Günah ve Tevbe
Şeytanın ilâhî huzurdan kovulmasının sebebi sadece hazımsızlığı, kibri ve isyanı değildir. İsyandan sonra bir de mazeret ve bahane döktürmesi, diyalektiğe başvurarak günahını meşru göstermeye kalkmasıdır. Onun bu tutumuna mukabil, emre itaatteki inceliği kavramış sağlam karakterli zatlar ise sürçüp düştükten hemen sonra doğrulmuş, ayağa kalkmış, yeniden yönelmeleri gerekli olan kapıya yönelmiş ve af talebinde bulunmuşlardır. Kur’ân, bizlere örnek olması açısından, zelleye maruz kalmış peygamberlerin bu tavrını zikreder. Onlar doğrulur doğrulmaz hemen hatırlamaları gerekli olan şeyi hatırlamış, ifade etmeleri gerekli olanı ifade etmişlerdir.
Şeytanın akla hayale gelmedik hile ve desiseleri neticesinde muvakkat bir nisyan yaşayan ve Cennet’teki yasak meyveye yaklaşan Hz. Âdem ve Hz. Havva, Allah’a şöyle yalvarmışlardır: رَبَّنَا ظَلَمْنَا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Rabbimiz! Biz kendimize yazık ettik; şayet bizi bağışlayıp merhametine mazhar kılmazsan haybet ve hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Âraf sûresi, 7/23)
Henüz kendisine peygamberlik verilmeden önce attığı bir tokatla yanlışlıkla bir adamı öldüren Hz. Musa hemen Allah’a yönelmiş ve şöyle demiştir: رَبِّ اِنّىِ ظَلَمْتُ نَفْسِى فَاغْفِرْ لِى “Ya Rab! Ben zulmettim kendime, affeyle beni!” (Kasas sûresi, 28/16)
Kendisine izin verilmeden kavmini terk eden Yûnus İbn-i Metta da Kur’ân’ın ifadesiyle balığın karnına düşmüş ve karanlıklar içinde Rabbine şöyle nida etmiştir: لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ “Ya Rab! Sensin biricik ilâh ve mabud-u mutlak; Senden başka yoktur kuluna bir penâh.. bütün noksanlıklardan münezzeh bir Sübhânsın Sen; doğrusu ben kendime zulmettim.. (affını ümid ediyorum!)” (Enbiyâ sûresi, 21/87)
Hastalıklar içinde kıvranan Hz. Eyyûb’un şu sözlerinin de diğer peygamberlerin yakarışlarından bir farkı yoktur: اَنّى ِمَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ “Ya Rab! Bu dertler bana tahammül-fersâ şekilde dokundu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Enbiya sûresi, 21/83)
Hz. Nûh, oğlu için yaptığı bir duanın yerinde olmadığını anlayınca hemen şu sözleriyle Allah’a niyaz ve teveccühte bulunmuştu: رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِي وَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Ya Rab! Hakkında kesin bilgim olmayan bir şeyi Senden istemekten Sana sığınırım; eğer beni affedip merhamette bulunmazsan, kaybeden ehl-i hüsrandan olurum.” (Hûd sûresi, 11/47)
İnsanların en kâmilleri olan peygamberlerin, düştükleri hatalar sonrasında Rabbilerine karşı tavırları böyle olmuştur. Hakiki mü’minin tavrı da bu olmalıdır. Kur’ân-ı Kerim müttakilerin özelliklerini sayarken şöyle buyurur: وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ “O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler. -Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?- Bir de onlar, işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmez, o günahları sürdürmezler.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/135)
Bu âyet-i kerime, hakiki mü’minin günah karşısındaki duruşunu resmeder. Evet, insan hata edebilir, kaygan bir zeminde sendeleyebilir, kapaklanabilir, hatası tekerrür de edebilir. Fakat ona düşen vazife, her defasında yeniden ayağa kalkmak, pişmanlık ve hacalet tavrı takınmak, “Tövbeler tövbesi Ya Rabbi!” demek ve o günahı bir daha işlememeye azm u cezm ü kast eylemektir.
Günahlar Fasit Dairesi
Keşke insan bir kere sürçüp düştükten sonra bir daha aynı hataya düşmese! Bir kere sürçme, bütün sürçmelere götüren kapıları kapasa ve öyle güçlü bir bariyer oluştursa ki insan iradî olarak ona toslasa bile ötesine geçemese, kendi yolunun dışına çıkamasa. Ne var ki insan tabiatı iyi ve güzel şeylerin yanında, çirkin ve kötü şeylere de açıktır. Farklı bir tabirle insanın donanımında elmasın yanında kömür de vardır. Ortamın müsait oluşuna göre bunlardan biri inkişaf ederek diğerini gölgede bırakabilir. Burada önemli olan, bir an önce tevbe ve istiğfarla hatanın canına okumak, muvakkat sürçmeleri devam ettirmemek ve hatalar fasit dairesine girmemektir.
Şayet küçük inhiraf ve kaymalar önemsenmez ve telafi edilmezse arkasından daha büyükleri gelir. Buzlu zeminde dikkatsizce yürüyen bir insan, hafif kaymalar yaşamasına rağmen tedbirini almazsa, bir daha ayağa kalkamayacak şekilde yere kapaklanması işten bile değildir. Şunu unutmamak gerekir ki niceleri, kebâir denilen büyük günahlardan ziyade küçük zannedilen günahlar yüzünden helâk olmuştur. Zira önemsenmeyen ve istiğfar ile temizlenmeyen küçük günahlar küçük olarak kalmaz. Bir süre sonra büyür ve insanı batırır. Bu yüzden hiçbir günah hafife alınmamalıdır. İnsan küçük kusurları karşısında bile, “Allah karşısında bu kirlerle dolaşmak ayıp oluyor” diyerek tevbe kurnalarına koşmalıdır.
Yaptığımız bir hatayı tevbe ile hemen temizlemediğimizde, o ikinci bir hatanın vücut bulmasına sebep olur. Zamanla tabiatımız hataya açık hâle gelir. Oysaki yapılması gereken, hatalar kapıyı azıcık araladığında hemen kapının arkasına bir sürgü vurmaktır. Eğer hâlâ devam ediyorsa sürgüleri ikiye, üçe, dörde.. çıkarmak, “Beyhude yorulma kapılar sürmelidir.” diyebilmek ve hayatımızda hiçbir hataya uzun ömür biçmemektir. Şeytanın ve nefsin oyunları bitmez. Onların o kadar çok taarruz yolları vardır ki, hiç farkına varmadan bizi tepetaklak yere serebilirler. İçimizde fenalıklara açık ne kadar duygu varsa hepsini ateşleyebilir, başımızı döndürüp işimizi bitirebilirler. Bu açıdan tevbede samimi olmak, nefis ve şeytanın dürtülerine karşı kararlı durmak çok önemlidir.
Kur’ân, birçok yerde, günahları bağışlayanın ancak Allah olduğunu belirtmek suretiyle mü’minlere, yönelecekleri kapıyı gösterir. Allah’tan başka günahları bağışlayacak kimse olmadığını vurgulayarak, mü’minlere sürçüp düştükten sonra ne yapmaları gerektiğini ders verir. Evet, insanlar genellikle hata ettiklerinde, günaha bulaştıklarında başkalarına karşı mazeret döktürür, nefislerini temize çıkarmaya çalışırlar. Bu ise hatayı ikileştirir. Eğer kişi yaptığı amelin yanlış olduğuna inanıyorsa hemen Rabbine dönmeli, tevbe, istiğfar, evbe ve inabede bulunmalıdır. Falana filana özür beyan etmenin, hatasını hafif göstermeye çalışmanın ve başkalarının da onu mazur görmesinin ona hiçbir faydası yoktur. Önemli olan, onun Allah katındaki yeri ve konumudur.
İnsan her ne yaparsa yapsın, hangi günah deryalarına dalarsa dalsın, Gafûr (günahları bağışlayan) ve Rahîm (merhametli) olan Rabbinin kapısının tokmağına dokunabilmelidir. Bunu yaptığı anda ruhunda, vicdanında O’nun sesini duyacaktır. “Rabbim!” dediğinde, vicdanında “Lebbeyk kulum!” nidasını hissedecektir. O duyuşun ne manaya geldiğini de ahirette anlayacaktır. Böyle bir duyuş ve hissediş, uhrevi nimetler adına onun için çok şey ifade edecektir. İnsan, Allah hakkında hüsnüzanda bulunmalı, yaptığı tevbe ve istiğfarlardan sonra, “Rabbim beni geri çevirmemiş, duama icabet buyurmuş, tevbe ve istiğfarımı kabul buyurmuştur” demelidir. Nitekim Hz. Zekeriya da duasında, وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَائِكَ رَبِّ شَقِيًّا “(Ya Rabbi) Sana yaptığım dualarda hiç bahtsız olmadım, dualarım hiç karşılıksız kalmadı.” (Meryem sûresi, 19/4) diyor. Benzer ifadeleri Hz. İbrahim de kullanıyor. (Meryem sûresi, 19/48)
Günahlar Karşısında Muhasebe ve Teyakkuz
Mü’min, Allah tarafından affedileceği ümidi içinde yaşasa da işlediği günahlardan ötürü kendi kendini affetmemelidir. Günahını her hatırladığında, “Böyle bir münasebetsizliği Allah’a karşı nasıl yaptım, bir mü’mine böyle bir günah yaraşır mıydı!” demeli ve her bir günahı karşısında derin bir pişmanlık ve ızdırap duymalıdır. Kişinin, “Allah beni affetse bile ben kendimi affedemiyorum” diyebilmesi, vicdan duruluğunu gösterir. Bir başkasının durumu söz konusu olduğunda onu ümitsizliğe atacak mülahazalardan uzak durmalı, kimsenin kuvve-i maneviyesini kırmamalıyız. Ama herkes kendisi hakkında farklı düşünmeli, en küçük günahları karşısında bile nefsiyle hesaplaşmasını bilmelidir. Böyle bir tavır, kulluğun gerektirdiği sadakat ve samimiyetin ifadesidir.
Allah Teâlâ, bir taraftan kullarını günaha karşı uyarıyor, günahları bütün çirkinliğiyle gözler önüne sererek onları ondan tiksindiriyor; diğer yandan da her şeye rağmen mukteza-yı beşeriyet olarak bu bataklığın içine düşmüş olanlara oradan çıkabilmeleri için tabiri caizse taktikler veriyor, arınma yollarını gösteriyor. Mesela bir âyet-i kerimede şöyle buyuruyor: وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَیِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِرِينَ “Gündüzün iki tarafında, gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Zira böyle güzel işler insandan uzak olmayan günahları silip giderir. Bu, düşünen ve ibret alanlara bir nasihattir.” (Hûd sûresi, 11/114)
Günümüzde hiç olmadığı kadar inhiraf noktaları var. Günahlara karşı teyakkuz içinde yaşamayan biri, hiç farkına varmadan gırtlağına kadar kire batabilir. Bu durumda bize düşen vazife, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) tavsiyelerine uyarak şüpheli şeylere karşı bile dikkatli olmaktır. Zira sınırda dolaşan bir insan, her an yasak alana geçebilir, bir mayına basıp helâk olabilir. Öyle bir yere adım atar ki bir süre sonra kendini Lût Gölü’nün dibinde bulur. Merkezdeki küçük bir inhiraf biraz ileride kocaman bir açı meydana getirir. Öyle ki kişi nereden ayrıldığını dahi göremeyecek hâle gelir. Durduğu yerle durması gereken yer arasındaki mesafe doğuyla batı arasındaki mesafe kadar açılır.
Çok kaygan zeminde durduğumuz ve her an düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuz hâlde çoğumuz itibariyle kendimize bakmıyor ve sürekli başkalarını suçluyoruz. Oysaki başkalarının kusurlarıyla meşgul olan, kendi inhiraflarını göremez. Herkeste leke arayan biri, kendisi pislik içine batsa bile bunu hissedemez. Öyle insanlara rastladım ki, ona göre herkes günahkâr. Ağzını açtığında şikâyet etmedik kimse bırakmıyor. Böyleleri, biraz hissiyatlarını hesaba katıp idare ettiğinizde sizinle birlikte yürürler fakat azıcık üzerlerine giderseniz kaymaları mukadderdir. Bunlar, egolarının altında kalıp ezilmiş bencil tiplerdir. Bize düşen vazife, kendimize dikkat etmenin yanı sıra, her an kayma ihtimali olan bu tür kimselerin de ellerinden tutmak ve düşmelerine meydan vermemektir. Zira iman ve şefkat bunu iktiza eder. Allah inayetini üzerimizden eksik etmesin ve göz açıp kapayıncaya kadar bizi nefsimizle baş başa bırakmasın!
Bu yazı, 12 Şubat 2007 tarihinde yapılan sohbetten hazırlandı.
- tarihinde hazırlandı.