Yol mülâhazalarından bir kesit
Bu ülkede şimdiye kadar bazı dindar kişiler, en azından kendileri gibi dinin amelî yanlarını hayatlarına tatbik etmeyen kişileri düşman olarak gördüler. Bazen onlara “karşı cephenin insanı” bazen “fasık”, bazen de “kâfir” diyerek, kendilerinden ve tabiî ki temsil ettikleri dinden onları soğuttular. Hâlbuki gerçek böyle değildi. Ne kendilerine kâfir denilenler kâfirdi, ne de Müslümanım diyen insanlar İslâm’ın hakikî temsilcileri. Bence bu mevzuda her iki taraf da yanılıyordu.
Pekâlâ, şimdi ne değişti? Bütün dünyada ciddî planda dine yönelişin yaşandığı, materyalizm, komünizm gibi sistemlerin sarsıldığı, yıkıldığı, metafizik dünyaya ait şimdiye kadar kapalı olan kapıların aralandığı bir zamanda, din adına söylenen her söz ve ortaya atılan her düşünce, değerlerüstü değerlere ulaştı. Sevgi, hoşgörü, müsamaha, diyalog vb. kavramlarla açığa çıkmanız, bunlarla dinin ruhunu ortaya koymanız, belki de yeni baştan, bir zamanlar Mevlâna, Yunus, Hoca Ahmetlerle temsil edilen Muhammedî ruhu terennüm etmeniz, o insanlarda –ki yıllardır kendilerine kâfir, fasık... deniyordu– bir rahatlama meydana getirdi, onların yüreğine su serpti ve etraflarına, “Yahu biz de Müslümanmışız!” dedirtti.
Evet, bu insanlar yıllardan beri, aslında bütün insanlığın dinden beklediği şeylerden mahrum yaşamışlardı. Şimdilerde böylesi düşüncelerin yaygınlaşması sayesinde herkes kendini bir kere daha yeniden hissetti. Demek ki, biz kendi düşünce dünyamız adına bu kadarcık olsun bir şey verememişiz onlara. Tabiî ki onlar da hep başkalarının tesiri altında kalmış ve bizi, dinimizi sevmemişler. Bana göre böyle küçük gayretlerle düşünceleri ve bir anlamda hayat felsefeleri değişen insanlar, daha büyük gayretler gösterilse sırat‑ı müstakîmin ayrılmaz yolcusu olacaklardır.
Öte yandan din‑diyanet adına sertlik, huşunet gösteren dindar insanlar varsa, bunların her biri, din adına sahip olduğu düşünceleri bir kez daha gözden geçirme ve kontrol etme mecburiyetindedirler. Onlar şimdiye kadar göstermiş oldukları sertlik ve huşuneti bir kenara itmeliler. Ebû Hanife, İmam Rabbânî, İmam Gazzâlî, Yunus Emre’nin dini kabulleniş ve uygulayışlarını baz alarak, eski düşüncelerini mutlaka sorgulamalılar.
Aksine bu yapılmadığı takdirde bazılarının çeşitli yollarla İslâm’ı hayata hâkim kılma düşünceleri bana göre İslâmî anlayış ve düşünceyi küçültecektir. Oysaki bize düşen İnsanlığın İftihar Tablosu’nun ufkunu yakalamaya çalışmaktır. O’nun ufkunda, yol mülâhazaları içinde en üst seviye de olsa dünyevî makamlara talip olma yoktur. Sadece ve sadece Allah’ın rızasına talip olma vardır.
Müsaadenizle bunu biraz daha açalım: Ben şahsen yolunda bulunduğumuz bunca hizmetler karşılığında kendisini çok sevdiğim ve hayran olduğum Fatih’in İstanbul’u fethetmesini, hatta çağ açıp kapatmasını bana verseler, niye böyle küçük bir şey verdiler diye homurdanırım. Çünkü ben, bundan daha büyük bir şeye; evet Allah’ın rızasına talibim. Burada yanlış anlaşılmalara sebebiyet veririm endişesiyle yani kendisini Fatih’in önüne koyuyor denebilir mülâhazasıyla meseleyi biraz daha tavzih etmek istiyorum. Fatih aslında yaptığı şeylerle büyük olsa da, esas yapmayı planladığı şeylerle büyüklerden büyüktür. İşte o, bu yanıyla Hazreti Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) tebciline mazhardır.[1] Yani Fatih, İstanbul’un ötesinde çok daha geniş dünyalara ve merkezlere açılmayı planlıyordu ve işte o, bu hülyaları itibarıyla büyüktü. Aslında onun dünyaya açılması, askerî bir fetih değil, bir insanlık mesajı ve gönülleri Allah’la buluşturma gayretiydi. O zamanın anlayış ve şartları gereği, böyle bir açılmada asker ön planda görünüyordu. Bugün ise, ilim, ikna ve ahlâk ön planda olmak zorundadır. Bana gelince ben de Fatih’in İstanbul’u fethetmesine değil, onun hülyalarına âşığım. Bir televizyon programında dediğim gibi, en yüksek dünyevî makam bile teklif edilse dönüp, “Yahu bu insanlar niye bana hakaret ediyorlar ki? Neden birkaç basamak aşağı inmemi teklif ediyorlar ki?” derim. Bence, Allah, insanın mahiyetine Cebrail’e ulaşma istidadını koydu ise –ki koymuştur– insan himmetini âlî tutup onu geçmeye çalışmalıdır.
Evet, makam sevdasıyla hareket edenler salim düşünemezler. Orada her zaman farklı entrikalar olur. Sözleriniz yanlış şekillerde yorumlanır... Hâlbuki tarih boyunca statik güçler, daima dinamik güçleri belirleyici ve harekete geçirici olmuşlardır. Gelecekte o anlayış ve o felsefenin çocukları kendi anlayış ve felsefelerini idarî bir sistem hâlinde uygulamaya koyacaklarmış veya koymayacaklarmış, bunlar beni hiç ilgilendirmez. Zannediyorum Ufuk Turu’nda belirtmeye çalıştığımız bu ve buna benzer düşünceler çoklarının dikkatini çekmiş olacak ki, İslâm objektivizminin, evrenselliğinin günümüze aksettirilmesi değerlendirmesini yaptılar. Hâlbuki bu evrensellik bize ait değil, o dinimizin enginlik ve derinliğinden kaynaklanmaktadır. Bize de bunu ifade etmek düşmüş, hepsi o kadar. Biz insanlığın hayranlık duyduğu Ahmed ü Mahmud u Muhammed Mustafa’nın kapı kullarıyız.
- tarihinde hazırlandı.