Nefs-i Mutmainne Makamı ve Sonrası
Bazı ehl-i hakikate göre, seyr u sülûkta en son mertebe "mutmainne" zirvesidir. Bu mertebeden sonra sözü edilen "râziye", "marziyye", "kâmile" veya "sâfiye" makamları, itminan mertebesinin değişik buutlarda zuhur ve inkişâfından ibarettir ki, bunlara birer mertebe ve derece demekten daha ziyade "cezebât-ı Hak" tezahürleri demek daha uygun olsa gerek.
İster bir makam sayılsın, ister mutmainne mertebesinin inkişâfı, bu noktadan sonra, "Yâ Hayy" ism-i şerifinin bir mazhar-ı tâmmı ve şeffaf bir aynası sayılan sâlik-i müntehî, Hak'tan hoşnut olmayı kendi tabiî derinliği gibi duyar ki, bu zirve "râziye" zirvesidir. Kahr u lütfun bir bilindiği bu ledünnî derinliğe eren hakikat kahramanında, beşeriyet sıfatları bütünüyle muzmahil olur gider ve her yanda yepyeni televvünlerle yepyeni bir varoluş başlar; "mahv"dan sonraki "sahv", "fenâ"dan sonraki "bekâ", "ilme'l-yakîn"den sonraki "ayne'l-yakîn"le gelen bir farklı varoluş. Böyle bir müntehînin nazarında her zerre bir lisan kesilir ve her haliyle O'nu zikreder.. her ses O'ndan farklı şekilde akseden birer nağme gibi duyulur.. her renk "lâhut" ikliminin tebessümleri gibi gözlere gönüllere yağar.. ve o, gezip dolaştığı her yerde "Lâ maksûde illallah", "Lâ ma'bûde illallah" hakikatleriyle nefeslenir.. durumunun ve konumunun müsaadesi nisbetinde, kalbî ve ruhî hayatı adına bu mübarek cümleleri oksijen gibi yudumlar, tabiat-ı beşeriye gereği cismaniyetinde oluşmaya yüz tutan her hevâîliği de karbondioksit gibi dışarı atar.. ve hevâ-i nefsin artıkları sayılan âsâb ve hassasiyeti yatıştırır.. mücadelenin kızıştığı yer ve zamanlarda iâne talebi ve istigâse gözyaşlarıyla ebedî mihrabına yönelir ve sızlar.. muvaffakiyet ve zaferlerini de birer Hak ihsanı olarak duyar ve "Değildir bu bana layık bu bende/Bana bu lutf ile ihsan nedendir?" (M. Lutfi) sözleriyle mırıldanır.. hep içten ve derin, hep Hak'tan hoşnut ve memnuniyet içinde bulunduğunu ihsas eder.. kim bilir her gün kaç defa:
"Gelse celâlinden cefâ, yahut cemâlinden vefâ
İkisi de cana safâ, senden hem o hoş, hem bu hoş" (İ. Hakkı)
der, rıza düşüncesini yeniler.. hattâ bazen o, gönül gözlerine cezb ü incizab semalarından akıp gelen bu güzelliklerin farkında bile olamaz.
- tarihinde hazırlandı.