“Cebrail parti kursa desteklemeyiz” diyenler nasıl farklı partilere oy verir?
Bugünlerde tarafgirlik ve partizanlık içinde suçlayıcı bir tavırla Hizmet Camiasına bu soruyu soranlar aslında “Bizim partimizden başka bir partiye nasıl oy verirsiniz?” demek istiyorlar. Zira birkaç dönemdir kendi partilerine oy verilirken bu soruyu gündeme getirmediler hiç. Bu soru hakperestlik ve ilkelilik kaynaklı olsaydı kendi partilerine oy verilirken de sorulmalıydı. Demek ki maksat cevap bulmak değil, bilakis çarpıtmalarla karalama yapmaktır. Eğer ilkeli bir tavır veya hakperestçe bir merak ile sorulsaydı yıllar önce kendi partilerine oy verilirken “Cebrail parti kursa desteklemeyiz’ diyen sizler nasıl oluyor da bizim partimize oy atıyor ve bizi destekliyorsunuz?” diye sormaları gerekirdi. İşte o zaman hakikati öğrenirlerdi.
“Bir partiyi desteklemek” ile “vatandaşlık vazifesi gereği bir partiye oy vermenin” farklı şeyler olduğunu; Hizmet Camiasının “bir partiyi” desteklemediğini; partilerin vaatlerine, icraatlarına ve adaylarına göre seçim dönemlerinde vatandaşlık görevlerini yerine getirmek için bir tercihte bulunarak oy verdiklerini anlarlardı.
Hizmet Camiası gönüllüleri, insanlarıyla beraber bütün memleketin terakkisine eğitim yoluyla gayret eden fertlerden müteşekkil bir topluluktur. Dolayısıyla vatan ve millet selameti açısından konjonktürü, şartları, imkânları değerlendirerek hakları ve özgürlükleri genişletip korumayı vaat eden, vatana millete hizmeti daha iyi yapacağına kanaat ettikleri adaya/partiye vicdanî kanaatleriyle oy kullanma vazife ve haklarını yerine getirirler. Cumhuriyet, demokrasi, özgürlükler, insan hakları, toplumsal barış ve uzlaşı gibi evrensel değerlerin korunması ve geliştirilmesi Hizmet Camiası için çok önemli kriterlerdir. Fethullah Gülen ve Hizmet Camiası bu temel ölçüleri farklı vesilelerle pek çok defa belirtmiştir.
“Cebrail parti kursa desteklemem” ne demektir?
Fethullah Gülen Hocaefendi, 23 Kasım 1995 tarihli programında Savaş Ay’a verdiği röportajda “Hiç siyasi olmadım, hiç olmayı düşünmedim, hiç olma niyetinde de değilim.” dedikten sonra Cebrail (aleyhisselam)’ı bir âşık gibi, burnunun kemikleri sızlayacağı şekilde çok sevdiğini ifade eder ve şöyle der; “O bir parti kursa ben ona diyeceğim ki sen bir parti kurdun ama müsaadenle ben seni desteklemeyeceğim.”
Söylenen bir sözdeki manayı ve maksadı anlamak için sözü söyleyenin konumunu, durumunu, genel kabullerini bilmek, sözün söylendiği ortam ve şartları bilmek, sözün önünü arkasını bilmek, sözün içerdiği malumatı bilmek çok önemli faktörlerdir. Bunlar bilinmezse içinde pek çok doğruyu barındıran bir söz yanlış anlaşılabilir.
Sûfilerin anlaşılamayan veya yanlış anlaşılan bazı sözleriyle ilgili açıklamalar yaparken Mutasavvıf Serrâc, şöyle der: “Kusur arama sevdalısı kişiler uzunca anlatılmayan kısa sözler sayesinde iftira fırsatı bulurlar. Çünkü mücmel sözün belki, dinleyene ulaşamayan bazı mukaddimeleri (ön ifadeleri) vardır. Mufassal söz, zaten açıklanmış ve saldırıdan korunmuştur. Mücmelde böyle bir imkân yoktur.” (İslâm Tasavvufu, s.388) Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu sözü de bazı hakikatleri içeren mukaddimeleri olan mücmel bir ifadedir. Maalesef önyargı, art niyet veya kusur arama gibi dürtülerle iftira fırsatı bulup değerlendirenler pek çoktur.
Bazıları bu sözü eleştirirken “böyle teşbih mi olur?” diye soruyorlar. Hâlbuki bu sözde hiçbir teşbih yok. Teşbih olması için birbiri arasında benzerlik ilişkisi kurulan iki şey olması ve birinin diğerine benzetilmesi gerekir.
“Cebrail parti kursa desteklemeyiz’ diyenler şimdi falan partiyi destekliyor” diye güya eleştiri yapanlar, bu sözü “Partiyi Cebrail kurduğu için desteklemeyiz, yoksa başkası kursa desteklerdik” diye mi anlamışlar acaba? Veya “Cebrail parti kursa desteklemeyiz’ diyenler şimdi falan partiyi destekliyor; demek ki falan partiyi Cebrail’den daha iyi ve değerli buluyorlar” anlamı çıkaranlar, bu sözü “Cebrail kötü ve değersiz biri, onun için o parti kursa desteklemeyiz” diye mi anlamışlar? (Eğer öyle anladılarsa yıllar önce kendi partilerine oy verilirken “Cebrail parti kursa desteklemeyiz’ diyen sizler nasıl oluyor da bizim partimize oy atıyor ve bizi destekliyorsunuz?” diye sormamaları kendilerini Cebrail’den daha iyi, daha değerli, daha üstün görmelerinden mi kaynaklanıyor acaba?) Eğer gerçekten öyle anlamışlarsa edebiyat ve belagat bilgisinden yoksunlar demektir. Cehalet bir mazeret sayılabilir. Ancak sözdeki asıl maksadı doğru anlayıp da bile bile çarpıtıyorlarsa bu dünyada da öte âlemde de mazur sayılmazlar.
Burada şu hakikati de hatırlatmak gerek; ehlinin malumu olduğu üzere her sözden “mefhum-u muhalif” çıkarmak doğru değildir. Çünkü bunun belli kuralları vardır. Hele ki bir sözün bağlamından asıl maksadı anlaşılıyorsa o sözün mefhum-i muhalifinden farklı anlamlar çıkarmaya çalışmak yanlış sonuçlara götürür.
İçerdiği bilgiler eşliğinde önyargısız bir şekilde değerlendirildiğinde kolayca anlaşılabilecek bir ifadeyi ya cehaletinden veya önyargı ve art niyetlerle çarpıtarak değerlendirenler demagoji girdabında savrulmaktan başka bir sonuca varamaz. Gayesi anlamak değil de saldırmak olanlar yine anlamamakta ısrar edebilir; ancak anlamayı arzu edenler olabilir düşüncesiyle kısaca izah edelim:
Bu sözü anlayabilmek için öncelikle Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Cebrail (aleyhisselam)’a karşı duyduğu derin sevgiyi, saygıyı, alakayı bilmek gerekir. Ayrıca mecazlı ifadeyi algılayabilecek seviyede mecaz sanatını bilmek lazımdır. İslam dinine göre siyasi meselelerin itikadî değil, içtihadî meselelerden olduğunu bilmek de gereklidir. Vahiy kapısının kapandığını, vahyin son peygamberle sona erdiğini bilmek de şarttır. Sözün söylendiği ortam ve şartları bilmek de anlamaya faydalı olacaktır: Bir taraftan kendi partilerinin bütün Müslümanlarca kayıtsız şartsız desteklenmesini ve o partiye oy verilmesini dinin gereği, o partinin desteklenmemesini ve ona oy verilmemesini dinsizlik veya dine aykırılık olarak görenlerin bulunduğu; diğer taraftan Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi’nin siyasete atılıp parti kuracakları veya bir partinin destekçisi olacakları gibi ithamların seslendirildiği bir konjonktürde her iki tarafa da kesin ve net bir cevap olarak ifade edilmiştir.
Fethullah Gülen Hocaefendi, bir siyasi partiye bağlanmaktan uzaklığının kesinliğini belirtmek için hususi olarak “Cebrail Aleyhisselam” ismini zikrediyor. Âşık gibi çok sevdiği ve yüceliği herkesçe müsellem bir melek olan Cebrail Aleyhisselam faraza bir parti kursa onu bile kayıtsız şartsız partizanca desteklemeyeceğini ifade ediyor. Yani kendisi açısından böyle çok önemli bir isme karşı siyasi parti tavrı bu olursa diğer partilere karşı tavrının daha net bir mesafede olacağını ortaya koymuş oluyor. Aynı zamanda kendisinin siyasi parti yoluyla İslam’a hizmet edilemeyeceği kanaatini ilan etmiş oluyor.
Esasen bir Müslüman Hazreti Muhammed’in (sas) hayatı boyunca tebliğ ve temsil ettiği haliyle Kur’an ve Sünnete uymakla mükelleftir. İslam son din, Hazreti Muhammed (sas) son peygamberdir. Dolayısıyla Hazreti Muhammed’in (sas) vefatıyla vahiy de sona ermiştir. Yani vahiy getirmekle görevli olan Cebrail’in vahiy getirme görevi de bitmiştir. Bu itibarla faraza Cebrail Aleyhisselam gelse ve parti kursa bu, vahiy gereği olamaz; çünkü vahiy sona ermiştir. Vahiy gereği olmayan bir şey ise içtihadî olur. Bu durumda bir içtihada uymak bağlayıcı bir hüküm değildir. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu ifadesiyle İslam’a göre siyasî meselelerin içtihadî meselelerden olduğunu ve bir kişinin veya grubun siyasî görüşünün diğerlerini bağlayıcı ve zorlayıcı bir hüküm oluşturmayacağını da belirtmiş olmaktadır.
Cebrail gelse vahiy mi olur?
Usuluddin’e göre; İslam dini Hazreti Peygamberin (sas) hayatında tamama ermiştir. Dolayısıyla İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in (sas) tebliğ ettiği hükümler haricinde yeni hükümler indirilmeyecektir. Bu itibarla faraza vahiy meleği Cebrail Aleyhisselam bile gelse onun söyleyeceği/yapacağı şeyler dinen bağlayıcı olamaz. Dinen bağlayıcı olan hükümler, Hazreti Muhammed’in (sas) hayatı boyunca tebliğ ettiği ve yaşadığı Kur’an ve Sünnet’ten ibarettir. Bu temel bilgiden yoksun şahıslar kalkıp da kafalarına göre ahkam kesip akaid dersi vermeye cüret ediyor.
“Cebrail Allah’ın (cc) emirlerini getiren melektir. Ona uymamak küfür olur” diye kendi mantıklarınca bir argüman oluşturup Fethullah Gülen Hocaefendi’ye tenkit edenler, asıl kendileri küfür tehlikesine savrulabilir. Zira “Cebrail bugün gelse ve bir şey söylese o Allah’tan (cc) bir emirdir.” demek “o şahıs vahiy alan bir peygamberdir” manasına geleceğinden asıl tehlikeli düşünce bu olur. Çünkü peygamberlik ve vahiy sona ermiştir. Dolayısıyla bugün Cebrail Aleyhisselam, manevi âleme gözü ve gönlü açık bir insana görünse ve bir şey söylese o, vahiy olmayacağından ötürü bağlayıcı olamaz; olsa olsa -Kur’an ve Sünnete uygun olmak şartıyla- tercih ettirici bir katkısı olabilir. Hem sufi menkıbelerinde nice örnekleri görüldüğü üzere Allah (cc), denemek amacıyla Cebrail meleğini bir kuluna gönderebilir; acaba uymakla mükellef olduğu Kur’an ve Sünnete göre hareket edip kazanacak mı, yoksa ölçüleri unutup vartaya düşüp imtihanı kaybedecek mi? İmkân âleminde her şey mümkün. Asıl olan ölçü ve denge ile muamele.
Fethullah Gülen Hocaefendi, müminin uyması gereken ölçüyü şu ifadelerle anlatıyor:
“Usûlüddîn’e saygılı bir insan şöyle düşünür: Ben vahiyle müeyyed birisi değilim. Kulağıma fısıldanan veya gözüme aksettirilen ya da kalbime duyurulan, ihsaslarıma seslenen bir şey varsa, ben onu Kitap ve Sünnet-i Sahiha ile test ederim. Allah’ın (cc) Kelamı’na, Peygamber Efendimiz’in (sas) Sünnet-i Sahiha’sına ve selef-i salihînin bu esaslardan çıkarıp ortaya koydukları kural ve kanunlara uyuyorsa, baş göz üstüne; yoksa ona itibar etmem.”[1]
“Bir insan, Hazreti Rûh-u Seyyid’il-Enâm’la temessülen görüşürken ondan bazı emirler ve haberler de almış olabilir. Bu görüşme esnasında Peygamber Efendimiz’den (sas) duyduğuna inandığı sözler eğer şer’î ölçülere muhâlif ise -işin içinde Hazreti Sâdık u Masduk bulunduğu için bunu farz-ı muhâl çerçevesinde dahi olsa ürpererek söylüyorum- o insan kesinlikle şer’î ölçülere ters düşen o ifadeleri tatbik edemez ve Sultân-ı Enbiyâ ile görüşmesini kendisi için delil sayamaz. Andelîb-i Zîşân Efendimiz’in bir insana rüyasında bazı şeyler söylemesi mümkündür, ancak rüyadaki o sözlerin geçerliliği, Kitap ve Sünnet’te açıklanan, İslam âlimlerince yorumlanıp yazılan kurallara uygun olmasına bağlıdır. Peygamber Efendimiz’in misalini bilhassa arz ediyorum ki, diğer büyük zatları görüp onlardan bazı emirler aldıklarını söyleyenler için de bir ölçü olsun. Demek ki, insan temessül etmiş şekilleriyle nebileri ya da velileri görse ve onların sözlerine muhatap olsa, yine hüküm değişmez; söylenenler şer’î ölçülere tatbik edilir ve davranışlar ona göre ayarlanır. Evet, rüyalar Kitap ve Sünnet gibi teşrîin gerçek kaynakları yanında hüccet ve delil sayılabilecek kriter ve kurallar değildir; asıl olan, Kitab’a ve Sünnet’e uymak, rüyaları da sübjektif birer işaret saymaktır.”[2]
Fethullah Gülen Hocaefendi vaazlarında, sohbetlerinde, yazılarında defalarca ve tafsilatlıca meleklerin ve bilhassa Cebrail (aleyhisselam)’ın konumunu ve değerini gayet açık ve net bir şekilde izah etmiştir. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin genelde melekler ve özelde Cebrail hakkında akaidini, fikriyatını ve hissiyatını öğrenmek için eserlerinin ilgili yerlerine müracaat kâfidir. Hal böyle iken hayatını İslam’ın anlaşılmasına ve yaşanmasına adamış, dinî değerlerine bağlılıkta, dinini yaşamakta son derece hassas ve titiz bir İslam âliminin bu sözünü küfür veya kibir olarak yorumlamak cehaletten değilse en hafif tabirle art niyettendir. Bu söz karşısındaki tavır, dinî hassasiyet kaynaklı bir itiraz veya meraktan ziyade siyasi tarafgirlik ve taassup eseri bir tepkidir. Maalesef dinin usul ve füruunu bilmekten ve fark etmekten aciz insanlar kalkıp da hayatını İslam’a hizmete adamış bir İslam âliminin Usuluddin kaidelerine uygun bir sözü karşısında tenkit kılıflı saldırılarda bulunuyorlar. İnsafa, vicdana, hakikate davetten başka ne gelir elden?
- tarihinde hazırlandı.