Düşünce ve şahsiyet kayması
“Hakkın olacak işler
Boştur gam u teşvişler (telâş)
Ol hikmetini işler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
............
Deme şu, niçin şöyle
Yerincedir o, öyle
Bak sonuna sabreyle
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
............
Nâçâr kalacak yerde
Nâgâh açar ol perde
Derman eder ol derde
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler.”
İbrahim Hakkı kâinatta cereyan eden her hâdiseye karşı bakış açısını bu ifadelerle dile getirir. Aslında bu “Sizin kerih gördüğünüz nice şeyler vardır ki, onlar sizin hakkınızda hayırlıdır. Yine sizin hayır zannettiğiniz nice şeyler vardır ki, onlar da şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara sûresi, 2/216) âyetinin muhtevasını yansıtmaktadır. Evet, başa gelen nice şeyler var ki, insan bazen onları kabullenmekte zorlanır. Hâlbuki musibet görünümlü ve dış yüzü itibarıyla fevkalâde nâhoş olan bu şeyler, şayet bizim metafizik gerilimimizi artıracaksa; artırıp kendimizi yeniden gözden geçirmemize sebep olacaksa, hatta günahlara karşı yeni bir tavır ayarlaması yapmamızı sağlayacaksa, bütün bunlar bizim için mahz‑ı hayır demektir. Aksine bunlar, dünyada kaybetmemizin yanı sıra, ahiret kaybını da netice verecekse, eyvah! İşte o, “hüsran içre hüsran”dır.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) musibet televvünlü işler öncesi ve sonrasında, hep Allah’a teveccüh etmiştir. Meselâ, gökte siyah bir bulut belirince Efendimiz’in –tabiri caizse– beti‑benzi atmış ve hemen secdeye kapanmış, kendini duaya salmıştır. Zira bu bulut, daha önceki ümmetlerin helâkına sebebiyet veren bulut gibi olabilir..[1] O’ndan bu dersi alan Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Ömer ve Bediüzzaman’a gelinceye kadar niceleri, yüzlerini Rabb‑i Ecell‑i A’lâ karşısında hep yere koymuş ve “Bizim günahlarımız yüzünden ümmet‑i Muhammed’i helâk etme Allahım!” diyerek dua dua yalvarmışlardır. Rica ederim, bu büyük zatlar, kendileri hakkında böyle düşünüyorlarsa, bizim nasıl düşünmemiz lâzım? Oturup durumumuzu bir daha gözden geçirmemiz icap edecek. Her ne ise, onu da sizin irfan dolu düşünce dünyanıza havale ediyorum.
Yalnız burada çok önemli bir hususa işaretle yetineceğim. O büyük zatlar kendi haklarında böyle düşünebilirler ama, biz onlar hakkında böyle düşünemez ve bunun kat’iyen böyle olduğunu ifade edemeyiz. Onların kendilerini bu kabîl sorgulamaları, hâdiselere mukarrabîn perspektifinden bakmaları itibarıyladır.
Evet, Üstad Hazretleri’nin yaklaşımları içinde, bir topluluğun başına gelen olumsuz şeyler, başta bulunan insanlar yüzündendir. Savaş sonrası galibiyet bütün orduya, ama mağlûbiyet komutanlara mâl edilmelidir.[2]
Hâsılı, düşüncede doğruyu bulma çok önemlidir. Bunu bulma yoluna isterseniz kalb metodolojisi de diyebilirsiniz. Yani bir şeyin doğru veya yanlış olduğuna dair yapılacak değerlendirmelerde ölçü ve kıstasların bulunduğu ve kalbin tatmin olup ya da olmamasını netice veren kalb metodolojisi. İşte bu ölçülerin yerli yerine oturmasına paralel, zamanla o kabîl hâdiseler karşısında, davranışlar da, takınılan tavırlar da düzgün olacak ve şimdilerde hemen her gün etrafımızda görerek eksikliğini daha çok hissettiğimiz düşünce kaymalarından da, bundan kaynaklanan şahsiyet kaymalarından da kurtulacağız inşâallah!