Allah’ın sonsuz kudreti ve tecellileri

Fethullah Gülen: Allah’ın sonsuz kudreti ve tecellileri

Kudret-i İlahi karşısında, bir zerre ile güneşin yaratılması arasında fark yoktur… Evet, mikrobun yaratılmasıyla filin yaratılması kudret açısından birdir. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de; “Allah’ın emri bir şeye taalluk ettiğinde, O, bir şeyi dilediğinde, ona ‘Ol!’ deyiverir. O da hemen oluverir.” (Yâsin, 36/82) beyanıyla bunu ifade etmektedir. Cenab-ı Hakk’ın yaratması âlem-i halk ve âlem-i emre birden mütealliktir. O, bir şeyi yapacağı zaman insanlar gibi eliyle müdahale ederek yapacağını yapmaz. O’nun icraatı bir “Ol” demeye bağlıdır.

Allah’ın, eşyanın melekût tarafında kudretini gösteren kanunları ve bu kanunlarla bir kısım icraat-ı Sübhaniyesi söz konusudur. Bu tür neticeler, zahiren sebeplerin eliyle meydana geliyor zannedilir. Haddizatında bunlar Allah tarafından meydana getirilmektedir. Cenab-ı Hakk’ın kudretine göre büyük-küçük, az-çok eşittir. Bu da bir terazinin iki kefesiyle anlatılıyor ki, biz buna “Tesâvi-i tarafeynden ibaret olan imkân” diyoruz. Burada evvela, “imkân” kavramını iyi anlamamız lazımdır. Yaratılmadan evvel eşyanın varlığı “mümkin”dir yani olabilir de olmayabilir de. Eşya, “mümkinü’l-vücut”, Allah ise, “Vâcibü’l-Vücut”tur; yani varlığı kendindendir. Allah’ın varlığı mevzuunda değişik ihtimaller söz konusu değildir. O’nun hakkında imkânın lafı edilmez. Mahlûkata gelince, onlara “mümkinü’l-vücut” diyoruz ki, varlık ve yoklukları eşit demektir.

İnsan,  camit (cansız varlık) olabileceği, ağaç olabileceği, hayvan olabileceği, insan olup da kâfir kalabileceği gibi hususlarla maluldür… Evet, insanın, hayat yolunda çeşitli kıyafetler, kılıklar ve yollar bahis mevzuudur. Bunlardan birisini seçmesi, mümkün olan yollardan birini intihap etmesi demektir. Mesela, bir insanın elinde kereste ve onu yontabilecek aletlerin olduğunu var sayalım. Bu kereste, bir cami minberi, tahtadan bir mihrap, oturduğumuz evin altına döşeme veya daha benzeri başka şeyler olmaya müsait bir nesnedir. Bunu insan iskeleti şekline getirip, eğer yapabilsek -farz-ı muhal- hayat üfleyebileceğimiz bir canlı yapmak da mümkündür. “Muhal farz” dedikten sonra bunu söylemekte bir sakınca olmasa gerek. Bütün bu mümkün yollar içinde irademizi kullanarak bunlardan birisini yapabiliriz. İşte bu çeşitli imkânât yolları içinde, sadece belli bir noktaya yönelmemiz ve bunlardan bir tanesini tercih etmemiz için irade kâfi bir sebeptir ve başka bir şey aramaya lüzum yoktur. İşte biz, muhtemellerden birini seçmeye  “Tesâvi-i tarafeyn - İki tarafın eşit olması” diyoruz.

Terazinin bir kefesine Everest Tepesi gibi büyük, diğer tarafına da çok küçük bir cisim koyalım. Bu iki farklı ebattaki cismi koymamıza rağmen terazi dengede ise bu kefelerden birine küçük bir cisim koyduğumuzda, diğer taraf yukarı fırlayacak, beriki de aşağıya inecektir… Evet, böyle bir denge durumunda küçük bir müdahale terazinin kefelerindeki muvazeneyi bozmaya yetecektir. Burada terazinin her iki kefesinin birbirine eşit olması, mümkün olan iki tarafının birbirine eşit olmasına misal olarak anlatılıyor. Terazinin kefelerinden birine bir şey koyma ise, bunlardan birinin tercihi demek oluyor.

Her şey O’nun dilemesiyledir

Cenab-ı Hakk’ın eşya üzerindeki tasarrufu, onları yok iken var etmesidir. Eşya henüz yok iken, onun var olması da yok kalması da mümkündür. Birbirine eşit olan bu iki yönden birini Cenab-ı Vacibü’l-Vücut Kendi iradesi ile ihtiyar buyurduğunda var olma tarafı, var oluyor. Yok olma tarafını tercih buyurursa, yok oluyor. Bu ince sırrı ifade için Efendimiz, “Meşîet-i İlahi, neye ‘olsun’ diye taalluk ederse o, olur. Neye de ‘olmasın’ diye taalluk ederse o, olmaz.” buyururlar.

Burada, terazideki denge sözüyle, Cenab-ı Hakk’ın kudretinin külle ve cüze eşit olarak tecelli etmesi anlatılıyor ki, bu çok önemlidir. Cenab-ı Hakk’ın emir, irade ve meşîetinin, eşyanın melekût tarafına tecellisi konusunda her şey berrak ve dupduru haldedir. Eşyanın mülk tarafı ise melekût tarafındaki tecellinin bir eseri ve neticesidir. Cenab-ı Hak, kanunları yaratır, bu kanunları yaratmanın neticesi olarak, eşya yine Cenab-ı Hakk’ın kudretinin ve iradesinin taalluku içinde meydana gelir. Binaenaleyh eşyanın melekût tarafına tecelli etmede, Cenab-ı Hakk’ın kudretine göre kül-cüz, az-çok müsavidir. İmkânın her iki tarafı da denk ve eşittir.

Mesela, Cenab-ı Hak, yarattığı bazı materyalleri kullanarak, ağaçları ve bitkileri yaratıyor. Keza, bazı malzemelerden insan yarattığı gibi, bazılarından cehennem, bazılarından da cennetler inşa ediyor. Bütün bu tercihlerde Vacibü’l-Vücut, emir ve iradesiyle sel gibi akan eşyayı şekillendirmeye tabi tutuyor. Eşya O’nun (cc) ilim ve meşîeti çerçevesinde sel gibi akıp giderken O (cc), kudret ve iradesiyle bunlardan muhtelif şeyler yapıyor. Bundan dolayı ortaya insanlar arasında dahi farklı tipler, çeşitli anlayışta varlıklar çıkıyor.

Kur’an’da ‘Biz’ denilmesi

Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde Cenâb-ı Hak Zâtından “Biz” ifadesiyle bahsediyor. Mesela, “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde, en mükemmel surette yarattık.” (Tîn, 95/4) ayetinde olduğu gibi Allah, insanı ahsen-i takvime mazhar olarak yarattığını anlatırken “Biz” ifadesini kullanır. Adeta insan, kâinatın takvimi ve bütün yüce manalar kendisinde toplanmış bir fihrist gibidir. Akif, “Muhakkar bir vücudum!’ dersin ey insan” diye başladığı bir şiirinde insana, “Senin mahiyetin hatta meleklerden de ulvîdir / Avâlim sende pinhândır, cihanlar sende matvîdir” diye seslenir. O, şiirin başına Hz. Ali’ye isnat edilen, “Kendini küçük bir cirim görüyorsun. Hâlbuki bütün âlemler sende gizlidir. Sen bütün hakikatlere bir fihristsin.” sözlerini alır. İnsan öyle mükemmel yaratılmıştır ve Cenâb-ı Hak da onun yaratılmasıyla alakalı kemâl-i azametini ifade eden “Biz” sözüyle bu tasarrufu anlatmaktadır.

Arap dilinin karakteristik bir özelliği olarak “Biz” denilecek yerde “Ben”; “Ben” diyecek yerde de “Biz” denilebilir. Bu itibarla bazı yerlerde Cenab-ı Hak “Ben” derken bazı yerlerde de “Biz” der. Dil bakımından bu ikisi arasında fark yoktur. Fark gözetilse de, muhteşem saltanat sahibi birisi “Biz” dediği zaman Araplar bunu belagate uygun görürler. Aksine sıradan bir insan “Biz” dediği zaman da bunu gurur ve kibir sayarlar. Bu, Arapçanın karakteristik bir hususiyetidir.

Cenab-ı Hakk’ın, saltanat-ı âmme hesabına hitapta bulunduğu zaman, azamet ifade eden “Biz” sözüyle bu hususu ele aldığı görülür. O’nun mahlûkatla konuşması ya hususi olarak vicdanlara ilhamlar şeklinde ya da bütün insanlığı veya mahlûkatı ilgilendiren nübüvvet sahibine vahiy şeklinde olur. Bu konuşmalar ya saltanat-ı âmme hesabına veya hususi bir fertle mükâleme şeklinde cereyan eder. Mesela, Hazreti Musa’nın hususi kurbiyet istemesi ve müşahede arzusu üzerine Cenab-ı Hak onunla muhaveresi esnasında, “Ben senin Rabb’inim” (Tâhâ, 20/12) diye hitap etmektedir.

Haftanın duası

Ey merhameti her şeyi kuşatan Rabb’imiz! Sen, kendisinden istekte bulunulacak yegâne Zât, her konuda yardımı ümit edilecek ve dergâhına koşulacak biricik mercîsin... Duama icabet buyur ey Rahîm ü Rahmân! Şu âciz bendeni eli boş, ümidi kırık, zavallı ve perişan bırakma. Sadece korktuğum tehlikelerden değil, hiç sezemediğim, tahmin bile edemediğim ve dolayısıyla da endişe duymadığım musibetlerden de beni emin eyle.

Sözün özü

Kur’an’ın kullandığı aynı üslûp, bugünün Yahudi ve Hıristiyanları için de kullanılacak diye bir şart, bir mecburiyet olamaz. Kur’an’ın tavrı şahıslara değil, yanlış davranış, yanlış düşünce ve gerçek karşısında ayak direyip, düşmanlık üretme ve tasvip edilemeyecek sıfatlara karşıdır. Bu sıfatlara karşı çok daha sert ifadeleri bizzat Tevrat’ta ve İncil’de de görmek mümkündür.

Not: Bu metinler, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, 1970’li yıllarda cami cemaatinin sorularına verdiği cevaplardan derlenmiştir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.