Öteler Üzerindeki Kaneviçe
Zümrüt gibi yemyeşil tepelerin üstünde,
Neş’elerimizi gıcıklayan ses ve soluk;
Dört bir yanda Cennet çeşmeleri oluk oluk;
Sarıyor her an rûhları ayrı bir mutluluk
Ebedî vuslata açılan kapı önünde...
En sihirli renkleriyle gül, papatya, zambak,
Menekşe, yâsemin ve yapraklarda jâleler;
Mahmur bakışlarıyla sümbüller ve lâleler;
Renk-ışık arası gelip giden pervâneler,
Tülleniyor her ufukta güzellikler apak.
En nefis hülyâların gönlümü sarışında,
İman aslâ aldatmayan biricik rehberim:
Onunla varlığa bakar onunla severim;
Ve onunla ne esrarlı şeyler hissederim
Şu renk renk tüllenen âlemin her karışında.
Rûhun sıçrayıp sonsuza açıldığı yerde,
Belirir hayâlimde mânâlardan birer iz;
Gâipten gönlüme bir şeyler fısıldar sessiz;
Anlaşılmaz bir dille ki harfsiz, kelimesiz,
Sanki gök kapıları gıcırdar az ilerde...
Böyle bir noktada varlığı dinlerken insan,
Gönlünde hep Sonsuz’un nağmelerini duyar;
Ovalar, obalar ve sahillerde her bahar,
Bir zamanlar yitirdiği Cennetleri arar;
Duygularında yan yana ümit ve de hicran...
Mecnun gibi rastgeldiği her şeyi kucaklar;
Otu, ağacı, taşı, toprağı, tüm varlığı,
Aynı görür her zaman ışığı, karanlığı;
Hep rızayla karşılar hastalığı, sağlığı,
Kul olsa da âdeta sultanlar gibi yaşar.
Sızıntı, Ekim 1987, Cilt 9, Sayı 105
- tarihinde hazırlandı.