İlim düşüncesi
İlim düşüncesinin gelişmesi ve herkese mâl olabilmesi, ilim sahiplerinin havass‑ı hamse‑i selime, akl‑ı selim ve Batılıların akıl erdiremedikleri haber‑i mütevatiri iyi değerlendirmesine bağlıdır. Ayrıca metot, metodoloji, sistem, kararlılık, ısrar ve aşk da meselenin ihmal edilmemesi gereken önemli unsurlarıdır. Evet, ilim düşüncesiyle, ilim aşkı arasında –eski ifadesi ile– telâzum vardır. Yani aşk bahis mevzuu olmazsa, ilim düşüncesi çok ciddî yara alacak ve onunla hedeflenen noktalara ulaşılamayacaktır.
Toplumun her kesiminde hatta her bir ferdinde ilim düşüncesinin yaygınlaştırılması nispetinde o toplum, ilmin zirvelerine ulaşma adına daha şanslı hâle gelir. İstidatlı, metodolojiye açık, sistemli çalışabilen, mesaisini iyi tanzim eden, müşâhedelerini iyi değerlendirebilen, aklını iyi kullanabilen, haber‑i mütevatirden çok iyi istifade eden insan sayısının artması ölçüsünde hedefe ulaşma kolaylaşır. Batı Rönesansının arkasında ilmin yaygınlaştırılması meselesi olduğu gözardı edilmemelidir. Öyle ki, sadece üniversitelerde veya devletin tesis ettiği laboratuvarlarda değil, herkes kendi evinde ilim adına bir hedefe ulaşmaya çalışmıştır. Böylece mesele, fantastik ve aristokrat bir meşgale olmaktan çıkmış, halka mâl olmuştur. Evet, bilim tarihi müşâhede edildiği zaman görülür ki, Batı’nın hemen her ülkesinde çok iptidaî vasıtalarla bile devamlı araştırma yapılmıştır. Ben, bizim dünyamızda bu hususta henüz ciddî bir düşüncenin geliştirildiği kanaatinde değilim.
Son zamanlarda her ilde bir üniversite açma düşüncesi var ve bu bir nispette gerçekleştirildi. Fakat maalesef üniversite merkezleri dahil ciddî araştırma merkezlerinin olmadığı, hatta üniversitelerde ilim adına şablonculuktan henüz kurtulamadığımız rahatlıkla söylenebilir. Buna göre, bazı mütehassısların da ifade ettiği gibi “Araştırmaya yönelik imkânlar olmayınca eğitim müesseseleri dejenere oluyor, ilim ahlâkı bozuluyor, ilme karşı saygı azalıyor.. neticede seviyesiz insan yetişiyor ve kat’iyen istikbal vaad etmiyor. Bu ise kaynak, zaman, iş gücü israfından ve kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.” düşüncelerinden hareket edip, eldeki imkânlar ölçüsünde belli merkezlerde içinde çok çaplı ve çok yönlü araştırma merkezleri ihtiva eden üniversiteler açılmalıdır.
Burada dikkat edilmesi gereken ayrı bir husus, herkesin kabiliyetleri, istekleri doğrultusunda çalıştırılması ve yönlendirilmesidir. Kim bilir, kalbinde hadis sevgisi olanlarla azıcık meşgul olunsa, onlara yol ve yöntem öğretilse, belki de onların içinde Buhârîler, Müslimler, Ebû Dâvûdlar çıkacaktır. Bu yönlendirme düşüncesi hayata geçirilmediği takdirde bu istidatların kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemek safdilliktir. Evet, herkes kendi istidadına uygun olan dalda başarılı olabilir. Ve bu umumî kaidenin istisnası azdır.
Öte yandan her başarı, çalışan insan için bir primdir. Hatta insanlarda çalışma aşkı olunca dünyevî hiçbir şey kazanmasalar bile hayatlarının sonuna kadar bu yoldan vazgeçmezler. Pasteur, Freud, Einstein, Edison ve daha niceleri hayatlarını daima sıkıntılar içinde geçirmişlerdir ama, ilim aşkı ve ilim zevki onlara bu yolda ilerlemeleri için yetmiştir.
Hâsılı, toplum çapında herkes için bir gaye‑i hayal olursa, nefislerin enelere dönmesi ve toplum bazında bir egoizmanın hâkim olması söz konusu olamaz.[1] Aksi hâlde insanlar, o gaye‑i hayali bulacakları âna kadar her şeyi benliklerinin etrafında örgüleyecekler ve onlar içinden, Pasteurlar, Edisonlara, Ebû Hanifelere, Birunîlere bedel, sadece kendi nefsini düşünen bir kısım egoistler, kendini beğenmiş hastalar ve dünyanın tamamını verseniz yine tatmin olmayacak ucûbe insanlar çıkacaktır.. ve maalesef bizim toplumumuzun yakın dönem itibarıyla yaşadığı ruh hâleti de budur.
- tarihinde hazırlandı.