadetler yaşatma” sevdasına yönlendirmektedir.[12]
Mesela, 1 Şubat 1980 tarihli “Hasretini Çektiğimiz İnsan” başlıklı yazısında şöyle diyor: “Aslında dünden bugüne, çekilen bütün ızdırapların arkasında da, hep bu aranan insanın bulunamayışı vardır. Yaşatma yolunda yaşama zevkini unutan, başı yüce dağlar gibi dumanlı, sinesi lavların kaynaştığı kor yığını, ‘muzdarip insan’ın bulunamayışı...”[13]
Gönüllüler Hareketi’ni her fırsatta yaşatma idealine yönlendiren, daima kendisi için değil başkaları için yaşamayı salık veren, başka insanları maddi manevi, dünyevi uhrevi saadetlere ulaştırabilmek için kendisi her türlü fedakarlığa katlanmayı öğütleyen Fethullah Gülen’in böyle bir ölüm emri verebileceğini söylemek Fethullah Gülen’i de Gönüllüler Hareketi’ni de tanımamanın bir ifadesi değilse muhakkak kasıtlı bir iftiranın ürünüdür.
Gülen, daha önceleri defalarca dile getirdiği gibi[14] 24 Ekim 2011 tarihli “Terör ve Izdırap” konulu sohbetinde de yine terör meselesinin kaba kuvvetle ve baskıyla değil, o bölgenin maddi manevi kalkındırılması sayesinde hallolacağı istikametinde açıklamalar yapıyor.
Bölgede maddi manevi bütün iyileştirmelere “rağmen bir kısım fısk ü fücura kilitlenmiş, gayz ü nefrete kilitlenmiş, kan dökmeden zevk alan canavarlar varsa işte bunların hakkı da kötektir.” diyor. Fakat sosyal ve ekonomik yatırımlar “yapılmadan sadece onunla meseleyi halletmek istiyorsanız hiç halledemezsiniz, dağın yolunu da kesemezsiniz.”[15] diye ekliyor.
“Ben dilerim yeniden bir kısım mütemerridleri belki kuvvetle sindirme, baskı altına alma düşünülürken esas o toplumun ruhuna girme yolları, kanalları yeniden açılmalı, o kardeşlik ruhu yeniden orada canlandırılmalı, vifak ve ittifak stratejileri oluşturulmalı, onlarla tevfik-i ilahiye davetiyede bulunulmalı, çağrıda bulunulmalı. Cenabı Hak kulûbu telif buyurur.”[16] ifadeleriyle asıl yapılması gerekenlere yönlendirmede bulunuyor. Yani kan dökmekten zevk alan canavarların kuvvetle sindirilip baskı altına alınması düşünülürken, asıl o toplum insanlarıyla kardeşliği canlandırma yolları üzerinde durulması gerektiğini söylüyor.
“Şaki, öldürüyor, kırıyor, yakıyor, yıkıyor; beri taraftan da siz yakarsınız yıkarsınız, iki türlü yakma yıkma olur. Yıkmayla yapmaya varılamaz. Yapmayla yapmaya varılır bence. Meselenin üzerine öldürerek değil, biraz evvel arz ettiğim gibi o ‘hakkı kötektir’ olan bunlar istisna edilecek olursa yüzde doksan beş o toplum şefkatle, refetle kucaklanmalı, İnsanlığın İftihar Tablosu gibi davranılmalı. Ve mülayemetle hareket etmeliyiz. Evet, ‘mukabele-i bilmisil’ kaide-i zalimânesiyle hareket etmemeliyiz.”[17] diyerek o bölge insanının şefkatle kucaklanması gerektiğini ifade ediyor.
Gülen, daha önce de defalarca belirttiği gibi bu konuşmasında da öldürmekle hiçbir şeyin halledilemeyeceğini, kan dökerek insanlık adına hiçbir şey yapılamayacağını tekrar ifade ediyor:
“İnsan öldürmek, insan öldürerek bir yere varmak meselesi, bu hiçbir peygamberin defterinde yoktur, hiçbir hak dostunun defterinde yoktur. Ne Hz. Adem, ne Hz. Nuh, ne Hz. Hud, ne Hz. Salih, ne efendiler efendisi Efendimiz, ona gelinceye kadar hiçbiri insanları öldürmek suretiyle bir hedefe ulaşmayı düşünmemiştir. Size tuhaf gelir, İslam orduları vardır, şu vardır bu vardır. Efendimiz on üç sene Mekke-i Mükerreme’de presleniyor gibi bir baskı altında yaşamış, fakat bir karıncaya bile ayağını basmamıştır, o mütemerrid, o mütegallip, o mütehakkim insanlara karşı her zaman insanca davranmış. Bedir’e bakacak olursanız bir müdafaa savaşıdır, Uhud bir müdafaa savaşıdır, Hendek bir müdafaa savaşıdır. Bir de bu mesele, esas bu ruhun o insanlara anlatılması, dağa gitmenin önünü kesme mevzuu bu. Canavarlıkla, vahşetle, kan dökerek insanlık adına hiçbir şey yapılmıyor. Bunu kim yaparsa yapsın buna vahşet denir, denaat denir, cinayet denir, zulüm denir, itisaf denir.”[18]
Sadece ülkemiz insanına değil, bütün insanlığa maddi manevi, dünyevi uhrevi saadetler yaşatmayı amaç edinen ve bu uğurda hayatını adayan Gülen’in böyle bir insan öldürmeyi değil emretmek, hayaline getirmesi bile düşünülemez. Ayrıca din ve kültür itibarıyla en uzak insanlara karşı bile diyalog, hoşgörü, konuma saygı prensipleri çerçevesinde iyi muamelede bulunup onlarla sıcak bir münasebet kurmayı tavsiye ve teşvik eden Fethullah Gülen’in kendi ülkemizde yaşayan kendi kültürümüzün insanlarına karşı sert bir muameleyi değil tavsiye ve teşvik etmesi, tasvip etmesi bile mümkün olamaz.
[1] “Dünyamızda Bedduanın Yeri”, Prizma – 2.
[2] “Yeminleşelim mi?”, Kırık Testi, 05.12.2004.
[3] “Beddua ve Allah’a Havale Etmek”, Prizma – 5.
[4] “Dua Seferberliğine Çağrı”, Kırık Testi, 01.05.2006.
[5] “Dünyamızda Bedduanın Yeri”, Prizma – 2.
[6] “Kaos, Kadrolaşma, Ordu ve Okullar”, Kırık Testi, 09.04.2007.
[7] “Yeminleşelim mi?”, Kırık Testi, 05.12.2004.
[8] “Kendim Gibi Döneceğim!..”, Bamteli, 25.06.2008.
[9] “Terör ve Izdırap”, Bamteli, 24 Ekim 2011.
[10] “Terör ve Izdırap”, Bamteli, 24 Ekim 2011.
[11] “Yeminleşelim mi?”, Kırık Testi, 05.12.2004.
[12] Örnek olarak bakınız: “Merhamet Çağrısı”, Sızıntı, Şubat 1998; “Yaşatma İdeali”, Yeni Ümit, Ocak 1999; “Diriliş Çağrısı ve Yaşatma Mefkûresi”, Kırık Testi, 29.05.2006; “İmdâda Yetiş Engin Şefkatinle!..”, Kırık Testi, 26.06.2006.
[13] “Hasretini Çektiğimiz İnsan”, Sızıntı, Şubat 1980.
[14] Örnek olarak bakınız: “Bir Damla Ülke Kalmış Zaten, Yazık Etmeyelim”, Kırık Testi, 05.09.2005; “Güneydoğu Meselesi ve Bir Reçete”, Bamteli, 02.01.2006; “Memurların Mecburî Hizmeti ve Doğu’nun Beklediği Hızırlar”, Bamteli, 10.04.2006; Kurban ve Güneydoğu” Bamteli, 12.11.2007.
[15] “Terör ve Izdırap”, Bamteli, 24 Ekim 2011.
[16] “Terör ve Izdırap”, Bamteli, 24 Ekim 2011.
[17] “Terör ve Izdırap”, Bamteli, 24 Ekim 2011.
[18] “Terör ve Izdırap”, Bamteli, 24 Ekim 2011.
- tarihinde hazırlandı.