Fethullah Gülen’in maddi geliri, geçim kaynağı nedir?
Bazıları Hizmet Hareketi’nin dünya çapındaki müesseselerinin gelir-gider v.s. bütün varlığını hesaplayıp “Fethullah Gülen bunun hepsinin sahibidir, dolayısıyla çok zengindir” diye yanlış bir hükme varmaktadır. Bazıları ise “mal mülk sahibi olmasa bile milyonlarca gönüllüsü olan bir hareketin lideri/önderi konumunda görüldüğünden bütün imkanlardan istediği gibi kullanabileceğini, dolayısıyla zengin bir hayat sürebileceğini” düşünebilmektedir. “Fethullah Gülen hizmet müesseselerinin gelirlerinden maddi gelir elde etmektedir” diye suizan edenler de vardır.
Hâlbuki o bir müessesede kaldığı zaman kirasını ödemektedir, parasını vermediği bir çayı bile içmemektedir. Zira o helal haram hassasiyeti içinde yaşamakta; kul hakkı vs bir harama girmemek için titiz hareket etmektedir. Ayrıca Fethullah Gülen Hocaefendi’nin hizmet müesseseleriyle maddi hiçbir irtibatı yoktur. Dolayısıyla bazılarının sandığı gibi onların imkanlarından istifadeyi düşünemez. Başkalarının imkanlarından istifade bir yana, o kendi kazandığı imkanlardan istediği gibi istifade etmeyi bile düşünemez. Çünkü Fethullah Gülen Hocaefendi, dünyevi nimet ve imkanlardan istifade etme mevzuunda Hz. Ebu Bekir, Ömer, Ebu Zer ve Ömer bin Abdülaziz gibi maneviyat büyüklerinin mezhebindendir. Onlar, “Ezhebtüm tayyibâtiküm fî hayâtikümüddünyâ” / “Siz dünya hayatında bütün yaptığınız iyiliklerin karşılığını gördünüz, mükafatınızı aldınız, sanki dünya için gelmiş gibi her şeyinizi dünyada yiyip bitirdiniz ve ahirete bir şey bırakmadınız.” (Ahkaf, 46/20) ayetinin tehdidinden endişe ederek helal yoldan sahip oldukları nimet ve imkanları bile istedikleri gibi kullanmaktan çekinmişler; gayet sade ve kanaatkâr bir hayat yaşamışlardır. Dünyevi nimet ve imkanlardan istifadeleri hep “Allah’ın sana verdiği her şeyde âhiret yurdunu ara; bu arada dünyadan da nasîbini unutma!” (Kasas, 28/77) ayeti çerçevesinde ölçülü ve sınırlı olmuştur. Fethullah Gülen Hocaefendi de bu mezhebe uygun bir şekilde sade ve kanaatkâr bir hayat yaşamayı prensip edinmiş olduğundan dünyevi nimet ve imkanlardan istifadesini zaruri ihtiyaçlar çerçevesiyle sınırlandırmıştır.
Fethullah Gülen Hocaefendi, dünyevi hiçbir şeye sahip olmadığını, olmayı düşünmediğini ve hayatını sadece dinine hizmete adadığını şöyle ifade etmiştir:
“Dünyaya beni bağlayacak hiçbir şeyim yok. Bir dikili taşım olmadı. Evlad u iyalim olmadı. Çoluğum çocuğum olmadı. İleriye matuf bir hesabım da olmadı. Bunları, mensubu olduğum, gönlümü verdiğim, gaye-i hayal yaptığım davama, düşünceme hep aykırı saydım. Dünya adına hiçbir sevdam olmadı, hiçbir şeye bağlanmadım. Çok cazip şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde, ‘Bu da benim için olsun’ falan demedim, düşünmedim. Tek nam-ı celil-i Muhammedî dört bir yanda şehbal açsın istedim ben.” (Bamteli, 17.06.2012)
Kitaplardan gelen telifle geçiniyorum
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin maddi geliri, geçim kaynağı; yazılı, sesli ve görüntülü (kitap, kaset, cd, vcd…) bütün eserlerinden gelen telif ücretlerinden ibarettir. Bunun dışında hiçbir maddi geliri yoktur. Ayrıca bu gelirinin de kendi zaruri ihtiyaçlarına yetecek miktarını mecburiyetten kullanıp geri kalanını eğitim hizmetlerine ve ihtiyacı olanlara bağış yapmaktadır.
Fethullah Gülen Hocaefendi, karalama kampanyaları ve iftiralar dolayısıyla “nasıl geçiniyor?” sorusuna dair çeşitli zamanlarda açık ve net açıklamalar yapmıştır:
“Elalem ne derse desin, yeryüzünde dikili bir taşım olmadı. İsteseydim -vicdanınızı bir yoklayın- olmaz mıydı acaba? Maliyeciler açıktırlar, defterleri yoklasınlar. Şu anda şüphelendiğim bir şeyi alıyorum. Vaizlik maaşını almıyorum ben. Hatta bir aralık aklımdan geçti: Üç sene kadar askerlik öncesi imamlık yaptım, ondan sonra da on - on beş sene kadar vaizlik yaptım. Devletten maaş aldım, vazife yapıyordum. Fakir olmasaydım, imkânım olsaydı, almayacaktım onu; fakat fakirdim. Günde bir öğün veya bazen iki öğün yemek yemek suretiyle devletin verdiği o yüz yetmiş lirayla senelerce geçindim. Aklımdan geçti ki bunu ben şu anda kitapların telifinden gelen şeyle acaba ödesem buna da bir yönüyle sunîlik mi, ca’lîlik mi derler? Hâlâ da kafamdan atmış değilim. Sadece kitaplardan gelen telifle geçiniyorum. Fakat onda da şüphem var. Çünkü ya o kitapları yazdım veya konuştum, deşifre edildi, kitap haline geldi. Yetmiş-seksen tane. Ve bunlardan yüz bin tane satan var. Siz onu ne yapıyorsunuz diye soracak olursanız, müsaade buyurursanız ben Allah’la kendi aramda kalmasını istiyorum. Bazı arkadaşlarınız da biliyorlar. Bir de buranın kirasını veriyorum. 5500 lira kirasını veriyorum. Ben sadece bir odasını kullanıyorum. Ama sizin gibi güzide arkadaşlarım buraya gelince benim misafirim oluyorlar. Vakfa ait bir yerde onların bedava yatmalarının hesabını Allah bana sorar. Vallahi de böyle! Billahi de böyle! Tallahi de böyle! Onun için ne yediğiniz şeyde şüpheniz olsun, ne yatıp kalktığınız yerde; burası kime ait diye. Çünkü veriyorum ben onun kirasını. Ama ondan da şüpheleniyorum; acaba ben Hak için kitap yazdım (emr-i bi’l-maruf) bunun karşılığında bir şey alınır mıydı, şüphem var onda. Fakat Allah biliyor ki başka gelirim de yok benim. Zengin bir ailede neşet etmedim. Babam imamdı. Babamın yedi sene imamlık yaptığı köyde çocuklarına haram yedirmesin diye yakında (onu da Türkiye’de araştırırsanız öğrenirsiniz) o teliften gelen ücretle yedi sene o köyden aldığı şeyi köyün muhtarına üç dört sene evvel iade ettirdim. Rabbimin bildiği bu şeyleri size söylüyorum. Bir yönüyle güzide insanlar toplumuma hesap verme manasında anlayabilirsiniz. Yemin ederim -bilmeyerek olmuş olabilir- kardeşlerimin evinde bile yediğim yemeğin parasını verdim ben. Bir arpa kadar haram gırtlağımdan içeriye girmesin diye.” (Herkül Nağme, 13 Ağustos 2014)
“Teliften geliyor. Başka bir gelirim yok. Hem ben kalıyorum, hem misafirlerim kaldığı için buranın kirasını ödüyorum. 5500 lira ödüyorum. Yoksa nasıl kalacaksınız vakıf binasında. Suizanna medar olmasın diye söylemek lazım. Mutfak masraflarını da bir iki arkadaş tekeffül etmiş, veriyor, millete haram yedirmemek için. Bu mevzuda hassasiyet tamdır… Kestanepazarı Kur’an Kursu’nda da bir lokma talebenin ekmeğini yediğimi bilmiyorum. Zaten maaş almadım orda. Vaizlik maaşım vardı, kıt kanaat onunla geçiniyordum. Talebenin ekmeğini yemedim, banyolarında banyo yapmadım. Sadece umuma akan sularda abdest alıyordum. Neyin hesabının altında kalırız belli değil, sakınmak lazım.” (Herkül Nağme, 06.11.2013)
“Siz, biz nasıl geçiniyoruz? Ne yiyoruz? Nasıl kendimize bakıyoruz? Burada ben nasıl oturuyorum? Burada oturmaya hakkım var mı? Bu mevzuda hesap verme mecburiyetindeyim ben topluma. Şundan dolayı; sizde, bizde gördükleri bir iffetsizlikten dolayı din-i mübin-i İslam, ona ait değerleri sunarken, o değerli şeylerin değerlerini kırmayalım, bize nispet edildiğinden dolayı. Teliften gelen bir şeyle ben buranın kirasını vererek oturuyorum burada. Çiftlik diyorlar; tavzih etme lüzumunu duyuyorum. Bunu bu arkadaşlarımız bir arsa olarak içinde kulübeler olarak almışlar. Yirmi sene nerdeyse olmuş aşağı yukarı, yirmi seneden beri yapıla yapıla bu hale gelmiş. Altın Nesil Vakfı yapıyor. Ben de bir ay kirasını vermeden oturmadım orda. Hem de şunu söyleme lüzumunu duyuyorum; hem de o bina benim için insanlar geldiğinden dolayı bütün binanın kirasını verdim. Bana teliften gönderiyorlar. Fakirim; benim yeryüzünde bir dikili taşım yok.” (Herkül Nağme, 13.07.2012)
“DGM Savcısı senelerce sürdürdüğü araştırma ve incelemelerden, bir dizi tevsî’-i tahkikâttan sonra ‘Fethullah Hoca’yı züğürt bulduk!’ demişti. Ben hep ‘Allahım benim kardeşlerime, ailemin fertlerine dünyevî imkan verme!’ diye dua ettim. ‘Acaba akıyor mu bir yerden, sızdırılıyor mu?’ demelerinden endişe duyduğumdan bu niyazda bulundum. Hayatım boyunca kût-u lâyemut ile iktifa ettim.” (Bamteli, 27.06.2011)
“…[sizin bu arkadaşınız] hakkı olmadığı bir yerde bir talebenin ayakkabısına ayağını basmadı. Vallahi billahi basmadı, bir lokma ekmeklerini yemedi onların. Ve bu bugüne kadar öyle geldi. Hizmetten istifadeyi düşünmedi, ondan üç kuruş elde etme mülahazasına kapılmadı, maddenin esiri zebunu olmadı, hür yaşadı, hür doğduğu gibi hür yaşadı ve dolayısıyla da diyet ödeme mecburiyetinde kalmadı kimseye… Size yemin ederim. Vallahi billahi iki seneye yakın askerde telsizcilik yaptım ben. Önümde tomarlarla kağıtlar vardı, şu kadarcık kağıda devletin kalemiyle kendime ait bir şey yazmadım ben. Orada makine çalıştı ve telsizden göndermeler olduysa kalemi elime aldım. Kendime ait şeyleri kendi cebimden çıkardığım kağıda yazdım, kendi kalemimle yazdım ben. Asker yemeğini yemek hakkım değildir diye yemedim ben. Asker elbisesi giymedim, ilk planda belki giydirdiler, astsubaylardan kullanılmış elbise aldım, yıkadım onları giydim. Neden? Ben tam askerlik ölçüsünde askerlik yapmadığımdan o elbiseyle namaz kılmam olur mu olmaz mı tereddüdünü yaşadım. Ve zannetmeyin bunlar takvadır, zühddür; bunlar müslümanca yaşamanın aşağıdan küçükçe bir örneği sadece. Bir esastır, terk edilmemesi lazım gelen bir esastır.” (Bamteli, 28.05.2006)
“Bu konu farklı maksatlarla ortaya atıldığı için, sizi tenzih ederek, hazımsızlık yapanlara söyleyeyim: Benim hakkımda böyle diyenlerden hiç birisi için ben böyle bir soru sormadım. Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD’de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyararak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum. Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim. Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur. Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, -rahatsızlıklarım da olduğu için- ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. Az önce dediğim gibi, zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah’ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem.” (Milliyet, 22.01.2005)
“Hiçbir malvarlığım olmadı ve hâlen de yok. Giydiğim elbiseler ve günlük yediğim yemek sayılmazsa herhangi bir lüksüm de yok. Ama soframa konan bir üçüncü çeşit yemek bile zakkum gibi geliyor bana; üzerinde gezindiğim halıyı sırtımda taşıyormuşum gibi ağırlığını hissediyorum. Zaten milletin parası ile alınan halıya basmamaya her zaman gayret gösterdim. Bir vakıfta üzerine bastığım sergiler için bile yıpranma parası verdim. Yediğim, içtiğim her şeyin ücretini ödemeye çalıştım. Değil vakıf ya da başka bir yer, ablamın evinde içtiğim bir bardak çayın parasını dahi vermeye kalkışınca onun, gözyaşlarına karışık ‘...burada da mı?’ sızlanışına muhatap oldum. Ama başka türlü de davranamazdım. Zira sürekli, hakkım olmayan bir yudum suyu içmekten ve tek bir lokmayı yemekten de ahirette hesaba çekileceğim korkusuyla yaşadım.” (Kırık Testi, 13.05.2002)
- tarihinde hazırlandı.