Bizim Tarihimiz Yönüyle Ayasofya
Ayasofya, hafif sisli görünüşü, ince turuncu havası ve şimallî tabiatıyla, Anadolu’dan daha çok, Batı yamaçlarının vahşi gülleri gibi, ilk bakışta duygularımıza biraz sertçe çarpar geçer.. ama, arkadan beş asırlık dostluk ve ünsiyetin bütün ışıkları, bütün renkleri, bütün incelikleri buğu buğu zevk dalgaları halinde dörtbir yanımızı sarınca, onu en sıcak duygularla kucaklar ve öz be öz kendi bahçemizin gülleri gibi koklamaya başlarız. Hele, geçmişin hülyâlı mâvilikleri içinde onu, pırıl pırıl tâze tenli gencecik günleriyle tahayyül eder ve gönüllere girdiği manâ derinlikleriyle duymaya çalışır. Bu esnada o, kendi mûsikîsini mırıldanmak için bir mızrâp gibi eski hâtıralar üzerine inip-kalkmaya başlar ve bir ses yumağı, ses paketi misillü bağrında sakladığı ak-kara, acı-tatlı, hoş-nâhoş binyediyüz senelik bütün geçmişini, bütün sergüzeştini haykırmak ister. İster de ağzına bant yapıştırılmış veya fermuar vurulmuş bir insan gibi, yutkunur.. bir şeyler anlatmaya çalışır fakat anlatamaz.. anlatamaz da hicranla iki büklüm olur.. mosmor kesilir ve bir tuğla yığını gibi yerinde kala kalır.
Ayasofya, asırlar ve asırlar boyu bizim dünyâmızla o kadar kaynaşıp bütünleşmiştir ki, ona hâlis bir İstanbul nazarıyla bakabiliriz. Evet, dörtbir yanında onu destekleyip ayakta kalmasını sağlayan istinat duvarları, harîmindeki irili-ufaklı Osmanlı hükümdârlarına âit ilâveleri, cihan devletinin dört asır boyu idâre merkezi sayılan Topkapı sarayının himâye, vesâye ve komşuluğuna mazhariyeti.. nihâyet, yanı başındaki Sultanahmet câmii ile bunca zaman içli-dışlı yaşaması onu bizim dünyâmızın kopmaz bir parçası haline getirmiştir.
- tarihinde hazırlandı.