Türkiye ve konumu
Türkiye içte ve dışta meydana getirilen hâdiselerle hep kapalı bir fanus içinde tutulmaya çalışılmaktadır. Buna ilaveten bir kısım devlet ricali misak‑ı millî sınırları ile çizilen dairede kalmayı, çevremizle alâkadar olmama şeklinde yorumluyorlar. Şahsen ben, dünya çapında siyasî bir mülâhaza takip edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu gerçekleştireceğimiz âna kadar da bu kapalı fanusun içinde kalacağımız kanaatini taşıyorum.
Mühim bir zatın tespitine göre, Mustafa Kemal “Yurtta sulh, cihanda sulh.” sözüyle tamamen içe kapanık bir siyasî anlayış kastetmemiştir. Mustafa Kemal, Mark Artur’un, Türkiye’yi ziyaretinde ona: “Türkiye’nin bu hâliyle ayakta kalabilmesi, başta adalar probleminin çözülmesine, Balkanlar’daki Türk haklarının geri verilmesine ve Musul‑Kerkük gibi yerlerin Türkiye’ye iltihak edilmesine bağlı…” olduğunu söylemiştir. O, böylesine önemli bir fikri, daha Japon Savaşı meydana gelmeden önce ifade ettiği hâlde, –maalesef– bu düşünce, sadece askerî arşivlerde saklı kalmış ve rical‑i devlet tarafından da kaale alınmamıştır.
Önemli bir konuma sahip olan Türkiye’nin, komşularıyla kat‑ı alâka edip, misak‑ı millî ile çizilen sınırlar içinde, kendi kabuğuna çekilerek varlığını sürdürebilmesi kat’iyen düşünülemez. Kanaatimce bu konumdaki bir ülkenin, en başta yapması gerekli olan şey; kendi ülke insanını çağıyla hesaplaşmaya hazırlarken, günün müsaade ettiği ölçüde, çevresini bir güven hâlesi hâline getirmektir.
Evet, ülke insanının bu düşünce istikametinde yetiştirilmesi şarttır. Bu gerçekleştiği takdirde şimdi 23 Nisanlarda çocukların birbirlerine salladıkları bayraklar, toplumun tüm katmanlarına yayılır. Böylece hep birlikte, yıllardır aldatılmanın ezikliğini, üzüntüsünü üzerimizden atarak, asırlardan beri kanımızı bir sülük gibi emen ve iflahımızı kesen düşmanlara aynı tavrı sergileriz –inşâallah–.
Şahsen ben özellikle son yıllarda, bazı çevrelerin birtakım eğitim ve kültür faaliyetleriyle dünyaya açılmalarıyla bunu gerçekleştirebileceklerine inanıyorum. Zaten bu faaliyetler, “Türkiye kapalı bir fanus içindeydi, bu tür çalışmalar Türkiye adına iyi oldu…” gibi ifadelerle artık takdir görmektedir.
Ayrıca, Türkiye’nin, bu ülkelerde güçlü lobiler teşkil etmesi de, onun geleceğini –sebepler planında– garanti altına alması açısından çok önemlidir. Günümüzde ücretle çalışan birkaç sûrî kuruluş dışında, Türkiye’yi dünyada destekleyip savunan lobilerin var olduğu söylenemez. Eğer bu ülke, “devlet‑i ebet müddet” olma düşüncesinde ise, her yerde gönüllü lobilerinin olması zarurîdir. Öyle ki, dünya çapında bir ambargo bahis mevzuu edildiği zaman, Asya bütünüyle inlemeli.. bu inleme ta Pasifik’te mâkes bulduğu gibi, Amerika, İngiltere vb. ülkelerde de ses getirmelidir. Gerektiğinde, kendi üslûbumuza uygun bir şekilde sokağa dökülerek mitingler tertip edilmeli, gerektiğinde de o ülkelerin idarî makamları bu lobiler tarafından yönlendirilmelidir.
Ayrıca ben, “İslâm Ortak Pazarı” türünden, şimdilik hayal olan şeyler üzerinde durmanın bir faydası olduğuna inanmıyorum. Aksine bunların, düşmanları teyakkuza geçirme açısından zararı bile olabilir. Bu tip organizelerin ile’l-merkez güç ile zamanla kendi kendine teşekkül edeceği kanaatindeyim. Çünkü bu İslâm ülkeleriyle aramızda tarihî ve dinî bir bağ vardır. Fakat Orta Asya ülkeleri için aynı şey düşünülemez. Batılı bazı devletler, bu ülkeler bağımsızlığına erdiği günden beri, onların içine sızmaya çalışmakta.. çeşitli vesilelerle bu ülkelere girip, kendilerini empoze etmektedirler. Öyleyse bu tarihî fırsatlar mutlaka değerlendirilmelidir. Aksi hâlde, dönüşü zor olan bir sürece girilmiş olacaktır. Bu itibarla da, eğitiminden, ekonomiye, ondan da kültür faaliyetlerine kadar bu ülkelerin gelişmesine öncelik verilmeli ve onlara her zaman arkalarında olduğumuz hissettirilmelidir.
- tarihinde hazırlandı.