Allah Resûlü’ne Salât u Selâm
Soru: Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) değişik vesilelerle bizleri kendisine salât u selâm getirmeye teşvik etmesini nasıl anlamalı ve O’nun bu emrini nasıl yerine getirmeliyiz?
Cevap: Soruda da ifade edildiği gibi Allah Resûlü (sallâllahu aleyhi ve sellem), birçok hadislerinde kendisine salât u selâm getirilmesini teşvik etmiştir. Mesela bir yerde şöyle buyurur: “Kıyamet günü insanların bana en yakın olanı, bana en çok salât ü selâm getirenidir.” (Tirmizî, vitir) Başka bir hadis-i şeriflerinde yanında kendi adı anıldığı halde salât ü selâm getirmeyen kimseleri “cimri” olarak niteler. (Tirmizî, daavât 101)
Bazı hadislerinde ise kendisine nasıl salavat getirileceğini talim eder. Mesela ezan bittikten sonra, اللّهُمّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ، وَالصَّلاَةِ القَائِمَةِ آتِ مُحَمَّدًا الوَسِيلَةَ وَالفَضِيلَةَ، وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي وَعَدْتَهُ “Ey bu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın sahibi! Hz. Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın Cennet’te makamını yükselt ve O’na fazilet ver. O’nu, kendisine vadettiğin makam-ı mahmuda, yüce makama ulaştır.” şeklinde dua eden kimsenin, şefaatine nail olacağını bildirir. (Buhârî, ezân 8)
Salavat okurken istediğimiz, Efendimiz’e vaadedilen yüce makam, İsrâ sûresinde (17/79) zikri geçen makamdır. Allah Resûlü, bu makamın şefaat makamı olduğunu da ifade buyururlar. (Buhârî, tevhid 24; Tirmizî, tefsîru’l-Kur’ân, İsrâ sûresi) Yani aslında, bizden kendisine salavat getirmemizi istemekle Efendimiz (sallâllahu aleyhi vesellem), bununla ötelerde ümmetine ve tüm insanlığa el uzatabilme imkânlarını istiyor. Dolayısıyla yine burada da kendini değil, ümmetini ve bilcümle beşeriyeti düşünmekte, onların saadeti adına bir talepte bulunmaktadır.
Peygamber Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) bu gibi hadislerle bizlere, ahirette O’nunla beraber bulunabilme, O’nun mazhar olduğu lütuflara mazhar olabilmenin yollarını da gösteriyor. Bu, Efendimiz’in ümmetine düşkünlüğünü gösterir. Kur’ân, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun ümmetine ne denli tutkun olduğunu ifade sadedinde şöyle der: لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ “Size, kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki, herhangi bir zahmete uğramanız O’na çok ağır gelir. Size çok düşkündür; kalbi sizin için tir tir titrer. O, mü’minlere karşı pek şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe sûresi, 9/128)
Aslında Nebiyy-i Ekrem’e salât u selâm getirme, bizzat Allah tarafından emredilir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur: إِنَّ اللهَ وَمَلاَئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا “Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O’na salât u selâm edin.” (Ahzâb sûresi, 33/56) Bilindiği üzere salât, Allah’a nispet edilince rahmet, meleklere nispet edilince istiğfar, mü’minlere nispet edilince de dua anlamına gelir. Dolayısıyla bu beyan-ı sübhani aynı zamanda Efendimiz’in kadr u kıymetini ortaya koyuyor. Zira Allah’ın O’na salât etmesi, O’na rahmet ve mağfiret ettiğini ilân etmesi, O’nun için güvenlik ve esenlik vaat etmesi demektir.
Allah (celle celâluhû), Peygamber Efendimiz’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışladığını bildiriyor. (Fetih sûresi, 48/2) Bu ne büyük bir lütf-u ilâhîdir. O, Allah’ın izni ve inayetiyle, yaptığı her şeyi en güzel şekilde yapmıştır. Buna rağmen sürekli Allah’a karşı hakkıyla kulluk yapamadığını, hakkıyla O’nu tanıyıp bilemediğini, O’na karşı şükür vazifesini hakkıyla yerine getiremediğini söylemiştir. Her gün yetmiş veya yüz defa Allah’a istiğfar etmiştir. İşte O, böyle bir marifet kahramanıdır, şükür kahramanıdır, istiğfar kahramanıdır, hamd ü sena kahramanıdır. O, Allah’tan rahmetin gelmesi adına yapılacak her şeyi yaptığı ve Cenâb-ı Hak da O’nun gelecekte ortaya koyacağı performansı bildiği için O’nu en büyük lütuflarla serfiraz kılmıştır.
Kıyamete kadar gelecek tüm mü’minlerin, İnsanlığın İftihar Tablosu’na salât u selâm getirmeleri, yani O’nun için dua ve istiğfar etmeleri, O’nun makam ve mertebesini yükselttikçe yükseltmiş ve ezelî ilmiyle bunu bilen Allah (celle celâluhû), O’nun için hata ve günaha giden bütün yolları daha baştan kesmiştir. Geçmişte günah adına O’na hiçbir şey yaptırmadığı gibi, ömrünün sonuna kadar da yaptırmamıştır. Böyle yüce bir pâyeyi elde etmesinde kendi hassasiyet ve samimiyeti çok önemli olsa da ümmetinin sürekli O’nun için dua etmesi de bunda etkili olmuştur. Allah, kıyamete kadar gelecek bütün mü’minlerin O’nun hakkında yapacakları duaları çok iyi bildiği için, günahın en küçüğüne bile meydan vermemiş, O’nun hayaline bile girmesine müsaade etmemiştir.
Salât u Selâmın Katlanarak Geriye Dönüşü
Efendiler Efendisi’ne (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) salât u selâm getirmek, hem O’na duyulan sevginin, bağlılığın ve vefanın bir gereğidir hem de bizim O’nun tarafından sevilmemize ve manevi yönden terakki etmemize bir vesiledir. Nitekim Efendimiz (sallâllahu aleyhi ve sellem) kendisine getirilen salât u selâmlara mukabelede bulunacağını ifade buyurmuştur. Bu, Allah ahlâkıdır. Cenâb-ı Hak, “Beni anın ki ben de sizi anayım.” (Bakara sûresi, 2/152) buyurur. Aynen bunun gibi, Allah Resûlü de hiçbir zaman kendisine gösterilen alakayı, yapılan duaları karşılıksız bırakmayacaktır.
Şayet Allah Resûlü (sallâllahu aleyhi ve sellem) tarafından sevilmek, kıyamet günü O’nun şefaatine nail olmak ve Cennet’te O’nun komşuları arasında yer almak istiyorsak, O’nu delice sevmeliyiz. Zira bizim O’na duyacağımız sevgi ve bağlılık, O’nun tarafından sevilmenin önemli bir vesilesidir. Bizim O’nu anmamız, O’nun tarafından anılmamız adına bir davetiyedir. Hatta Allah’ın sevdiği ve tüm yaratılmışlardan üstün kıldığı birine karşı vefa göstermek, Allah tarafından da sevilmeye bir çağrıdır. Hepsinden öte Allah Resûlü’nü sevmek, mü’min olmanın bir gereğidir. Nitekim hadis-i şerifte O’nu canından çok sevmeyen insanın hakiki manada iman etmiş olmayacağı ifade edilmiştir.
Kim bilir, bütün bunların ötesinde O’na getirilen salât u selâmların bize dönüşü nasıl olacaktır. Belki de düşeceğimiz bir yerde bize uzatılmış bir urgan olarak karşımıza çıkacak ve bizi düşmekten koruyacaktır. Veya bizim adımıza nezd-i Ulûhiyette tavassut ve tevessülde bulunacaktır. En sıkıntılı ve en muhtaç olduğumuz bir anda ruhaniyetiyle temessül edecek ve elini uzatacaktır. Eğer Efendimiz, bu mevzuda tahşidat üstüne tahşidat yapmışsa, bunun sebebi uykudakileri uyandırmak, gaflettekilerin gafletini dağıtmak ve böylece neticede faydalarına olacak bir yola onları sevk ve teşvik etmektir. Kısacası, bir salât u selâmla da olsa Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e sevgi ve alakamızı ortaya koymamız, katlanarak bize geriye dönecek; bizim için bir yükselme ve terakki vesilesi olacaktır.
Evet, söylediğimiz gibi salat u selâm aynı zamanda Efendimiz’e duyulan sevgi ve bağlılığın bir ifadesidir. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, seven insan sevdiğine benzemek ister. Asıl önemli olan da O’nun hayat tarzına muvafık hareket etmek, O’nun sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır. Şayet hayatınızı O’nun sünnetine göre şekillendirirseniz, oturup kalkmadan yemek yemeye, yatmadan su içmeye kadar gündelik yaptığınız işler bile ibadet hükmünü alır.
İşte bu sebepledir ki selef-i salihîn, salât u selâma ayrı bir ehemmiyet vermiş, ona dair birçok kitap yazmış, yazılan salât u selâmları evrâd olarak okumuşlardır. Mesela Cezûlî, birçok meşhur salavatı derleyerek Delâilü’l-hayrat adı altında bir dua kitabı oluşturmuştur. Bu kitap, ülkemizde de meşhur olan ve çok okunan dua kitaplarından biridir. Aynı şekilde cami bir salavat olan Delâilü’n-nur, Bediüzzaman Hazretleri’nin evrâd u ezkârı arasında yerini almıştır. Kulûbu’d-dâria’da da çok güzel salât u selâmlar vardır. Salât u selâm, evrad ve ezkâr için âdeta bir rampa vazifesi görür; onları kanatlandırıp Allah’a uçurur.
Sünnet Endeksli Bir Hayat
Salât u selâm, Efendimiz’e duyulan kalbî bağlılığın ve O’nun yolunda olmanın bir göstergesidir. Dolayısıyla bizler sadece salât u selâm getirmekle kalmamalı, bunun yanında bütün hayatımızı O’nun Sünnet’ine göre yaşamaya gayret etmeliyiz. Sahabe-i kiram, Allah Resûlü’nün ağzından çıkan hiçbir sözü yere düşürmemiş, kemal-i hassasiyetle yerine getirmişlerdir. O’nun söz ve fiilleri, emir ve tavsiyeleri kitaplar ve onları hayatına tatbik eden Ümmet-i Muhammed aracılığıyla bize intikal etmiştir. Bizim de bir Müslüman olarak konuya aynı hassasiyetle yaklaşmamız gerekir. Efendimiz’in sünnet-i seniyyesi bizim hayat sistemimiz olmalıdır. Ne kadar akıllı olursak olalım, hayatımızı ne kadar iyi planlarsak planlayalım, O’na ittiba etmediğimiz takdirde tüm planlarımızda mutlaka bir eksik, gedik, boşluk kalacaktır. Ancak planlarımızı Efendimiz’in tavır, davranış, düşünce ve tavsiyelerine muvafık yaptığımız takdirde işlerimiz mütekamil hâle gelecektir.
Allah (celle celâluhû) nasıl ki Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i âlî bir konuma koymuş, O’nu âdeta bir santral mahiyetine getirerek her şeyi O’na bağlamışsa, bizim de hep O’na bağlı kalmamız, Allah’a giden yolda önümüzü aydınlatacak ışığımızı O’ndan almamız, O’nun bize bir emanet olarak bıraktığı hususların hiçbirinden katiyen fedakârlıkta bulunmamamız, taviz vermememiz gerekir.
İnsanlık ilim, fikir ve felsefede büyük gelişmeler kat edebilir, çok önemli sistemler kurabilir, ferdî, ailevî ve içtimaî hayata dair çok güzel disiplinler teklif edebilir. Psikolog ve pedagoglar insan eğitimi adına yeni yeni keşiflere açılabilir. Müspet ilimler insanlığa önemli hayır ve güzellikler vaad edebilir. Fakat bunların hepsi bir açıdan izafi güzelliklerdir. O’nun bize vaad ettiği ve mütekamil bir sistem şeklinde sunduğu hayat tarzı bunlara feda edilmemeli ve hele hiç arzu ve heveslere kurban gitmemelidir.
Maalesef beşer tarihinde nice kereler Allah tarafından vazedilen ve O’nun elçileri tarafından da tebliğ ve temsil edilen ilahî hakikatler, ahlâkî değerler ve insanî güzellikler; farklı fikir, felsefe ve ideolojilere feda edilmiştir. İnsanlar belli bir dönemde farklı fikir ve ideolojileri en mükemmel sistem olarak görmüş ve onu ikame etme adına mevcut değerlere savaş açmışlardır. Müslümanlığın da belli ölçüde bunlardan etkilendiği, renk ve desen attığı zamanlar olmuştur. Fakat her şeye rağmen bize düşen vazife, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun bize talim ettiği hayat tarzını imkânlar elverdiği ölçüde yaşamaya çalışmaktır. İnsanlığın huzur ve saadeti buna bağlı olduğu gibi, ahiret adına almamız gerekli olan keyfiyeti de ancak bu sayede alabilir, Cennet’e ehil hâle gelebiliriz.
Netice itibariyle, salât u selâm, bir taraftan bizi Efendimiz’e bağlayıp, O’na olan sevgimizi ifade etmeye ve O’nun tarafından sevilmeye, diğer taraftan Efendimiz’in şefaatini kazanmaya vesile olur. Ayrıca salât u selâm, sünnetin yaşanmasında önemli bir teşvik unsurudur.
Bu yazı, 24 Şubat 2007 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.
- tarihinde hazırlandı.