İçten bir münâcât
Hz. Yunus bin Metta, Musul yakınlarında bulunan Ninova ahalisine gönderilmiş bir peygamberdir. O (aleyhisselam), putlara tapan Ninova halkını senelerce Allah’a imana ve ibadete dâvet eder. Kavmi ise ona iman etmedikleri gibi pek çok eza ve cefada bulunurlar. Yıllar ve yıllar yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan onları hak dine davet edip, iman etmedikleri takdirde üzerlerine Allah’ın azabının gelebileceğini hatırlatır. Halk bu uyarıya da kulak asmaz. Belanın gelebileceği işaretine binaen -ayrılmasıyla alakalı açık bir emir gelmeden- üzüntüyle oradan ayrılır. Aradan birkaç gün geçtikten sonra gökyüzü kararır, şehri simsiyah bir duman kaplar, Ninovalılar telâşlanır ve herkes bir korkuyla sarsılır. Allah’ın azabının üzerlerine geldiğini anlarlar ve pişmanlık duyarak tevbe ile Allah’a yönelirler. Cenab-ı Erhamu’r-Râhimîn de onların tövbelerini kabul eder ve o azabı üzerlerinden kaldırır.
Bu arada şehirden ayrılan Hz. Yunus aleyhisselam ise Dicle Nehri kenarındayken yolcularla dolu bir gemiye biner ve gemi hareket edip kıyıdan uzaklaşır. Bir müddet gittikten sonra gemide bazı problemler belirir. Bunun üzerine kaptan veya başka biri, “Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden başımıza bunlar geldi.” der ve bu suçlunun tespiti için kur’a çekilir. Çekilen kur’alar her defasında Hz. Yunus’u gösterir. Bunun üzerine onu denize atarlar. Denize atılan Yunus aleyhisselamı Cenab-ı Hakk’ın emriyle bir balık yutar. Balığın karnında Hz. Yunus, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” ifadeleriyle Allah’ı (cc) tesbih u takdiste bulunur. Bu dua ve tesbih, onun kurtuluşuna vesile olur.
Esasen bir insanın, ülkesinden ayrılıp bir yere gitmesi günah değildir. Ancak Hz. Yunus bir peygamberdir ve mukarrebindendir. Allah’a yakın olan insanlar, yakınlığın gereği -tabiri caizse- başlarını kaşımak isterken bile bunu izinle yapmalıdırlar. İşte bu zelleden dolayıdır ki Cenab-ı Hak onu, tebcil edalı te’dip etmiştir. Onun, yaşadığı yerden ayrılıp deniz kenarına gelmesi, orada bir gemiye binmesi, gemiye binmesiyle orada olağanüstü şeylerin olması, kur’a çekilmesi, kur’anın her defasında ona çıkması, bunun neticesinde denize atılması, denizde bir balık tarafından yutulması ve bununla birlikte balığın karnında yaşaması, bütün bunlar asla bir tesadüf değildir. İşte bütün bunların farkında olan Hz. Yunus aleyhisselam balığın karnında “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” demiştir ki bu ifade bir manada şu anlama gelmektedir: “Ey Mabud-u mutlak ve maksudun bi’l-istihkak! Sen’den başka ilah, hâkim, hükmü nâfiz ve hâmi yoktur. Seni tesbih u takdis ediyorum. Sen, noksan sıfatlardan münezzeh ve müberrasın. Şu an içinde bulunduğum durumda bana tabiatın ve esbabın herhangi bir tesiri ve yardımı olamaz. Bu denizin dalgalarına kimse hükmedemez; balığa kimse sözünü geçiremez; şu karanlıktan kimse beni kurtaramaz. Bütün bu esbaba hükmedecek yalnız Sensin. Bu itibarla esbaba tesir-i hakiki vermeyerek yalnız Seni tenzih edip Sana sığınıyorum. Müsebbibü’l-esbab Sensin; ben nefsime ve kendi kendime zulmettim...”
- Allah’a yakın olan insanlar, yakınlığın gereği -tabiri caizse- başlarını kaşımak isterken bile bunu izinle yapmalıdırlar.
- Hemen her büyük zât, bir sürçme karşısında “ben nefsime zulmettim” anlamındaki ifadelerle Allah’a yalvarmıştır.
- Her şeyin anahtarı Allah’ın elindedir. O isterse her şey rahatlıkla olur. İstemezse, en rahat şeyler dahi çok çetinleşir.
Esasen “Ben nefsime zulmettim” cümlesi, her büyük müminin duasını noktaladığı bir ifadedir. Hz. Âdem, kâkülünün dağıldığı ve Rabb’isinin yüzüne bakamaz hale geldiği zaman “Rabb’imiz nefsimize zulmettik.” (A’raf, 7/23); Hz. Musa aleyhisselam, belaya maruz kaldığında ise “Rabbim kendime zulmettim, beni mağfiret et.” (Kasas, 28/16) demişti. Evet, hemen her büyük kâmet-i bâlânın böyle bir sürçme karşısında “nefsime zulmettim, haksızlık yaptım, yanlış adım attım” anlamındaki ifadelerle Allah’a yalvardıklarını görürüz.
Sen’den başka ilah yok
Üstad’ın da dediği gibi “Lailâhe illâ ente” cümlesiyle istikbale bakılmaktadır. Bu ifade, “Senden başka mabud-u bi’l-hak, maksud-u bi’l-istihkak yoktur. Geleceği, hakkımızda aydınlatacak Sensin. Ben halkımın kalbine Senin envar-ı marifetini koymaya çalıştım. Ancak onlar bunu almamak için direndiler. Aslında bu hakikati onların kafalarına yerleştirecek olan Sendin ve beni yalnız bir sebep kılmıştın.” anlamına gelir. Bu dua, öyle tesirli olmuştu ki, Hz. Yunus memleketi Ninova’ya döndükten sonra yüz bin insan birden ona iman etmişti.
Evet, “Kalbleri tenvir edecek, aydınlatacak olan O’dur. Her şeyin zimamı ve anahtarı O’nun elindedir. O isterse her şey rahatlıkla olur. İstemezse, en rahat şeyler dahi çok çetinleşir.” Binaenaleyh bu ifade, Hz. Yunus’un şahsında bizlere de bir şeyler söylemektedir. Günümüzde iç içe düşmanlar, müminlerin etrafını çepeçevre sarmış; buna mukabil esbap bütün bütün sukût etmiş, inananlar ise adeta eli-kolu bağlı meflûç durumda gibi bir halleri var. Bu açıdan onlarla, dünya çapındaki düşmanları arasında kuvvet dengesi katiyen söz konusu değil. İşte bütün bunlardan ötürü “La ilâhe illâ ente”nin içinde şu mana da vardır: “Allah’ım! Bu kadar ağır şartlar altında bütün zararlıları defetmek, bütün menfaatli şeyleri celbetmek Sana mahsustur. Yoldan çıkan kimselere akıl vermek Sana ait bir şeydir. Bu mevzuda bize de sabr-ı cemil ver.”
Mümin, “Lâ ilâhe illa ente” derken hem bu manayı, hem de bu sözün Hz. Yunus’un hayatında nasıl o müthiş harikalara vesile olduğunu düşünmeli ve kendi hayatında da -inşallah- pek büyük hayırlara vesile olacağına inanmalıdır.
Ben nefsime zulmettim!
“Sübhâneke” kelimesi şu manaya gelmektedir: Hz. Yunus aleyhisselam denize atıldığı anda; deniz, balık, gecenin karanlığı, çeşit çeşit zulümat ve düşmanları adeta onun aleyhinde ittifak etmiş gibi bir husus söz konusuydu.
Bu durumda Hz. Yunus’un öyle bir zâta teveccüh etmesi lazımdı ki, o zâtın hem denize, hem balığa, hem de gecenin karanlığına hükmü geçsin. Bu da bilkülliye esbabı nefyedip ızdırar haliyle Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmekle olacaktı. İşte tam da bu noktada Hz. Yunus “Sübhâneke” demişti ki, bu söz, “Ben bütün esbabı tesirden azlettim. Her şeyden sıyrılarak sadece ve sadece Sana döndüm. Sen tutarsan kurtulurum. Sen bırakırsan batarım.” anlamına gelmektedir.
“İnnî küntü minezzâlimîn”e gelince; bu ifadeyle, müminler, Cenab-ı Hakk’ın, kendi nefislerine nazar-ı merhametini celbetme adına şöyle demektedir: “Ya Rabbî! Biz, hemen çoğumuzu aldatan ve şaşırtan duygularla donatılmış varlıklarız. Yer yer şehvetimiz ve öfkemiz galebe çalabilir.. Sabırsızlık bize hükmedebilir ve biz bütün bununla nefsimize zulmetmiş olabiliriz. Bu perişaniyetimizi Senin huzurunda dillendiriyor, takatsizliğimizi ve güçsüzlüğümüzü seslendiriyor, elimizden bir şey gelmediğini ifade ile Senin sonsuz kuvvetine sığınıyoruz. Nazar-ı merhametini bizlerden esirgeme; Senin gibi merhametli bir Zât, bizim gibi defalarca düşmüş kalkmış kimselere imdat etmezse onları kimse kurtaramaz. İşte bizim bu halimizi, Senin de o mübarek, mukaddes, müberra, muallâ ve münezzeh hususiyetini Sana arz ediyor, hakkımızda nazar-ı merhametini diliyor ve dileniyoruz.” Evet, işte bu şekilde düşündüğümüz takdirde, Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametini celbetmiş oluruz.
Evet, Yunus bin Metta üç tane mübarek kelime içinde, ancak her birerleri dünya ve ukba kapıları açacak kelimelerle hissiyatını, bir nebiye yakışır şekilde Rabbi’ne takdim etmiş ve bu duayı okur okumaz sırlı bir elektrik düğmesine dokunur gibi balığın karnı onun için bir tahte’l-bahr (denizaltı) olmuş.. ve bu tahte’l-bahr onu sahil-i selamete çıkarmış..
Haftanın duası
Ey selamet ve esenliğin kaynağı, biricik melceimiz, yegâne Rabb’imiz! Simalarımızı ve dünyanın dört bir bucağındaki kadın-erkek bütün kardeşlerimizin, sevenlerimizin, sevdiklerimizin nâsiyelerini esmâ-i hüsnanın ve sıfât-ı sübhaniyenin nurlarıyla tenvîr buyur ve pırıl pırıl hale getir.. Hepimizin üzerine marifet tecellîlerini yağmurun semadan inmesi gibi sağanak sağanak indir.. Amin.
Sözün özü
Çocuk eğitimi için anne ve babanın yetiştirilmesi de çok önemlidir. Baba babalığını, anne de anneliğini bilerek kendilerine düşen vazifeleri bihakkın yapmalıdırlar. Bir anne, çalışıyor bile olsa, akşam eve geldiğinde çocuğuna anne şefkatini dolu dolu yaşatmalıdır. Anne ve baba şefkatinden mahrum çocuklar, içinde bulundukları toplumdan kopuk yaşar, hatta zamanla toplum düşmanı bile olabilirler.
- tarihinde hazırlandı.