Teoriden pratiğe iman-salih amel münasebeti (2)
Müzakere Çizgimizi Hecelerken'de ilahiyatçı Cemal Türk ve Abdullah Şeref, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin perspektifini ve Hizmet'in ilham kaynaklarını yorumluyor. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin imanda derinleşip marifeti tabiatımızın bir derinliği haline getirmenin önemi ve metotları hakkındaki düşünce ve deneyimleri analiz edildi.
Bir insanın, gerek inanılması gerekli olan hususlarda, gerekse iman edilen o hususların hayata tatbiki diyebileceğimiz diyanetle alâkalı mevzularda başlangıç itibarıyla nazarî bir bilgisi mevcut olabilir. Zaten genellikle bir mübtedinin bilgisi, nazarî bilginin ötesine geçmez. Bu, hafife alınacak bir mesele de değildir. Fakat eğer o ilk nazarî bilgi, aklî, zihnî, fikrî ceht ve gayretlerle, delil ve esaslarla sağlam bir blokaja oturtulmaz, iman edilen o hususlar amelle benliğe mâl edilip içselleştirilmezse, insan hep nazarî bilginin çeperleri içinde kalır, taklitle ömrünü sürdürür ve dolayısıyla hakikî mânâda Müslümanlığı hiçbir zaman tam olarak duyamaz, gerçek enginlik ve derinliğiyle onu idrak edip yaşayamaz.
Böyle hazin bir tablonun en önemli sâiki, İslâm’ın amelî yanının ihmale uğrayışıdır. Amel ihmal edilince sahip olunan nazarî imanla, iman esaslarının üssü’l-esası olan iman-ı billâh, hakikat-i ulûhiyet, –tabiri caizse– mahiyet-i nefsü’l-emriyesine uygun bilinememiştir.
Bu sebeple bir kez daha ifade edelim ki, imana müteallik mevzuların arka planına nüfuz ederek onları sağlam bir zemine oturtma ve daha sonra da onların devam ve temâdisini sağlama diyanete bağlıdır. Evet, nazarînin bir yönüyle hakikat hâline gelmesi –Kant’ın, Saf Aklın Kritiği’nde ortaya koyduğu gibi– amelle mümkündür. Başka bir ifadeyle inanılan mevzuların hakikatine ulaşabilme ve onların inkişaf ettirilmesi amele mütevakkıftır. Unutulmaması gerekir ki, eğer insan nazarî olarak inandığı hususları amele döker ve o mevzularda derinleşme cehdi içinde bulunursa, Allah da (celle celâluhu) o insana emin güzergâhlarda yürüme imkânını lütfedip ona derinliğe doğru giden yolları ihsan eder. Yoksa insan sadece nazarî planda kalır da inayet-i ilâhiyenin en büyük davetçisi olan amelî sahaya müracaat etmezse yani dinini diyanetle taçlandırmazsa hep sığ kalmaya mahkûmdur. Aynı zamanda böyle bir insan, Allah bilgisi mevzuunda da her zaman kandırılıp aldatılabilecek bir noktada bulunuyor demektir.[1]
* * *
Müslümanlık sadece ilim değildir, o hayattır. Yaşana yaşana fertle ve toplumla bütünleşir. Zaten inancını bu ölçüde yaşayarak tabiatlarının derinliği haline getirebilenler bu seviyeye ulaşır, ulûhiyet hakikatine yeni pencerelerle açılma fırsatı bulurlar.
Evet, imanın nazarî buuddan amelî buuda yükseltilmesi hem dünya hem de ukba hayatımız adına çok önemlidir. Bunu başarabildiğimiz takdirde iman bizim hayatımızın her karesine girmiş demektir, eğer ameller yerine getirilirken bu inanç derinliği hissedilmezse hem inanç yönünden hem de amelî yönden nifak başlar ve gün gelir insan -Allah korusun- münafık olur.
Öte yandan, bunu duyup tatmakla iş bitmiyor; hiç durmadan mücadeleye devam gerekir. Zira bu makam veya hal, insanı gurur, kibir ve ucba sürükleyebilir ki bu inananları yeniden nazarî iman seviyesine düşürür.
İnanması gerektiği ölçüde inanmamış/inanamamış olanlara, amelî zafiyet içinde bocalayanlara, tabir-i diğerle düşe kalka yürüyenlere gelince; belli ölçüde nefsanîliğin ve şeytanîliğin inhiraflarından kurtulmuş olsalar da iman benliklerine tam anlamıyla sinmemiştir bunların. İğreti bir elbise gibidir iman üzerlerinde. İmanını amelle benliğine sindiremeyenler, hiç kimseye hiçbir şey veremezler. Bu durumdan kurtulmak için insan maddî beslenmesine dikkat ettiği gibi mânevî beslenmesine de dikkat etmelidir.[2]
* * *
İ'lem Eyyühel-Aziz! İmana ait bilgilerden sonra en lâzım ve en mühim a'mal-i sâlihadır. Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir.[3]
* * *
Kur’ân’a göre iman, olmazsa olmaz bir asıl ve bir esas; islâm ise onun, insan tabiatının bir derinliği haline gelmesinin biricik yoludur. Burada şu hususu da hatırlatmakta yarar var: İmanın temeli ve mahall-i inkişafı kalb ve vicdan olmakla beraber, İslâmiyet adına Allah nezdinde aranan diğer bir önemli esas da, vicdanî böyle bir kabulün yanında salih amel ve ahlâk-ı hasenedir.
Evet, Müslüman olabilmek için, her türlü şirk ve şirk şâibesinden uzak durmak gerektiği gibi; samimiyetle kalbini Allah’a bağlama, ibadetlerini Allah’ı görüyor veya O’nun tarafından görülüyor olma mülâhazasıyla yerine getirme, içtimaî davranışlarını İslâm’ın öngördüğü ahlâk-ı hasene çerçevesinde ortaya koyma da islâmî ruhun insan hayatına değişik tecelli boyundaki yansımalarından ibarettir.
Aslında, Cibril hadisinde de ifade buyurulmuş olan, iman, İslâm ve ihsana ircâ edebileceğimiz yukarıdaki hususlar aynı hakikatin zâhir, bâtın farklılığı çerçevesinde, birbirinin lâzımı ve bir vâhidin –imanın temel esas olması mahfuz– ayrı ayrı derinliklerinden ibarettir. Bâtın zâhiri istemekte, onunla beslenmekte; zâhir de bâtına dayanıp onun üzerinde temellenmekte ve amelî olan, her zaman nazarînin ruhunu, özünü seslendirmektedir.
Aslında bir şeye ne şekilde inanılmışsa bütün hareket ve faaliyetler de o inancın ruhuna uygun cereyan eder ve hey’et-i içtimaiye de işte bu tür tavır, davranış ve aktivitelerle şekillenir. Bu itibarla da, sağlam iman eden ve imanını salih amellerle tabiatının bir derinliği hâline getiren her mü’min, hakikat aşığı, hakperest, adil, dürüst, emin, güzel ahlâk örneği, ilim ve mârifet yolcusu, dinin cazibe-i kudsiyesine sımsıkı bağlı ve milletlerarası muvazenede hâkim bir unsur olma tutkusuyla oturup kalkar/oturup kalkmalıdır ve bu mefkûreyi gerçekleştirmeden de bir an geri durmamalıdır.
İman amel-i sâlihle desteklendiği, mü’min de ibadetle beslendiği nispette ancak Allah’a yakın durabilir, yakınlığını koruyabilir ve O’nun hoşnutluğunu kazanabilir. Aksine, ibadetle beslenip desteklenmeyen bir iman kendi gücünü tam gösteremeyeceği gibi, ubudiyeti olmayan bir mü’minin de hiç devrilmeden hep ayakta kalabilmesi çok zordur.
İmandan kaynaklanmayan iyi davranışlar bir kısım rastlantıya işlerdir ve temâdîleri de kat’iyen söz konusu değildir.. ve hele asla istikbal vaad etmezler. Amelsiz iman da tamamen desteksiz, sarsılıp yıkılmaya maruz, inkişafı imkânsız ve bir mânâda nazarî bazı kabullerden ibaret sopsoğuk bir taklittir. Din-i hak da dediğimiz İslâm; bu iki hakikatin bütün usul ve fürûuna yürekten inanmanın yanında, Kur’ân’la gelen her sorumluluğu uygulamanın muazzez unvanıdır.[4]
* * *
مَنْ عَمِلَ بِمَا يَعْلَمُ وَرَّثهُ اللهُ عِلْمَ مَا لَمْ يَعْلَمْ
"Kim bildiklerini pratiğe dönüştürürse, Allah ona bilmediklerinin ilmini ihsan eder." (Hilyetü'l-evliya, 10/15)
Yani Allah onların bildiği biri bin yapar, bildiklerine bereket katar ve onlara bilmediklerini de öğretir. Semâdan gelen ilham esintilerini onların kalplerini âdetâ bir semâ haline getirir.. ve onlar bu bildiklerini harfiyen tatbik etmekle, semâya doğru yükselen “kelime-i tayyibe” merkûbunu bulur ve yükseldikçe yükselir.[5]
* * *
Nazârî planda ilim, mebâdîden sayılır ve irfan, onun amelî bir semeresidir. Ârife gelince o, icmâlî ilmini ameliyle derinleştire derinleştire, ibadetini ubûdiyet-i hâliseye, ubûdiyetini de ubûdet-i mahzâya çevirebilmiş öyle bir aksiyon insanıdır ki, وَماَ خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلاَّ لِيَعْبُدُونِ fermân-ı sübhânîsince, Allah’ı dosdoğru tanıyıp bilmeye çalışır ve bu bilgiyi derin bir kulluk şuuruyla tabiatına mâlederek, daha doğrusu tabiatının en önemli bir derinliği hâline getirerek hilkatin gâyesi ve fıtratın neticesi istikametinde ölesiye gayretler sergiler. Böyle mütemâdî gayretlerle o, sürekli kendini yeniler.. Hak’tan başka her şeye bütün bütün kapanarak her an ayrı bir neşve ile O’na yönelir.[6]
[1] M. Fethullah Gülen, Şekilcilik Ağındaki Dinî Hayat veya Kültür Müslümanlığı, YAŞATMA İDEALİ, s. 175-177
[2] M. Fethullah Gülen, İnançta Derinlik, GURBET UFUKLARI, 22-23
[3] Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevî-i Nuriye, Zeylü'l-Hubâb
[4] M. Fethullah Gülen, İslam’a İcmali Bir Bakış, KENDİ DÜNYAMIZA DOĞRU, s. 176, 187
[5] M. Fethullah Gülen, SONSUZ NUR, 1/93
[6] M. Fethullah Gülen, Arif, KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ, 4/186
Not: Bu dosya, 17 Temmuz 2014 tarihinde Mehtap TV’de “Çizgimizi Hecelerken” programında müzakere edildi.
- tarihinde hazırlandı.