Muhakkak bir maslahat, mevhum mazarrat için feda edilmez

Muhakkak bir maslahat, mevhum mazarrat için feda edilmez

Soru: “Muhakkak bir maslahat, mevhum mazarrat için feda edilmez.”[1] deniliyor. Bu prensibi günümüze nasıl tatbik edebiliriz?

Evvelâ, maslahat ve mazarratın mânâlarını ayrı ayrı ele almak gerekmektedir. Maslahat, genel bir ifadeyle, insanların faydasına olan, iyiye yol açan, fayda sağlayan, öteye bakan olumlu sonuç mânâlarına gelir. Mesela, Allah içki içmeyi yasaklamıştır. Fakat Cenâb-ı Hak anlatmamış olsaydı da içki içmemenin bir maslahatı olduğu açıktır; hatta o maslahatın zıddı mefsedet ifade etmektedir. Aklın zâyi olmaması, insanın alkolik olmaması ve tababetin ortaya koyduğu üzere nesillerin çürümemesi gibi maslahatlar bu meyanda sayılabilir. Lâkin Cenâb-ı Hak, verdiği bu hükmün maslahatını veya menatını şu şekilde bildirmiştir: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felâh bulasınız! Şarap ve kumarla şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu habîs şeylerden vazgeçiniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide sûresi, 5/90-91)

İşte Şeytan’ın içkiyi insanlar aleyhinde bir mefsedet vesilesi olarak kullanması, içkinin yasaklanması adına bir maslahattır ve Allah bu maslahatı açıkça ifade buyurmuştur. Ama Cenâb-ı Hakk’ın bazen maslahatı zikretmediği de vâkidir. Mesela Allah, bazı âyetlerde, “Namazı dosdoğru kılın ve zekâtınızı verin.”[2] buyurmuş ve bu emirlerin arkasından açık bir maslahat zikretmemiştir.

Ayrıca fukaha-i kiramdan bazıları da hakkında açık hükm-i şer’î olmayan meselelerde maslahata binaen hüküm vermişlerdir. İmam Malik, dinin insanların maslahatlarını korumak, onları zararlı şeylerden uzak tutmak gayesinden hareketle bazı şartlara bağlı olarak mesâlih-i mürseleyi müstakil şer’î bir delil kabul etmiştir. Hanefîler kendi usûllerinde maslahata başlı başına bir kaynak olarak yer vermeseler de onların “istihsan” anlayışları da mesâlih-i mürseleyi içine alır mahiyettedir. Bazı farklılıklar olmakla beraber genelde Hanbelîler de Malikîler gibi mesâlihi bir hüccet olarak kabul etmişlerdir. Şafiîlere gelince onlar da Hanefîler gibi bu prensibi açık bir hüccet olarak görmemişlerdir.

Zekât vermedeki maslahatın ne olduğu hususunda i’mâl-i fikir edip bu maslahatı değişik şekilde yorumlayan fakihlerin aynı meseledeki farklı mütalâalarına göz atmanın da yararlı olacağı kanaatindeyim. Mesela, İmam Malik Hazretleri, kiralık olarak pek çok evi ve dükkânı olan bir insanın vereceği zekâtı neye göre hesaplaması gerektiği hususunda demiştir ki, fukara için maslahat, o evlerin ve dükkânların anaparası ne ise zekâtın onlardan verilmesini gerektirir.[3] Hanefî mezhebinin nokta-i nazarı ise böyle değildir. Onlara göre bu akarların zekâtı, onlardan gelen kiraya göre hesap edilir.[4] Yani Hanefîler de hesabın, akarlardan gelen kiraya göre yapılmasını fukara adına maslahata daha uygun bulmuşlardır. Sonuç itibari ile diyebiliriz ki, Kitap ve Sünnet’ten açık şer’î bir nas olmayan konularda bazı fakihler, tâli edille-i şer’iyeden sayılan maslahata göre hüküm vermişlerdir.

Mazarrata gelince, o da genel mânâda zararlı olan şey demektir.

Muhakkak maslahatın mevhum mazarrata feda edilemeyeceğini bir misal ile müşahhaslaştırmanın yerinde olacağı kanaatindeyim. Mesela, günümüzde alkolde bir fayda olduğu söylenmektedir. Hatta insan vücudunun alkole ihtiyacı olduğu da söylenmektedir; ne var ki, işin aslına bakılacak olursa insan yediği portakal, limon ve benzeri yiyeceklerle de bu alkolü alabilir. Cenâb-ı Hak, kâinatta kullarına ihsan ettiği nimetlerin içine koyduğu alkolü aynı zamanda nötr etmiş, âdeta onun yanına başka bir nimet koymuş; böylece alkol de menfî tesirini icra edememiştir. Binaenaleyh insanın normal gıdalarla zararlı şeylerden tecrid edilmiş alkolü aldığını söylemek söz konusudur. Dikkatle bakılırsa alkolü terk etmedeki mevhum mazarrata mukabil, onu terk etmede muhakkak maslahatın olduğu açıktır. Binaenaleyh alkolü terk etmek, mutlak maslahattır. Zira o, hem nesilleri hem de aklımızı bozmaktadır. Ayrıca insanın, muvakkaten dahi olsa, kendinden geçmesi ve aklını kaybederek bir deli gibi yaşaması, mâhiyetinde saklı olan Rabbine ait çizgileri okuyamaması ve sukût etmesi mazarratın ta kendisidir ve insan kat’iyen buna tenezzül etmemelidir. Mutlak ve muhakkak maslahatı netice verecek alkolü terk etmenin muhakkak bir menfaati olmasına mukabil aynı zamanda kat’i bir zararının olduğu da açıktır. Binaenaleyh muhakkak menfaat, mevhum mazarrata kesinlikle feda edilmemelidir.

Din-i Mübin-i İslâm’a hizmet yolunda uğraşan mü’minler her zaman hakâik-i imaniye ve Kur’âniye’yi anlatmaya devam etmeliler. Zira bu vazifede maslahât-ı muhakkaka vardır. Aynı zamanda bu yolda yürüyen kimselerin, kendi aleyhlerinde olan insanlarca zımnen de olsa kınanmaları, değişik şekilde ta’n u teşniye maruz bırakılmaları, onları yürüdükleri yoldan alıkoymamalıdır. Binaenaleyh bu yolda hizmet eden bir kimse, elinde bulunan Efendimiz’e (aleyhissalâtü vesselâm) ait burhanlar ve hakâik-i imaniye nurları ile hâlisen hizmet ettiği takdirde, elindeki bu elmas hakikatlere sımsıkı sarılmalı ve muhalif rüzgârlar karşısında pes etmemelidir. Bu kimse kitle ruh hâleti veya başka sâiklerle insanları coşturamasa da, er-geç sesi-soluğu vicdanlara ulaşacak ve maksadı hâsıl olacaktır. Çünkü onun yolu doğrudur ve gayretinde muhakkak bir maslahat söz konusudur. Binaenaleyh bu insan, aklı başındaysa o yolda ısrar edip gitmelidir. Tabiî ki, bütün bunlarla beraber bu yolun mazarrat gibi görünen bazı taraflarının bulunacağı da göz ardı edilmemelidir. Mesela, bir kısım siyasiler diyebilirler ki: “Efendim, biz bizden olmayanı ve açık olarak bizi tutmayanı kendimize muhalif sayarız, binaenaleyh sizi de ezer, düzeninizi bozarız.” İşte bu tür durumlarda mü’min, bütün bütün desteksiz ve kaidesiz kalsa bile doğru bildiği yoldan kat’iyen dönmemelidir. Aksi takdirde o, muvakkaten bazı insanların desteğini alma şeklindeki mevhum bir mazarrattan içtinap etme düşüncesiyle, muhakkak bir maslahatı terk ettiğinden ötürü yolda kalacaktır.

Evet, yer değiştirip yüzen-gezen kimseler çok defa karanlıkta kalmışlardır. Şu noktayı hatırlatmakta da fayda var; Kur’ân’a ait elmas hakikatlerin fâni eşhâs ve gruplara istinat ettirilmesi, o hakâike karşı büyük bir zulüm ve hürmetsizlik demektir. Hak yolda olan mü’minler, Allah’a bağlanmalı ve mutlaka yürüdüğü yolda ısrar etmelidirler. Binaenaleyh, Allah’a bağlılık gibi muhakkak bir maslahat, insanlardan gelmesi muhtemel olan mevhum bir mazarrata kat’iyen feda edilmemelidir. Hem Allah kendi yolunda olanları her zaman teyit edegelmiştir, Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) de ruhaniyetiyle daima onların zahîri olmuştur. Fakat insan, yüzüp gezmeye başlayıp da o nurlu yolun nurundan ellerini çekerse –hafizanallah– ortada kalır. Daha sonra da bazı arızalarla kendini destekleyen insanların kolu kanadı kırılınca bütün bütün kimsesizliğe dûçâr olur. Hatta çok yer değiştirdiği için de artık bir laçka hâline gelir ve insanlar nazarında alay konusu olur.

Bu konuda hayatın değişik yönlerine ait pek çok misaller arz edilebilir. Mühim olan, meselenin aslını öğrenmektir. Ben, sorudan aklıma ve kalbime gelen şeyleri arz etmeye çalıştım. Her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır.

[1] Bediüzzaman, Sözler s.783 (Lemeât); Mektubat s. 533 (Hakikat Çekirdekleri).
[2] Bkz.: Bakara sûresi, 2/43, 83, 110, 277; Nisâ sûresi, 4/77, Tevbe sûresi, 9/5, 11; Hac sûresi, 22/41, 78; Nûr sûresi, 24/56; Mücadele sûresi, 58/13; Müzzemmil sûresi, 73/20.
[3] Muvatta, zekât 20.
[4] es-Serahsî, el-Mebsût, 2/196.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.