Fethullah Gülen Hocaefendi neden sakal bırakmıyor?
Bazıları samimi bir merak duygusu ile bu soruyu soruyor. Bazıları ise kendilerince eleştirecek bir kusur bulmuşluk şehvetiyle soru sorar gibi yapıp saldırmak ve karalamak güdüsüyle hareket ediyor. Üstelik apaçık haram olan kusur arama, suizan, gıybet gibi günahları işlemekten hiç çekinmeksizin bir başkasının bir sünneti yerine getirmemesini sorguluyorlar. Burada bir kusur ve kötülük aranacaksa insafla düşünmek gerek; bir sünnetin terki mi yoksa apaçık bir haramın işlenmesi mi daha kötü ve daha kusurlu? Bir sünneti terk eden şahıs bir sünnet sevabından mahrum kalmış olur veya günah sayılıyorsa şahsi bir günahı olur ve niyetine göre affedilebilir. Ancak gıybet gibi toplumsal boyutu da olan bir günahı işleyen şahıs kul hakkına girdiği için helallik almadıkça affedilmez.
Sakal bırakmanın dinî hükmü
Diyanet'in İslam Ansiklopedisi'nin Sakal maddesinde ve Diyanet'in İslam İlmihali'nin "Saç, Sakal ve Bıyık" bölümünde sakalın dinî hükmü hakkında âlimlerin farklı görüşleri özetlenir. Burada sakal bırakmamanın İslam âlimlerince haram, mekruh ve mubah olarak üç farklı kategori içinde değerlendirilmiş olduğu görülmektedir.
Diyanet'in İslam İlmihali'nin ilgili bölümünün sonunda şu ifadeler yer almaktadır: "Sakal ve bıyığı, risâletin gereği dinî bir sünnet ve alâmet olarak vâcip-haram çizgisine oturtmak yerine, örfî ve kültürel bir unsur olarak değerlendirmek ve bu konuda daha müsamahalı düşünmek mümkündür. Sakal ve bıyık konusunun müslümanlar arasında bir ihtilâf ve itham konusu olması, İslâm kardeşliğini ve müminlerin birlik ve dayanışmasını zedeler. Hz. Peygamber'in sünneti olduğu için sakal bırakan kişiye saygı göstermek ve bu hareketinin övgü ve ecre lâyık bir davranış olduğunu kabullenmek ne kadar gerekli ise, bu konuda farklı düşünen, daha esnek ve hoşgörülü davranan kimselere de saygılı olmak o kadar elzemdir. Aksi takdirde, şekil üzerindeki tartışmalar, müslümanların dinin özü ve içeriği, temel ilke ve gayeleri üzerinde yoğunlaşmasını önleyen, dikkatlerini dağıtan ve bir bakıma hedef saptırması yapan bir özellik taşımış olacaktır."
Ayrıca muteber İslam âlimlerinden Muhammed Ebu Zehra'nın Fıkıh Usulü kitabındaki ilgili açıklamaları meselenin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır:
"Mendub olarak kabul edilen bir kısım işler daha vardır ki, bunlar, derece bakımından öncekilerden sonra olup Peygamber'in, şeriatın bir beyanı olarak tebliğ etmediği tabiî hareketleridir. O'nun yiyip içmesi, giyinmesi, sakal bırakması, bıyığını kırpması gibi işler, bu türlü sünnetlere misal olabilir. Şüphesiz bunlar, aslında güzel şeylerdir; çünkü bunları yapmak Hz. Peygamber'e bir hürmet ifadesidir. Fakat terk etmek de şahıs için ceza veya kınanmayı gerektirmez. Bir kimse bunları dinin kesin emirleri diye telakki ederse, dinde olmayan bir bid'at icad etmiş olur."
"İnsanlık icabı ve Arabistan'da yaygın olan geleneklere göre yapmış olduğu iş ve hareketler: Hz. Peygamber'in yiyip içmesi, giyinip kuşanması, helal şeyleri yiyip içme tarzı bunlara dahildir. Peygamber (s.a.), bunları beşer fıtratının bir icabı ve içinde yaşadığı milletin bir geleneği olarak yapmıştır. Hz. Peygamber'in bir kısım fiillerinin sünnet olup olmaması üzerinde bazı bilginler ihtilaf etmişlerdir. Peygamber (s.a.), bunları âdet olduğu için mi, yoksa şeriatı beyan maksadıyla mı yapmıştır? Meselâ; sakalını bir kabza uzatması, birçok bilginlere göre sünnet'tir. Bunlar, görüşlerini kuvvetlendirmek için; 'Bıyığınızı kırpın, sakalınızı da uzatın.' hadisini ileri sürerek sakal bırakmanın âdet işi olmadığını, şer'î bir şey olduğunu söylerler. Bunun bir âdet olduğunu, şer'î bir şey olmadığını söyleyenlere göre, icmâ' ile kesinlik ifade etmeyen bu konuyla ilgili nehiy, bıyıklarını uzatan ve sakallarını kesen Yahudi ve diğer gayrimüslimlere benzemeyi yasaklamak içindir. Buna göre sakal bırakıp bırakmama bir âdet meselesidir. Biz de bu görüşü tercih ediyoruz."
Fethullah Gülen Hocaefendi neden sakal bırakmadı?
Fethullah Gülen Hocaefendi'ye yıllar önce "Sakal sünnettir. Neden bu konuda Hz. Muhammed'i örnek almadınız?" sorusu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "Çok erken yaşlarda O'nu örnek almak arzusuyla sakal bırakmayı düşündüm. Hatta itimat edeceğim bir zat, rüyamda 'Sakal bırak' demişti. Ben de, hüsnü zannım olan birine 'Nedir bu rüya?' dedim. O, 'Bırakmama demektir' dedi. Hâlâ nasıl böyle yorumladığını anlamamışımdır. Çok ciddi de sakalım çıkmamıştı. O gün bu gün kestim ben devamlı. Sünnet olduğu muhakkak. Buna karşı hep saygılı kaldım. 'Sakal bırakılmışsa, kesilmemesi lazım' dendiğinde de itimat ettim. Tabii burada kalkıp, 'Benim de o kadar günahım olsun' demek de yakışıksız olur şimdi." (Sabah'ta Nuriye Akman'la röportaj, 25.01.1995)
Bu rüyayı ve tabirini Mehmet Kırkıncı Hoca şöyle anlatıyor: "Bir gün Hocaefendi'yi sakalları uzamış bir şekilde gördüm. Neden tıraş olmadığını sordum. Üstad'ı rüyasında gördüğünü ve sakal bırakmasını istediğini söyledi. Bunun üzerine, ona; 'Bazen rüyalar tersine yorumlanır. Sana sakalını kes demek istemiş' dedim. Sonra bir baktım ki tıraş olmuş gelmiş. Tıraşlı görünce onu öyle çok sevindim ki anlatamam. Fethullah Hocaefendi'ye şunu söyledim; 'Hazreti Allah bizim bu zayıf omuzlarımıza öyle bir hizmet yükledi ki hürriyetten daha ağır. Bu hizmet bazı sünnetlerin tersine vacip eder. Senin şimdi sakal bırakmaman vaciptir, sakal bırakman bir derttir.' Bu açıklaması üzerine sorulan "Neden sakallarını kesmesini istediniz?" sorusuna ise Kırkıncı Hoca şöyle cevap veriyor: "Her cumartesi günü Cumhuriyet Lisesi öğrencilerine Hocaefendi ile birlikte gidip seminer veriyorduk. Sakallı olarak Hocaefendi'yi oraya götüremezdim. Bir önyargı olsun istemedim. Başkası onu taklit edecek, hizmetimiz aksayacaktı." (01.02.2009)
İrşad ve tebliğ hizmeti için bir hassasiyet
Kendi ufuklarının ve bakışlarının elverdiği ölçüde değerlendirmeye ve hüküm vermeye çalışanlar böyle bir hassasiyeti gereksiz görebilirler. Ancak bütün dünyaya İslam'ın evrensel değerlerini ulaştırma gaye ve hedefiyle yaşayan ve hareket eden bir İslam âliminin hizmet niyetiyle ortaya koyduğu bir tavrın en azından saygıyla karşılanması gerekir.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hayatının gayesi i'lâ-yı kelimetullah için irşad ve tebliğ vazifesini ifa etmektir. Onun nerdeyse çocukluğundan itibaren hayatını dinine hizmete adamış olduğu bilinmektedir. Bu uğurda konuşmalarıyla, yazılarıyla ve yaşantısının örnekliğiyle daima faal bir şekilde hizmetlerini sürdürmektedir. Onun her sözü ve her fiili İslam'ın; Kur'an ve Sünnet'in anlaşılması ve yaşanması için gayretinin ürünüdür.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Kur'an ve Sünnet'e bağlılığı, günlük yaşayışına şahit olanlarca daima müşahede edildiği gibi, yazılarında ve konuşmalarında da hep görülmektedir: "Ben yatarken sağ yanıma yatmadığım zaman bile 'acaba burada Efendimiz'e muhalefet ettim mi?' endişesiyle uyuyanlardan birisi olduğumu, müsaadenizle söylemede beis görmüyorum. Hatta ayaklarımı upuzun öyle yatarsam, uzatıp yatmada, Efendimiz'in uzatıp yattığını bilmediğim için rahatsızlık duyduğumu rahatlıkla söyleyebilirim... Benim her şeyim dinimdir. Farzından adabına kadar her şeyim dinimdir. O dinimin küçük bir adabına, küçük bir esasına muhalefet edecek, onun için zararlı olacaksam Allah bir dakika bile yaşatmasın derim. Ben O'nun hayat tarzına, O'nun üslubuna aykırı olacaksam Allah bir dakika yaşatmasın. Efendim'e muhalefet çerçevesinde bir saniye yaşamaktansa yerin dibine gitmeyi tercih ederim... Benim nispetim tam. Ve nispetimin tamamında, tamamiyetinde hiç şüphem olmadı. Ben Hz. Muhammed Mustafa'ya mensubum. Hz. Mevlana'nın dediği gibi 'Men bende-i Kur'anem, eger candarem.' Ben Kur'an'ın günahkar bir mücrimiyim. Kendime bakarken de hep Efendimiz'in ayaklarının yanında, boynumdaki ipim onun elinde, hav hav edip onun ayaklarına sürünen bir kıtmir olarak kendimi görmüşümdür. Bu açıdan nispetim bellidir benim. Eğer Müslümanlıkta o tabir caiz olsaydı 'Muhammedî' diyecektim. O tabirin caiz olduğu bir alan vardır; ahlak açısından Muhammedî'yim. Allah, o ahlak-ı aliye-i Muhammediye'yi yaşamaya muvaffak kılsın." ("Müceddid olma iddiasından Allah'a sığınırım!..", Bamteli, 13.03.2006) sözleriyle Kur'an ve Sünnet'e bağlılığını ifade eden ve bunu yaşantısında sergileyen bir İslam âlimine tenkit yöneltirken insaf ve hakperestlik sınırlarına riayet etmek daha selametli bir yoldur.
Öte yandan bu hassasiyet tavrının anlaşılmasında şu hususların bilinmesi de faydalı olacaktır: Fethullah Gülen Hocaefendi'ye göre irşad ve tebliğ faaliyetinde şartları, konjonktürü, zamanı, ahvali, insanların hissiyatını hesaba katmak, İslam ve Müslümanlar hakkındaki önyargıların ve yanlış kabullerin irşad ve tebliğ faaliyetinin tesirine mani olmasına fırsat vermemek, çok önemli prensiplerdir. Ayrıca onun insanların ebedi saadetine vesile olma istikametindeki hizmet yolunda îsâr ruhu, başkalarını yaşatmak için yaşamak, maddi manevi füyuzat hislerinden fedakarlıkta bulunmak gibi düsturların çok hayati yeri vardır.
Sakal bırakmak ve bırakmayanı tenkit meselesi
Fethullah Gülen Hocaefendi, sakal bırakmak, sakal bırakmamak ve sakal bırakmayanı tenkit etmek hakkında şu açıklamaları yapmıştır:
"Efendimiz (sav)'in, ne nübüvveti öncesinde, ne de nübüvveti döneminde sakalını kestiği vâkidir. Gerçi, M. Ebû Zehra gibi bazı âlimler, Efendimiz'in sakal bırakmasını devrin âdeti şeklinde telâkkî ediyorlarsa da, Efendimiz'in bizzat sakalı emretmesi ve sakal bırakması, sakalın sünnet olduğunun münakaşa edilemeyeceğini göstermektedir.
Ne var ki, sakal bırakmak sünnet ise de, bırakmamak haram değildir. Bilhassa günümüzde, bir Müslümanın içtimaî hayatın çarkları arasında farzları ikame ettikten sonra, bir kısım sünnetlerdeki kusurundan dolayı tenkid edilmemesi esasdır. Bu itibarla, bazı önemli mülâhazalarla sakal bırakmayan Müslümanların kılık-kıyâfet ve dış görünüşlerinden ziyade, gerçek niyetlerine ve sergiledikleri tavra bakılmalıdır.
Yeri gelmişken, bir husûsa daha temas etmeden geçemeyeceğim. Efendimiz, ashabını ehl-i kitaba benzeme men edilmeden önce, müşrikler karşısında teferruata âit mes'elelerde onlara benzemekten şiddetle men etmemişti.. çünkü, menşe' olarak onlar da semâvî bir dine dayanıyorlardı. Daha sonra, müşriklere de, ehl-i kitaba da benzememe O'nun bir şiarı oldu. O, saç-sakal dâhil her şeyde Müslümanın kendisi olmasını arzu ediyor ve İslamî şahsiyet, İslamî kimliğin korunmasını hedefliyordu. Mühim olan da budur. Aşamadığımız birtakım gerçekler olsa bile, Müslüman daima kendi olmaya çalışmalı, takıldığı yerde de niyetini sağlam tutarak, her şeye rağmen farzları ve hususiyle bugün en önemli farz olan imân ve Kur'ân hizmetini ikameye devam etmelidir." ("Sakal Bırakma", Fasıldan Fasıla-2)
"Sakala dair bir hayli rivayet vardır ve bu yüzden Hanefi fukahası o mevzu üzerinde oldukça hassasiyetle durmaktadırlar; durmakta ve sakalın olduğu gibi bırakılması gerektiğini ifade etmektedirler. Ne var ki, Hanefi fukahâsının bunca hassasiyetine rağmen, bu mezhebe müntesip dünya kadar insan da sakal bırakmamıştır. Muhammed Ebû Zehra, sakalı Efendimiz'in âdet-i seniyyelerinden biri olarak değerlendirir. Dolayısıyla 'Bir insan bu âdete uyma düşüncesiyle sakal bırakırsa sevap kazanır.' der. Bu yüzden, sakal bırakmayana, günah işliyor demek sertçe bir yaklaşım olsa gerek. Zaten, bir insanın arkasından, ona günah işliyor demek, gıybettir. Gıybetin haram olduğu ise kat'îdir." ("İslâm'da Şekilcilik Yoktur", Prizma-4)
- tarihinde hazırlandı.