Her seviyede iman etme
Soru: “Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlü’ne, gerek Resûlü’ne indirdiği, gerek daha önce indirdiği kitaplara iman edin.” (Nisa sûresi, 4/136) âyetinde mü’minlere, iman etmeleri emrediliyor. Bu emir, mü’minleri zorlama olmuyor mu?
Kur’ân-ı Kerim’de, farklı emirlerin yanında mü’minlere bir de, Allah’a (celle celâluhu), Resûlullah’a (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve kitaplara iman etmeleri emrediliyor. Aslında onlar tam iman etmişlerdir. Öyle ise bu imanın daha derin ve farklı mânâları olmalıdır. Bununla alâkalı bazı yorumlar şöyledir:
1. Âyetin Yahudilerle alâkalı olmasıdır. Onlardan bazıları, Peygamberimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelmiş ve “Peygamber olarak Sana ve Kitabına; Musa’ya, Tevrat’a ve Üzeyr’e inanırız fakat başka hiçbir kitaba ve peygambere inanmayız.” demişlerdi.[1] Bunlar inanıyorlardı ama inançlarında eksiklik ve kusurlar vardı. Âyet onlara bütün kitaplara ve peygamberlere inanmalarını emrediyordu.
2. Herkes ilk başta Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, haşr u neşre ve kadere icmalî olarak şöyle-böyle iman eder. Bu âyette ise, icmalî olan bu imanın gerek âfâkî, gerekse enfüsî tefekkürle kuvvetlendirilmesi emredilmektedir. Zira zamanın çıldırtan hâdiseleri karşısında taklit bağları dayanamayıp kopuverir ve iman da elden gidebilir. Bu nokta-i nazardan, fakir, bu âyeti devrimizle çok alâkalı görüyorum. Bu devirde taklit bağları tamamen çözülmüş, çokları ancak tahkikî imanla küfür ve dalâletten gelen toslamalar karşısında mukavemet edebilmişlerdir. Öyle ise biz kendimize Kur’ân-ı Kerim’in bu âyeti ile şöyle denildiğini anlayabiliriz: “Ey ata ve dedelerinden miras olarak kendilerine intikal eden imana sahip bulunan mü’minler! Siz şu dalâlet ve küfrün, kalb ve kafalarınıza pompaladığı düşünceler karşısında bu taklidî imanla mukavemet edemeyeceksiniz. Öyleyse âfâkî ve enfüsî tefekkürle imanınızı kuvvetlendirip tahkikî imanı kazanınız ki, zamanın hâdiseleri karşısında ayaklarınızın üzerinde kalabilesiniz.” Bu yönüyle âyet, icmalî ve nazarî olan imanımızı, tafsilî ve amelî hâle getirmemizi emretmektedir.
3. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) nâzil olduğu zaman zarfında, her nâzil olan âyete tam inanılıyordu. Kur’ân’da nübüvvet veya ulûhiyete dair bir hakikati anlatan bir âyet geldiğinde mü’minler hemen ona inanıyorlardı. Şöyle ki, o günkü mü’minler, mesela Bakara Sûre-i Celîlesinin başındaki gayba iman ve namazı dosdoğru ikameyle alâkalı âyetlere hemen inanıyor ve onun gereğini yapıyordu. Daha sonra Cenab-ı Allah onlara başka şeyler öğretiyor ve iman hakikatleri adına pek çok şeyi tafsilen anlatıyordu. İmanı derinleştirecek ve ona farklı bir buud katacak olan her âyet geldikçe bu yeni şeylere de iman telkin ediliyordu. Bu mânâda âyette, “Önceden gelenlere inandınız, bundan sonra gelenlere de iman edin.” denilmektedir. Bu da meselenin ayrı bir yönünü ifade eder.
4. Konuyu tasavvufî bir yaklaşımla ele alacak olursak anlam biraz daha derinleşir. İnsan, deliller muvacehesinde mecbur olur ve iman etme mecburiyetinde kalır. Bu durumda âyet, “Ey delillerle iman eden kimseler! İşi ilme’l-yakîn mertebesinden ayne’l-yakîn mertebesine yükseltin ve o seviyede iman edin. Ey ayne’l-yakîn mertebesinde iman edenler! Siz mertebenizi hakka’l-yakîn seviyesine çıkarın, enfüsî olarak içinize doğru daha fazla derinleşin ve Allah’ın (celle celâluhu) istediği mânâda iman edin. Ey hakka’l-yakîn mertebesinde olanlar! Bu mertebenin en âli seviyesi olan bütün ilim ve fenlerin ifâza ettiği ufuktan sonra irfanı sadece O’ndan isteyin, O’na, O’nun tarifleri içinde inanma ve doğrudan doğruya O’nun talimlerine bağlı kalma konumuna gelip, öyle iman edin.” gibi mânâları ifade eder.
Böylece mü’minler, iman mertebelerinde terakki ettikçe, hep bu âyetin ifade ettiği fermanı vicdanlarında farklı tat ve renkte duyar ve derinleşme neşvesiyle şahlanırlar. Böylece mü’min, hangi seviyede olursa olsun imanını daha da kuvvetlendirerek, seviyesini arttırıp buutlaşarak bütün latîfe ve duygularına imanın damgasını vuracaktır. Bu sayede insanın ledünniyatında şeytanın el uzatıp şüphe atacağı bir yer kalmayacaktır. Kısaca bu âyet her seviyeden mü’mine “İçten ve dıştan imanınız etrafında öyle tahşidat yapın ki, ne içteki şeytanlar ne de dışarıdaki insan suretindeki fitneci müfsitler sizi çizgiden çıkaramasınlar.” demektedir.
Cenab-ı Hak, her şeyi mahiyet-i nefsü’l-emriyesine uygun duyup zevk etmeye muvaffak eylesin… Âmin!
[1] es-Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân 3/401; el-Beğavî, Meâlimü’t-tenzîl 1/489-490.
- tarihinde hazırlandı.