Hakikat aşkı ve mes’uliyet
Cehalet, Allah’ın hoşlanmadığı bir durum; cahil de, Allah’ın, Kur’an’ın ve İslamiyet’in sevmediği bir tiptir. İnsanlığını müdrik hiç kimse cehalete razı olmaz. Din-i Mübin-i İslam’a göre cahil, kendi azametine göre Allah’ı bilmeyen insan demektir. Onun için Ebû Cehil, devrine göre çok kültürlü olmasına rağmen kendisine “cehaletin babası” manasına Ebu Cehil denmiştir. Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem), Allah’ı bilme mevzuunda minarenin başında iken, Ebu Cehil kuyunun dibinde duran bir bahtsızdır. Efendimiz, “Ebu’l-irfan” ve “Ebu’l-ilim”; o ise “Ebu’l-cehâle”dir; yani cehaletin babası. İlim ve cehalet bu manada mütekabildirler.
Herkes bu dünyada marifetini artırma mükellefiyeti altındadır. Bizim, kitap okumak, kâinatı tefekkür etmek ve ibadet ü taatte bulunmak suretiyle kalbî hayatımızı inkişâf ettirme mükellefiyetinde olduğumuzu Kur’an ifade ediyor. Mesela, Kur’an, bir yerde, “De ki: Dünyayı gezin dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını araştırın. Kudret-i Sâni’i müşahede edin.” (Ankebût, 29/20) buyurur. Başka bir yerde: “İnsan, yiyeceği şeye bir baksın.” (Abese, 80/24) der. Evet, İnsan, gözünü yumup geçemez; nebatattan, meyvelerden, ağaçlardan ve hayvanattan aldığı gıdaların nasıl hâsıl olduğu konusunda Allah gökten yağmur indiriyor. Bu yağmurla, her şeye farklı bir lütufta bulunuyor. Güneş ışınları, oksijen ve hidrojenle birlikte yeşil bitkilerle etkileşime geçiyor. Bunun sonucunda ise bitkilerin, hayvanların ve insanların istifadesine olarak O (cc), neler neler lütfediyor. Bunu ifade sadedinde Kur’an, “Gökte rızkınızın vesileleri vardır.” (Zâriyât, 51/22) buyurur. Gökten sadece yağmur değil, daha neler neler iniyor, iniyor da yer şak şak oluyor; filizler başak ve meyveye yürüyor binlerce nesne, kimisi ot kimisi ağaç halinde semalara doğru ser çekiyor ve dal-budak salıyor. Allah, Kur’an’da sık sık tafsilatıyla üzüm, hurma… gibi enva-i çeşit nimetleri nasıl yarattığını anlatır. Bunları niçin yarattığını da şöyle ifade eder: “Bütün bunları hem sizin hem de hayvanlarınızın rızkı için yaptık.” (Abese, 80/32) Bütün bunlar Allah (cc)’ı hatırlatan deliller ve ayetlerdir.
Kalbî ve ruhî inkişâf
Kur’an-ı Kerim, çok yerde irfanımızı artırsın diye âyât-ı tekviniyeye (yaratılışlarıyla Allah’ı gösteren ayetlere) dikkatimizi çeker ki, kalbî ve ruhî inkişafımız için bunlar çok önemlidir. Bunu böyle bilmeyen hayatını heder etmiştir ve ahirete gittiği zaman da cennetin nimetlerinden, bu dar irfan ölçüsünde yararlanacaktır. Hatta o, cennette Zât-ı Bâri’yi de bu dar irfan kalıpları içinde müşahede edecektir. Bundan dolayı ister âfâkî ve enfüsî tefekkür ve tahlil, ister Kur’an-ı Kerim’i okuma isterse ibadet ü taatle ruhu inkişaf ettirme bizim için asla vazgeçilmezlerdendir. Zira bu sayede insan, hayvâniyetten çıkacak, cismaniyeti bırakacak, kalb ve ruhun derece-i hayatına yükselerek cennete ehil hale gelecektir. Öyle ise bizler, Cenab-ı Hakk’ın cennetteki nimetlerinden, zevkleri gelişmiş ve her şeye vâkıf bir şekilde istifade etmeye ve Zât-ı Bâri’yi öyle müşahede etmeye şimdiden hazırlanmalıyız ki, ötede ah-vah etmeyelim. Yoksa insan, burada bir çoban gibi yaşarsa, -çoban derken, dağın başında görgüsüz, bilgisiz, bir vadide koyunlarıyla meşgul, hiçbir incelik ve nezaket bilemeyen bir insandan bahsediyoruz; maksadımız hakaret değil- orada da o şekilde haşrolur. Belki cennete girer, ama o zevk kaynaklarından istifadesi de bu dünyadaki seviyesine göre olur. Bu itibarla insanın gerçek insanlığı onun marifetiyle doğru orantılıdır.
Eskiden, ordudan yetişme subaylar oluyordu. Nefer olarak orduya giriyor, sonra onbaşı, çavuş, başçavuş… şeklinde yükselip gidiyordu… Ve bu insanın, emri altındakilerin sayısı arttıkça mesuliyeti de artıyordu. Binaenaleyh İmam Gazali’nin mes’uliyeti ile herhangi bir Müslüman’ın mes’uliyeti bir değildir. Onunla bizim mes’uliyetimiz tartılsa, terazinin ona ait kefesi yere inerken bizimki yıldızlara fırlayacaktır. İmam Gazali, kendi irfan ve anlayış ufkuna göre Allah indinde muaheze edilecek ve mükâfat görecek; sıradan bir insan da irfanı kadar mükâfat ve cezaya maruz kalacaktır. Herkes kendi irfanına göre, Allah’ı ne kadar tanıyorsa Allah’a o kadar hesap verecektir.
Ceza ve mükâfat, irfana göre olunca, bir mertebedeki insan, kalbinden geçen hatarâttan (hayaller, düşünceler) ötürü tokat yerken, başka bir mertebede ki ise seviyesine göre muamele görecektir. Birileri için gözün harama ilişmesi değil, sadece kalpten geçen “Acaba harama baksam ne olur?” düşüncesi hemen tokat yemeye sebep olur. Bir başkası, gece yatarken duasını okumadığından, sabah ve akşam Muavvizeteyn’i terk ettiğinden daha bir başkası ise daha ciddi ihmallerine göre muamele görecektir. Her şeyin doğrusunu en iyi Allah (cc) bilir.
İmansız amel fayda verir mi?
Bir insanın cennetlik olabilmesi, her şeyden önce onun imanlı olmasına bağlıdır. Vakıa dinî zaviyeden insanlara faydalı olmak çok hayırlı ve şerefli bir iştir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde, “İnsanların Allah nezdinde en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır.” buyururlar. İster dünya, isterse ahiret işlerinde insanlara faydalı olan bir kimse, Allah nazarında da makul bir insandır.
Henüz Kur’an nazil olup insanlara doğru ve yanlışı kâmilen anlatmadan evvel, akıllı kadın Hazreti Haticetü’l-Kübra (radıyallâhu anha), Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’i ilk vahyin heyecanlarında, “Sen insanlara faydalı olur, yetimler için koşar, miskinlerin elinden tutar, dul kalmış kadınlara yardım edersin. Allah seni zayi etmez.” diye teselli etmişti. Demek ki, muhtaçların yardımına koşan, dul kadınlara destek olan, miskinlere el uzatan... hâsılı insanlara faydalı olan insanların Allah tarafından zâyi edilmeyeceği, kadimden beri dinler arasında inanılan bir husustu. Ne var ki cennete girmek için bütün bunların bir şart-ı evveli vardır. O da, hayırlara zemin olabilecek manyetik bir alan icat etmektir. İşte o manyetik alan da, imandır
İmanı olmayan bir insanda, karşı taraftan gelen şeyler ma’kes bulamadığından, istifade de söz konusu değildir. İstifade edemez ama o, tamamen diğer mütemerrid firavunlar gibi de olmaz. Bu şekilde insanlara faydalı olan bir insan, imansız giderse, belki azabı hafif olur. Nitekim en zor şartlar altında Ebu Talib, kırk sene Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem)’e hizmet etti. Hizmetini etti, ama vefat edip bu dünyadan giderken son sözü, “Abdülmuttalib’in dini üzerine ölüyorum.” oldu.
Edison ve Einstein gibi insanlığa faydaları olmuş insanların âkıbetinin merak edildiği anlaşılıyor. Eğer, Edison imanla gittiyse –inşallah- cennete gider. Nitekim onun vefatı esnasında doktorunun kulağına “Öbür taraf cidden çok hârikulade” dediği anlatılıyor. Demek ki o –bu söz doğru ise- mâverâ-i tabiatı ve berzah âlemini müşahede etmiş, dolu dolu imanla Allah’ın huzuruna gitmişti. Rahmet-i İlahi’den ümit ederiz ki, Cenab-ı Hak, burada vapuru kaçırmış insanları lütfuyle farklı şekilde öbür sahile götürsün.
Haftanın duası
Ey merhameti her şeyi kuşatan Rabb’imiz! Sen, kendisinden istekte bulunulacak yegâne Zât, her konuda yardımı ümit edilecek ve dergâhına koşulacak biricik mercîsin... Duama icabet buyur ey Rahîm ü Rahmân! Şu âciz bendeni eli boş, ümidi kırık, zavallı ve perişan bırakma. Sadece korktuğum tehlikelerden değil, hiç sezemediğim, tahmin bile edemediğim ve dolayısıyla da endişe duymadığım musibetlerden de beni emin eyle.
Sözün özü
Kur’an-ı Kerim’i tefsir ederken her zaman dengeli olunmalıdır. Meselâ insan anatomisinin ortaya koyduğu en son buluşlarla Kur’an’ın bir âyeti omuz omuza verse, bu âyet, o ilmî hakikatle telif edilirken ve bu telif ışığında tefsir yapılırken mutlaka çok dikkatli ve ihtiyatlı olunmalıdır. Değişik ihtimalleri hiç hesaba katmadan kesinlik kazanmamış bir meselede ‘Bunun manası sadece budur’ denilmemelidir.
Not: Bu metinler, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, 1970’li yıllarda cami cemaatinin sorularına verdiği cevaplardan derlenmiştir.
- tarihinde hazırlandı.