Hayatın mülk ve melekût cihetleri temizdir
Soru: “Hayatın mülk ve melekût cihetleri temizdir, parlaktır.”[1] sözünü izah eder misiniz?
Eşyanın bir mülk, bir de melekût ciheti vardır. Cismaniyete ait gözle gördüğümüz şehadet âlemi (fizikî âlem), eşyanın âlem-i mülk cihetidir. Melekût ciheti ise, ruhanî, ledünnî hikmet ve maslahatların cevelangâhı, ruhun otağı ve tahtgâhı olan bir âlemdir. Melekût âlemine ıttıla peyda eden kimseler, ister tecrübeyle, isterse müşâhede ve mükâşefesi açılmak suretiyle bir mânâda öbür âleme muttali olur ve orayı görebilirler.
Ayrıca şu müşâhede ettiğimiz âlemde her şeyin bir mülk, bir de melekût ciheti vardır. Binaenaleyh, her şeyin mülk yönünde bazı bulanıklıklar ve mânâsı insana hoş gelmeyen şeyler olabilir. Oysaki bunların melekût yönleri her zaman parlaktır. İsterseniz konuyu biraz daha açalım: Mesela, burunun içindeki bezlerin salgılarının dışarı çıkması veya karındaki gazın boşalması mülk yönüyle mide bulandırıcı bir keyfiyet taşımaktadır. Yine kar ve fırtına gibi şiddetli musibetlerde insanın hoşuna gitmeyecek hususlar söz konusudur. Hâlbuki bunların melekût cihetleri çok farklıdır. Burunun o yapışkan maddeyi ifraz etmesi çok önemlidir. Binaenaleyh bu durum insana bakan yönüyle nâhoş gibi görünse de bu tür görünmenin verâsında, melekût yönünde ve arka plânında pek çok fayda ve maslahat vardır. Kar zâhiren soğuk ve sevimsiz görülür. Hâlbuki kar, âheste âheste toprağa siner ve bazen yağmurdan daha faydalı olur. Zira yağmur, tozu toprağı siler götürür ama kar, toprakta bir sultan gibi oturur ve bahara kadar ne getirmişse hepsini toprağın sinesine işleyiverir. Öyleyse mülk cihetinde karın soğukluğunun yanı başında toprağı beslemesine ve bahar için medetresan olmasına bakılmalıdır. Bu tür misalleri çoğaltmak mümkündür.
İşte bu misallerde olduğu gibi, hiçbir şey hem mülk hem de melekût cihetiyle çirkin değildir. Mülk cihetiyle nâhoş gelen şeylerin melekût cihetleri her zaman parlaktır. Ancak rahmet, nur, yağmur, hayat gibi bir kısım şeyler vardır ki, bunların hem mülk hem de melekût cihetleri şeffaftır, güzeldir ve şâyân-ı tebcildir.
Hayatın ne mülk ne de melekût yönü tenkit edilemez. Evet, hayat adına tenkit edilecek hiçbir husus yoktur. Bunu anlamak için evvelâ cemâdât (şuursuz varlıklar) ve nebâtât (bitkilerin) durumuna inmek gerekir. Gelin, bir dağın, bir ağacın veya taşın durumuna bakalım. Onların münasebetleri sadece bulundukları yer itibariyledir; hatta bulundukları yerlerle dahi tam bir münasebetleri yoktur. Anlaşma, konuşma mânâsına anlama durumları asla mevzubahis değildir. İnsan, hayat vasıtasıyladır ki içinde bulunduğu vasat ve sahanın dışında pek çok âlemle dahi çok ciddi ve derin münasebetler kurma imkânına sahiptir. Bu itibarla biz, mülk ve melekût yönüyle hayatı hep parlak ve şeffaf buluyoruz.
Meselenin diğer bir yönü de şudur: Bazı şeyler vardır ki, bunların mülk yönü zâhiri esbaba verilebilir ve akıl o hususta aldanabilir. Ancak hayat böyle değildir. Hayatın mülk yönü de melekût yönü de kat’iyen esbaba verilmez. Mesela, bir insan, “Ben lokmayı ağzıma koydum.” diyerek lokmayı ağzına koymayı nefsine isnat etmekle şirke girmiş olmaz. Belki tam ehl-i tahkik ve huzurun bu mevzuda söylemesi gereken bir sözü söylememekle uygun bir ifadede bulunmamış olur. Yoksa lokmayı ağza koyduran Allah’tır. Ancak zâhiren lokmayı ağza koyanın insan olduğu da açıktır.
Başka bir misal daha arz edeyim. İnsan yiyip de içinde hazmettiği metabolizma atıklarını dışarıya çıkarır. Bu çirkin bir fiildir. İnsan, “def-i tabiî yaptım” diyerek bu fiili Cenâb-ı Hakk’a isnat etmeyerek kendisine verir. Çünkü bunun mülk tarafı çirkindir. Bu itibarla da Zât-ı Akdes’in tenzîhine vesile olsun diye bunlar esbaba isnat edilir. Zaten esbap, Zât-ı Ulûhiyet’e isnadı çirkin olan bu tür şeyler, onlara isnat edilsin diye vaz’ edilmiştir.
Hayata gelince, hayatta ne insanı mahçup edecek ne de yaratılması yönüyle Allah’tan başkasına isnat edilecek bir durum söz konusudur. Çünkü hayatın muttarid (yeknesak akan) yönü dahi çok garip ve aciptir. Dahası hayat bugün hâlâ bir sır oluşunu devam ettirmektedir. Öyleyse hayatı sebeplere isnat etmek mümkün değildir. Hayat şu anda vardır; mülk yönüyle vardır ve sırtında bir cismi taşımaktadır. Melekût yönüyle de hayat, sebepler, illetler, hikmetler ve maslahatlar âleminde dahi ancak Allah tarafından yaratılmıştır. Çünkü bir hücreyi teşkil eden materyal meydandadır. Ne denli ve ne çeşit aminoasitler o hücreyi meydana getiriyorsa bunlar bilinmektedir. Ancak buna rağmen hâlâ bir hücre bile yaratılamamaktadır. (“Yaratılamamaktadır” ifadesini söylemek caizdir. Fakat “bir hücre yaratılmaktadır” sözünü söylemek caiz değildir.) Yaratılamamaktadır, çünkü bu işi Allah yaratır. İşte böylece ne mülk ne de melekût yönüyle hayatı esbaba isnat etmek mümkün değildir. Aslında hiçbir şeyin melekût yönünü esbaba isnat etmek mâkul değildir.
[1] Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s. 552 (Yirmi Dokuzuncu Söz, Birinci Maksad); Lem’alar s.410 (Otuzuncu Lem’a, Beşinci Nükte).
- tarihinde hazırlandı.