İnanarak Oruç Tutmak

İnanarak Oruç Tutmak

Soru: Bir hadis-i şerifte, مَنْ صَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ “Her kim inanarak ve karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.”[1] buyruluyor. Buradaki “inanarak ve karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek” ifadesini nasıl anlamalıyız?

Cevap: Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ), bu hadis-i şerifle, Ramazan’la gelen berekete tam inanan, ihlâs ve samimiyetle oruç tutup bu mübarek ayı ibadet ü taatle değerlendiren ve sevabını da yalnızca Allah’tan bekleyen mü’minlerin geçmişte işledikleri günahlarının affedileceğini müjdelemiştir.

Hadiste geçen  اِيمَانًاkelimesi, inanılması gerekli olan her şeye ve oruçla alâkalı dinî hükümlere kalbden inanmayı; orucun farz olduğuna, karşılığında büyük mükâfat bulunduğuna ve her şeyden öte rıza-i ilâhiye bir vesile teşkil ettiğine hiç tereddüde düşmeksizin iman etmeyi vurgulamaktadır.

Evet, bizler Allah’ın kuluyuz; Allah da bizim mabudumuzdur. Bizim O’na karşı yaptığımız şeyler O’nun hakkı, bizim de vazife ve sorumluluğumuzdur. Oruç da O’nun emri ve bizim görevimizdir. O, ibadetlerimizden haberdârdır ve yaptığımız her şeyi bilmektedir. Cenâb-ı Hakk’ın görüp bildiği o amellerimiz, mevsimi gelince nemalanmış olarak bize geri dönecektir. Ayrıca ellerimizi O’na kaldırdığımızda, bir kudsî hadiste denildiği gibi, “O eller geriye boş olarak dönmeyecektir.”[2]

Cenâb-ı Hakk’a karşı teveccüh ederken ve O’na yalvarıp yakarırken, her şeyden evvel O’nun, kullarını gördüğüne, dualarını işittiğine ve isteklerini yerine getirecek güce sahip bulunduğuna tam inanmak lazımdır. Yoksa inanmadan el açmak, “Verirse verir, vermezse vermez.” gibi bir mânâya gelir ki bunun bir saygısızlık olduğu ve böyle birinin çağrısının icâbete layık olmadığı açıktır. O, lütf u keremiyle, rahmetinin, gazabının önünde olmasıyla ve merhametinin enginliğiyle öylelerine de verirse verir; biz “vermez” diyerek kestirip atamayız. Fakat O’nun duaları kabul etmesinin bize bakan yönüyle birinci şartı, evvela O’na gönülden inanmaktır. İnanan insan samimiyetle ellerini kaldırdığı zaman Allah onları boş çevirmez, onun yüzünü kara çıkarmaz, mahcup etmez; aksine o kapıya bir daha yönelmesine vesile olacak şekilde lütuflarda bulunur. İşte hadistekiاِيمَانًا  “inanarak” kaydı böyle bir inanmayı ifade etmektedir.

اِحْتِسَابًا “karşılığını sırf Allah’tan bekleyerek” ifadesi ise; dünyevî beklentilere girmeme, sadece Allah’ın hoşnutluğunu gözetme ve mükafâtı O’nun rahmetinden umma demektir. Hayır işlerinde ve ibadetlerde ihlâs ve samimiyete aykırı hiçbir husus olmamalı; riya ve süm’aya girilmemelidir. Hiçbir amel, insanların takdir ve teveccühlerine bina edilmemeli; her şey Allah için yapılmalı ve beklentiler de hep Allah’tan olmalıdır. O beklentilerde de yine himmet âlî tutulmalı; yapılan işler dünyevî faydalara bağlanmamalıdır. Arkasında olduğumuz her konuda gayret etmeli, iradenin hakkını vermeli ama neticede her şeyi Allah’tan dilemeliyiz. Kulluğumuzu Cenâb-ı Hakk’a sunarken, O’nun Mabud, bizim de kul olduğumuzu hiç hatırdan çıkarmamalı; O’nun hakkı olduğu için kulluğumuzu O’na tahsis etmeliyiz. Dolayısıyla ibadetlerimizi, ihtiyaç ve isteklerimize bağlamamalı, vazifemiz olduğu için eda etmeliyiz.

Haddizatında Cenâb-ı Allah’tan bir şey isteme bizim zatî hakkımız değildir; O’nun, lütfedip bize verdiği haklar türündendir. O öyle lütufkârdır ki o hakları kendisine karşı kullanmamıza müsaade etmiştir. Mesela bir mânâda, “Siz Bana kullukta bulunun ve ibadet ü taatinizi yerine getirin –ki bu sizin vazifenizdir– Ben de öbür âlemde nimetlerimle sizi sevindireyim.” demiş ve bir mukavele yaparak bize bazı haklar vermiş. Hakkı veren de onu kullanma imkânı bahşeden de Allah’tır.

Yoksa bizim mahiyetimizde ve rızık olarak bize verilen nimetlerde ne kadar sermayemiz var ki herhangi bir hakkımız olsun! Evet, biz baştan sona kadar her şeyimizle O’na aidiz ve O’nun verdiği haklarımız olsa da her şeyden önce birer kuluz. Öyleyse bir kula yaraşır şekilde hareket etmeli ve sadece Hâlıkımızın, Râzıkımızın ve Rabbimizin hoşnutluğunu dilemeli, ibadetlerimizi de bu niyetle yerine getirmeliyiz. İşte اِحْتِسَابًا tabiri bu hakikatlere bağlı kalarak, sadece Allah için oruç tutmak gerektiğini ve mükafâtı yalnız ve yalnız O’ndan beklemenin lüzumunu belirtmektedir.


[1] Buhârî, îmân 28; Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 176. 

[2] Tirmizî, daavât 104; el-Bezzâr, el-Müsned 6/479; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 12/423. 

Pin It

Ramazan, Oruç

  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.