Fethullah Gülen Hocaefendi neden evlenmedi?
“İnsafa davet ediyorum! Daha doğru olsalar, daha doğru yazsalar! Mesela beni dört tane evlendirdiler. Ben bir tanesinin gölgesine bile girmedim.” (Şadırvan Camii, 25 Mart 1990) demişti vaaz kürsüsünde yıllar önce iftiraları cevaplarken. Fethullah Gülen Hocaefendi, bu beyanıyla evlenmemenin de ötesinde bir kadının gölgesine bile girmediğini ifade etmektedir. Çünkü onun tek sevdası Hizmet olmuştur: “Benim çocukluğumdan bu yana hiçbir sevdam olmadı. Sizlerle temsil edilen bu hizmet sevgilim gibi oldu. Onun zülüflerinin dağılmasından çok korktum, tir tir titredim. Hizmet benim göz ağrımdı, onunla hayatı tanıdım ve sonuna kadar da rabbim onunla devam ettirsin. Fıtratımla bütünleşti. Ben öyle içeriye girdiğimde paçamdan tutan, eteğimi çeken çocuğum, torunum yok benim. Yatağımı serenim yok. Yemeğimi yapanım yok benim…” (FKM, 27.09.1992)
Bekâr âlimlerden bir âlim
Fethullah Gülen Hocaefendi, resmî veya gayri resmî hiç evlenmemiştir. Çünkü hayatını dinine, milletine ve insanlığa hizmete adamıştır. Hocaefendi, evlenmemesinde “kendini İslamî hizmetlere vakfetme” kararının yanında, “aşırı hassasiyet ve fevkalade titizliğiyle kimsenin hayatını zehir etmeme düşüncesinin de ciddi bir tesiri olduğunu” söylemiştir. Ayrıca Hocaefendi, hayatının her aşamasında iffet, namus ve takva hassasiyeti içinde fevkalade dikkatli, hassas, titiz yaşamaya azami gayret göstermiştir ve göstermektedir. Hiçbir zaman tek başına kalmayan, daima toplum içinde insanlarla beraber şeffaf bir hayat yaşayan Hocaefendi’nin gözler önünde, kontrol altındaki hayatı sayısız şahitlerin de şehadetiyle iffetine, namusuna, takvasına delildir.
Fethullah Gülen Hocaefendi, bekâr kalarak hayatını hizmete adama hususunda tek değildir. İslam tarihinde hiç evlenmeyip ömrünü din ilimlerine ve ibadete hasreden pek çok bekâr İslam âlimi ve maneviyat büyükleri olmuştur. Mesela peygamberlerden Hz. İsa (as) ve Hz. Yahya (as); ‘Suffe Ashabı’ diye bilinen sahabeler; sonraki asırların ilim ve irfan önderlerinden Bişr-i Hafi, Bayazıd-i Bistami, Rabiatü’l-Adeviye, Ahmet Bedevi, İmam Nevevi, İmam Taberi, Zemahşeri, İbn Teymiye, Bediüzzaman Said Nursî, Muhammed Hamidullah gibi niceleri hiç evlenmemiş ve ömürlerini İslam’a ve ilim irfan hizmetlerine adamışlardır. Bu konuda kitaplar da yazılmıştır. Mesela Abdülfettah Ebu Gudde tarafından yazılan “el-Ulemaü’l-uzzab ellezîne âserü’l-ilme ale’z-zevvac” (İlmi evliliğe tercih eden bekâr âlimler) isimli kitap Türkçeye çevrilmiştir.
İlim irfan yolunun kendisinden önceki temsilcileri gibi Fethullah Gülen Hocaefendi de hayatını ilim irfan yolunda hizmete adamıştır. Bu uğurda dünyevi pek çok şeyi terk ettiği gibi aile saadetinden de fedakarlıkta bulunmuştur. Hocaefendi’nin hayatı daima talim, terbiye, irşad, tebliğ, ihya, ıslah faaliyetleri ile geçmiştir. Dinini tavizsiz yaşamaya gayret eden bir İslam âlimi olan Hocaefendi, bütün vaktini ve emeğini İslam'ın doğru anlaşılması ve doğru yaşanması istikametinde çalışmalara hasretmiştir. O, hem pratik ahlak ve maneviyat eğitimi hem teorik ilim irfan öğretimi ile talebeler yetiştirmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi temel İslam ilimlerinin kaynak eserlerini okutmak suretiyle yarım asrı aşkın süredir ilahiyatçı talebeler yetiştirmektedir. Hocaefendi’nin bizzat ders okutup yetiştirdiği talebeler ve onların yetiştirdiği talebeler ülke ve dünyanın her yanına dağılıp evrensel insanî değerlerin yaşanması istikametinde hizmet etmektedirler.
Özellikle gençlerin eğitimine adanan hayat
“Ben 12-13 yaşlarında Erzurum Kurşunlu medreselerinde ders görürken, bir elimde Arapça kitabı, diğer elimde harita olur ve ‘Allah’ım bir zamanlar olduğu gibi, dünya muvazenesinde sözü dinlenir bir ülke haline tekrar nasıl gelebiliriz?’ der, çocuk yaşımda bunun planlarını yapardım. Ben, bu hülyalarla büyüdüm. Hayatta bunun dışında bir hedefim olmadı. İyi bir evim olsun, çocuklarım olsun, arabam olsun, bunlar katiyen aklımdan geçmedi… Milletime, ülkeme hizmet hedef ve duygularıyla büyümüş bir insan olarak, şu anda bu hizmet de ilk planda eğitimden geçiyorsa, benim eğitimle ilgilenmem suyun akması, güneşin doğup batması, dünyanın hareketleri gibi tabii bir şeydir.” (Sabah’ta Hulusi Turgut’la röportaj, 27.01.1997) diyen Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yazıları ve konuşmalarıyla daima çocukların ve gençlerin eğitimi ve yetişmesi uğruna milleti, hatta dünyayı seferberliğe davet ettiği, önce Türkiye’de ve sonra bütün dünyada açılan eğitim müesseseleri ve yetiştirilen çocukların ve gençlerin varlığı ile ortada apaçık bir hakikattir.
Eserlerinde çocuk ve gençlerin eğitimi ve yetiştirilmesi çok önemli yer tutan Fethullah Gülen Hocaefendi, Sızıntı Dergisi’nin Şubat 1979 tarihli ilk sayısındaki “Bu ağlamayı dindirmek için yavru” başlıklı yazısına bütün çocuklara/gençlere hitaben “Senin uğruna bu yola atıldık. Acılarına ortak olmak, ızdıraplarını dindirmek, gönlünü âbâd etmek için...” diye başlar ve “Şimdi bana müsaade et de, şu badirede bahadırın olayım.” diyerek gönüllü hizmetini ilan eder.
Evlenmeyi hiç düşündü mü?
Fethullah Gülen Hocaefendi, “hiç evlenmeyi düşündünüz mü?” sorusuna Küçük Dünyam röportajında şöyle cevap vermiştir:
“Edirne'de bulunduğum ilk dönemlerde Hüseyin Top aklıma iyice girdi. Edirne eşrafından, temiz ve zengin bir ailenin benimle ilgili bir taleplerinin olduğunu söyledi. Bir bayram günü ikimiz bu aileyi ziyarete gittik. Ancak ben buram buram terledim. Kaşımı kaldırıp etrafa bakamadım. Sonra da talepteki teknik bir yanlışlıktan dolayı canım çok sıkıldı... Hemen sarf-ı nazar ettim. Ve daha sonra öyle bir şeye teşebbüs etmeme kararı içimde belirdi. Ondan sonra da bir kere de Yaşar Hoca'nın bir tavsiyesi olmuştu. Kalbimin derinliklerindeki gerçek niyeti ancak Allah bilir. Ama zannı tahminim o ki, hizmetin dışında gözlerimin içine başka bir hayalin girmesini istemedim.
Başka zamanlardaki aynı istekler karşısında, aynı duygu ve aynı düşüncenin ağırlığını hissetmiş olmamın yanında, aşırı hassasiyet ve fevkalade titizliğimle kimsenin hayatını zehir etmeme düşüncesinin de ciddi bir tesiri olduğunu söyleyebilirim.
Ayrıca vazife yaptığım caminin arka maksurelerinden birinde otururken, tıpkı Hz. Yusuf'a (as) olduğu gibi, birileri tarafından taarruza uğradığımı ve Rabbimin inayetiyle kendimi pencereden içeri attığımı ve mütearrizenin arzusunu yüzüne çarptığım için, pencerenin dışında ‘burada öyle perişaniyetinle kal, geber!’ diyen birisini de hayal meyal hatırlıyorum.
Esasen bu ailelerin hepsi de iyi ve mazbut insanlardı. Ne var ki ben daha birinci teşebbüste kararımı vermiştim. Kendimi İslamî hizmetlere vakfedecek ve evlenmeyecektim.
Askerden gelmiştim. Babam, annem, ablam ve bir de Enver amcam ısrarla bana evlenmem gerektiğini anlattılar. Annem, ‘Oğul, hayatta iken senin başını da bağlayalım’ dedi. Ben ‘Ana, benim ayaklarım Nurlarla bağlı, siz de başımı bağlayacak olursanız ben nasıl hareket ederim’ dedim. Ve ardından kesin kararımı tekrar ettim. Biraz da acı konuştum.
Ben böyle diretince Enver amcam bana ‘Bak, dedi, şimdi biz ısrar ettik. Bir de sana otuz yaşında böyle ısrarlı bir teklif gelecek ve bir daha da teklif eden olmayacak..’
Kestanepazarı'ndaydım. Bir gün Yaşar Hocaefendi İzmir'e teşrifinde birini teklif etti. Çok da ısrar etti. Ancak daha önceki kararımdan dönemeyeceğimi söyledim. Boynuma sarıldı. ‘Sen de beni dinlemezsen kim dinleyecek?’ dedi, ağladı. Yaşar Hoca bu teklifle geldiğinde ben tam otuz yaşındaydım. Ve Enver Amcamın dediklerini hatırlamadan yapamadım. Burada son bir hatıramı daha anlatayım.
1978 yıllarındaydı. Çamaşırlarım iyice birikmişti. Akşam yıkarken bayağı canıma tak etti. Bir ara içimden ‘Acaba evlense miydim?’ diye geçti. Katiyyen düşünme şeklinde değil, şimşek süratinde gelip geçen bir fikir.
Ertesi gün erken vakitlerde bir arkadaş geldi ve bana şunu nakletti: Akşam rüyamda Efendimiz'i gördüm. Size selam söyledi ve ‘Evlendiği gün ölür ve cenazesine de gelmem’ buyurdu. Bu bir rüyaydı. Rüya ile amel edilmeyeceğini de biliyordum ama şahsım adına bu işarete saygılı olmaya çalıştım.”
Millet için maddi manevi fedakarlık
Fethullah Gülen Hocaefendi, Nuriye Akman'ın yaptığı röportajda da bu konuda şunları söylemiştir:
“Beni yönlendiren, bağlı bulunduğum prensipler vardı. Bunların tesirinde kalarak rüya ile amel esas olmadığı halde onu sadece tercih ettirici bir faktör olarak ele aldım. Kendi fıkıh telakkim içinde, bir insan kendisi şüpheli şeyleri yese içse bile başkasına, ikinci şahsa şüpheli şeyleri yedirmeye hakkı yoktur. Çünkü ben çok düşük gelirli bir memurdum, maaşım ancak bana yetiyordu. Bir başkasına bakmak çok zordur. Kendi kendime; ‘Acaba gayri meşru bir dairede bir kazanca tevessül eder miyim? Esas vazifemi bırakıp dünyaya talip ve ragıp (istekli) olur muyum’ dedim.
Bir ikinci mesele de biraz hassasım, yani ‘Acaba bir başkasının başına dert mi olurum’ diye düşündüm. ‘Hakkım var mı benim aileme zulüm etmeye’ gibi mülahazalar da ruhumu sardı. Kendi saffetim içinde beni bilmeyen bunu anlamaz. Yani bu mantıkla hareket ettim.
Bazı kimseler kendilerini bütün bütün topluma feda etmezlerse, maddi manevi füyuzat hislerinden fedakarlıkta bulunmazlarsa, herhalde yapılması gereken bazı şeyler zor olur. Bu mülahazam, benim ruh haletimde böyle kalmak tahribat yapsa bile, eğer milletin tamiri adına onun tutup bazı yanlarını tamir etmeye muvaffak olunabilecek ise, aileden gelecek mutluluğun üstünde bir saadet vereceğine inandığımdan dolayıdır.
Yanımdaki arkadaşlarım, talebelerim bana aile fertlerinin yokluğunu hiç hissettirmediler: (Burada, Hocaefendi'nin gözleri nemleniyor; dudakları titriyor.) Çok teşekkür ederim. Çok yakın çok candan dostlarım oldu. (Ağlıyor.) Allah razı olsun, sıkıldığım zaman evlerini, çocuklarını terk edip yanımda kaldılar. Zaten insanın bir aileyle geçirebileceği şeyler sürekli değildir. Ama dava düşüncesi ve mefkureye gelince ben hep büyük devlet düşüncesine hasret ve eski günlerin hasretiyle yanan bir insan olarak, bu yönde hizmet hülyalarıyla yaşadım. Bazıları ütopik bulabilirler. Asya haritasının son durumuna bir bakın. On beş sene evvel yanıma gelen bir arkadaşım, şu haritaya bakınca ‘Galiba hocam dua ediyor’ demişti. İki sene evvel gelince ‘Galiba duanız kabul olmuş’ dedi. Şimdi böyle düşlerle yaşayan bir insan olarak, o türlü şeyleri düşünmeye vakit bulamadım.” (Sabah, 28.01.1995)
Dünya adına hiçbir sevdam olmadı
Fethullah Gülen Hocaefendi, 2012’de bir vesileyle bu meseleye değinirken de şu açıklamayı yapmıştır:
“Aslında şahsım adına endişe duymadım ben. Dünyaya beni bağlayacak hiçbir şeyim yok. Bunları dersem biraz iddia gibi olur. Bir dikili taşım olmadı. Evlad u iyalim olmadı. Çoluğum çocuğum olmadı. İleriye matuf bir hesabım olmadı. Bunları, mensubu olduğum, gönlümü verdiğim, gaye-i hayal yaptığım davama, düşünceme hep aykırı saydım.
Burada utanarak bir şeyi arz edeceğim size: Ben size utanarak bir şey arz edeceğim; askerliğim esnasında annem babam amcamı araya koyarak ve bütün büyüklerim başımda, bana ‘hayatını değiştir’ dediler; çok cazip bir teklif sunduklarında arkasında yürüdüğüm amcama ‘Ben sizin dininizden şüphe ediyorum’ dedim. ‘Din böyle künde üstüne künde giderken, ben boynumu ona kaptırmışım, bir de ayağıma böyle pranga vurursanız, sırtım yere gelir benim’ dedim, ‘Ben öyle şeyleri hiç düşünmüyorum.’
Çok sevdiğim Yaşar Hoca, İzmir’e geldiğim zaman da boynuma sarıldı Kestanepazarı’nın avlusunda, ‘Yahu Hoca’ dedi, ‘Falan…’ dedi. ‘Hocam, dedim, ben hiçbir zaman aklımdan geçirmedim, ben sadece kendimi bu işe vakfettim. Başka şeyi düşünmeyi kendime haram sayıyorum.’ Objektif değil, herkes için değil, ben zayıf bir insanım, iki şeyi birden taşıyamam diye, tek şeyi omuzumda taşıyayım diye… Boynuma sarıldı ‘Sen beni dinlemezsen kim beni dinler? ‘ dedi. Öyle mahzun bıraktım onu.
Dünya adına hiçbir sevdam olmadı, hiçbir şeye bağlanmadım. Çok cazip şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde, ‘Bu da benim olsun’ falan demedim, düşünmedim. Tek nam-ı celil-i Muhammedi dört bir yanda şehbal açsın istedim ben.” (Herkül Nağme, 16.06.2012)
- tarihinde hazırlandı.