Ramazan Bayramı
Ben şimdilerde, milletçe yaşadığımız o mübarek günlerin hasretiyle hep içimi çekip dursam da, bir zamanlar bayramlarla aydınlanmış, renklenmiş o müstesna zaman dilimlerini saat, dakika ve saniyeleriyle duyup tadabiliyor ve dostlarla el ele, gönül gönüle bulunduğum o "eyyâmullah"ı bütün letâfetiyle hissedebiliyorum...
Hocaefendi İle Bir Bayram Sabahı[1]
Ramazan nasıl geldiyse, bayram da öyle geldi. Yüce Rabbimiz, sonsuz kudreti ile yarattığı her şeyi, Sübhanallah tesbihinin birbiri arkasına intizamla dizilişi gibi, intizamla mütedahil daireler gibi birbiri içinde, birbirinin peşi sıra yaratıyor.
Zaman da adeta bir kuyruklu yıldızın çekim alanına giren her şeyi çekip götürdüğü gibi, hadiseleri arkasına katıp öylece akıp gidiyor.
Güzel olan her şey çirkin olanın arkasından geliyor. Çirkinlikler, yozluklar, karanlıklar örtülüyor. Zor olanın, sıkıntılı anın, elem verici durumların acıları kayboluyor da lezzetleri kalıyor.
İnsanlar bayrama erdiğinde geçmişte yaşadığı bütün sıkıntılar ışık hızında bir vagona yüklenip uzaklaştırılıyor, kaybediliyor. Söylenilenin aksine, genel kanaatin aksine, her bayram bir öncekinden daha fazla bayram oluyor!
Orası adeta Birleşmiş Milletler Merkezi gibiydi. Dünyanın dört bir yanından, hizmetin ulaşabildiği her yöreden insanlar vardı. Hocaefendi neşeliydi. Salonu dolduran aydınlık çehreli insanlar sabah namazına durdular. Hocaefendi Fatiha'yı okuduktan sonra hep bir ağızdan çıkan âminlerin ardından adeta ikinci bir "âmin" daha duyuluyordu ve bunu duyanlar, hissedenler onun meleklerden sadır olduğunu düşünüyordu. Sabah namazı ile bayram namazı arasında geçen süre içinde Hocaefendi orada bulunan herkesten on dokuz kere Fetih Sûresi'ni okumalarını istedi. Bayram namazında da Fetih Sûresi'nden ayetler okudu. Kahvaltıdan sonra Hocaefendi koltuğuna oturdu. Gerçekten tam bir denge insanı olan Hocaefendi, sözü dünya-ahiret muvazenesine getirdi ve dedi ki: "Mevla size 'Girin cennetime' dediğinde siz asıl bayramı o zaman yaşayacaksınız. Diyeceksiniz ki, dünyada yaşadıklarımız da bayram mıymış? İşte asıl bayram buymuş..."
Hocaefendi, bir miraç kandili günü olan 6 Nisan 1986'da İstanbul-Çamlıca tepesinden bütün dünyaya yayılan mesajında şöyle diyordu: "Zaman durmadan deveran ediyor. Gündüzler geceleri takip ediyor. Geceler gündüzlerin ardından akıp gidiyor. Ve zaman müstakim bir hat gibi gitmiyor. Bugün birilerine bayram, yarın başkalarına bayram. Bugün birilerine sevinç, yarın başkalarına sevinç. Bugün toprağın kara bağrında açan kar çiçekleri yarın zirvelerde gezmeye namzet. Bugün toprak kurak ve çorak olabilir. Ama cennetlerden daha kutsi gözyaşları yarınları gül bahçesine çevirecektir."
Hocaefendi müthiş bir insan. Şimdikiler elektrik diyorlar; ama onun manevi etkisi, eğer o neşeliyse bulunduğu atmosferdeki herkesin neşeli olmasına, eğer hüzünlüyse, herkesin hüzünlenmesine yol açıyor. Doğrusu Peygamber Efendimiz'den bahsedersen yakınında bulunmamak gerekiyor. Efendimiz dediğinde kendisi ile birlikte yakınlarda bulunan herkes gözyaşlarına hakim olamıyor.
Neşeli olduğunda çok güzel espriler yapıyor. Bir keresinde tevhidden bahsediyordu. O sırada birisi konuyla hiç alakası olmayan bir şey sordu, 'Hocam siz olmasanız biz ne yapardık?' dedi. Hocaefendi, konuşmasının kesilmesine pek memnun olmamıştı. Soruyu soran şahsa döndü ve 'Ölürdünüz, mahvolurdunuz.' dedi. Herkes kafasını öne eğdi. Sonra 'Ben tevhidden bahsediyorum, sen ne diyorsun.' diye konuşmasını sürdürdü. En son sözlerini soruyu soran kişiye hitaben 'Sen öldüğünde İzmir'in bütün camilerinde sala verdireceğim.' diye bitirdi. Herkesin yüzünü bir tebessüm kapladı.
Yine Hocaefendi konuşurken birisi pat diye bir soru attı ortaya: 'Hocam, Hazreti İsa niçin evlenmemiştir?' dedi. Hocaefendi, konuyla alakasız bu soru karşısında düşündü düşündü ve 'Vakit bulamamıştır.' dedi. Dedim ya keyifli anlarına doyum olmuyor.
Bir başka seferinde geceleri eskisi kadar yürüyemeyeceğinden bahsetmişti. 'Eskiden günde 3 saat yürürdüm, artık yürüyemiyorum.' dedi. Oradakilerden birisi kendisine yürüyen bant alabileceklerini, böylece dışarıya çıkmadan istediği zaman istediği kadar odasında yürüyebileceğini söyledi. Bunun üzerine 'O olmaz.' dedi 'Ben öyle hem yürüyüp hem mesafe almazsam olmaz.'
Şimdi orada olmak vardı gerçekten!
Nuh Gönültaş'ın bu yazısından sonra İslam alemi ve bütün dünyadaki Müslümanların bayramlarını tebrik ediyor, Ramazan Bayramına dair yazıları istifadelerinize arz ediyoruz.
Ramazan Bayramının Mahiyeti[2]
Ramazan bayramı, senenin oruç ayı olan ramazan-ı şerifin bitiminde giren ve Türkiye'mizin bazı yörelerinde "bayram ayı" denilen Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan dinî bayramdır. "Ramazan bayramı, bir ay oruçla Rabb'e yaklaşma sevincini, yaşama neşesini paylaşmanın ifadesi zengin, dolgun ve bereketli bir bayramdır."[3] "Hakkullah/Allah'ın hakkı olan ramazan" ayında oruç ibadetini tamamlayan müminlere İlahî ikram sadedinde ve ramazandan ayrılığın acısına bir teselli anlamında "hukuk-u ibâd/kulların hakkı olan bir bayram" dır. Allah'a karşı bir farz görevi yerine getirmiş olmak ve bir yıl ailecek afiyet üzere bulunmak, aklı başında olan herkes için sevinmeyi gerektiren bir ikram-ı ilahîdir. Fakirlerin sadaka-i fıtırlarla rahat ve sürura kavuşmaları, zenginlerin de başkalarını mutlu etmekle huzura ermeleri, bu bayramın toplumun ruhî ve psikolojik yapısına olan pozitif katkılarındandır.
Bakara suresindeki ayette "... Ve litükmilü'l-ıddete ve litükebbirallâhe alâ mâ hedâküm ve lealleküm teşkurûn." (Bakara 2/185) cümlelerinin, ilgili rivayet ve dirayet yorumlarının ışığında tefsîrî meali şu şekilde olmuş olur: "Allah, sizden Ramazanın bütün günlerinde tastamam oruç tutmanızı ve eğer şevvâl ayının hilali görülmezse sayıyı otuza tamamlamanızı.. hilali gördüğünüzde Ramazan bayramı için (içinizden gizlice) tekbir getirmenizi; size hidayet etmesine veya hidayet ettiğine hamdetme niyetiyle (gizlice) Allah'a tekbirler getire getire bayram namazına gidip, namazı da yine (sesli olarak) getirdiğiniz tekbirlerle eda etmenizi.. sonra da bayramı Allah'a şükürle dolu olarak meşru dairede kutlamanızı ister."
Bayramın Tanımı[4]
Bayram İslâmî duygu ve düşüncenin sızıp kâsesinden dışarıya çıktığı ve köpürüp her yanı sardığı bir buluşma günüdür. Bayramların içinde âdeta, bütün geçmişimiz uyuyor, sayıklıyor; uyanıyor ve geriniyor gibidir. Geçmişten bugüne, bize âit husûsiyetler bayramların genel havasına öylesine sinmiştir ki, bu mübârek günleri her idrâk edişimizde, benliğimizin derinliklerinde asıl duyduğumuz şey semâ peymâ olan o şanlı günlerimizdir. Gözlerimizi kapayıp bayramları dinlerken, raiyetimizin göklerde dalgalandığı günlerin lezzetini bir kere daha duyar ve koskoca bir târihi; daha doğrusu kendi rûhumuzu, kendi mânâmızı, kendi değerlerimizi bir kere daha yaşarız. Bu itibarla da bayram günlerinde âdeta, gönüllerin tasalarıyla zevklerinden meydana gelen bir armoniyi beraber dinler gibi oluruz.
Bayram Günü Ne Zaman Başlar?
Ramazan bayramı Şevval ayı hilalini görmekle başlar; eğer hava bulutlu ise Ramazan ayı otuz gün hesaplanır, sonraki gün bayram edilir. Ramazanın 29'unda hilal görünürse ertesi gün Şevval'in 1'idir ve bayram yapılır. Ramazan bayramında eda edilmesi gereken iki vacip amel vardır temelde: bayram namazı kılmak ve fıtır sadakası (fitre) vermek. Ramazan ve Kurban bayramı namazları ikişer rek'attir ve aynı şekilde cemaatle kılınır. Cuma namazı üzerine farz olanların bayram namazı kılmaları Hanefî mezhebine göre vaciptir. Kadınların bayram namazı kılmaları sünnettir. Asr-ı saadette kadınlar bayram namazlarına cemaate iştirak ediyorlardı. Bayram namazlarından sonra okunan hutbeler sünnettir. Bayram namazının vakti, güneşin doğup, ufukta bir veya iki mızrak yükselmesinden itibaren başlar ve zeval vakti denilen güneşin tam tepeye dikilme zamanına kadar devam eder. Bir zaruret sebebiyle birinci günü kılınamazsa, cemaatle ikinci gün de kılınabilir.
Rahmetin Tecelli Ettiği Günler
"Allah Teala, ramazan ve kurban bayramı günlerinde yeryüzüne rahmetiyle tecelli eder. Öyle ise namaz ve ziyaret için evlerden dışarı çıkın ki, rahmet size dokunsun."[5] hadisi şerifine riayetle, bayramlarda evlere kapanıp kalmamalı, belki öncelikle namaz ve ziyaret için evlerden dışarı çıkılmalı, o bayram sevincini yaşamalı ve yaşatmalıdır. Peygamberimiz'in ramazan bayramının birinci günü bayram namazına gitmeden önce hurma gibi tatlı bir şey yemeden -tek sayıda yerdi- hane-i saadetlerinden çıkmadığı da gelen rivayetler arasındadır. Bunda ise, bir gün önceki oruç haline- oruç ayının bitmesi sebebiyle- muhalefet etme gayesi vardır. Efendimiz bayram namazından önce fıtır sadakası verir; böylece, böyle bir günde fakirlerin muhtaç durumdan çıkarılması ve namaza endişesiz katılmaları sağlanırdı.
Bayram Ziyaretleri ve Tebrikler
Bayramda büyükleri ziyaret ve arz-ı ta'zimde bulunmak, en azından bu ikisi yerine kaim olmak üzere tebrikte bulunarak onların hayırlı dualarını talep etmek ve irşatlarını ummak, bayramın dinî neşvesini duymada önemli bir amel-i salihtir denilebilir. Tebrikte bulunurken teberrükte bulunma niyetini içte saklı tutmak da, onu iki katı kıymetli ve bereketli hale getirir. Ayrıca tebrikte, gelmiş-geçmiş, maddi-manevî bayramlar birden kutlanırsa daha şümûllü olacaktır.
İslam âlimleri, bayramlarda hediyeleşmeye büyük önem vermişlerdir.[6] Hediye-i Ramazaniye olarak çok farklı şeyler düşünülebilir. Ancak bunlar arasında kitapların yeri, her zamanki hürmetini ve asilliğini korumaktadır. Hatta Ramazan'da kendisine Risale-i Nur tefsirlerinin bazı nüshaları sunulan Bediüzzaman Hazretleri'nin, memnuniyetinin bir ifadesi olarak bu bayramın çok bayramları birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçtiğini söylemiş olması manidardır.
Ramazana Veda Hüznü ve Bayram Sevinci[7]
Üç aylar, Recep, Şaban ve Ramazan derken.. bayramın bütün ihtişam ve coşkusuyla gelivermesi ve inananlara bedenî-ruhî hazlar yaşatması. Bu süreçte mü'minlerin his, şuur ve idrak seviyesinde duyup yaşadıkları manevî güzellikler ve bu zaman parçalarında gerçekleşen ledünnî hadiseler ile alakalı şu birkaç paragrafa kulak verelim:
"Ramazan öncüsü, hayırla, bereketle gelen aylar (Recep, Şaban gibi); sessiz, sâkin; fakat dolu dolu bir feyzin taşıp bütün gönülleri saracağı mübarek günlerin ufukta olduğunun emareleri ve işaretleri gibidirler. Her inanmış gönül, bu ayların ilk günüyle ramazan sath-ı mâiline girdiğini duyar, yaşar ve birkaç adım ileride kendini bekleyen bir bereket ayını olabildiğince değerlendirebilmek için şimdiden, sesi-soluğu ve sergileyeceği kulluğu itibariyle bütün duygularını bir kere daha gözden geçirir.. sanki gözleri henüz uykudan uyanmamış ve yapılacak iş, seslendirilecek mevzû ile konsantrasyon sağlanamamış da, bir kısım mırıltı ve sayıklamalarla, bu büyük iş ve kudsî teveccühün mûsikisini bulma, ritmini yakalama gayretini gösteriyor gibi olur.
Gönüller, bitevi heyecanla dolup, ruhlar da kıvamını bulunca, bu üstüste şafaklar değerindeki günlerin arkasından hilâl remziyle, fakat dolunay gibi ramazan doğuverir. En tatlı yeller gibi inşirâhla eser.. eser gönüllerimizi sarar, canlarımızı, tenlerimizi ipekler gibi okşar geçer ve tıpkı bahar yamaçları gibi gözlerimizi güzelliklere uyarır, gönüllerimizde yükselme arzusunu coşturur.. ve şelâleler gibi, sinelerimize yumuşak, tatlı bir ürperti salar.
Nihâyet bir aylık misafirlik biter, binbir vâridatla gelen ramazan da gider.. gider ama, onun getirdiği ışığa uyanmış ve dirilmiş ruhlar, sürekli düşünmüş ve haşyetle ürpermiş gönüller, vuslat arzusuyla yollara dökülmüş ve köpürmüş vicdanlar bu defa da bayramın sımsıcak günleriyle kucaklaşırlar. Evet kendilerini denize salan insanların bir müddet sonra, dört bir yandan su ile sarıldıklarını duyup hissetmeleri gibi, biz de üç aylardan sonra, kendimizi bayramın rengârenk ikliminde, huzur ve itmi'nan tüten atmosferinde buluruz.. bulur ve onu bütün duygularımızla hisseder, bütün benliğimizle yaşar ve mahiyetimizin bütün rükünleriyle paylaşırız.
Bayram şafağı söküp minarelerin başında temcidler tınlamaya başladığı ve her yanda lâhûtîliğin tütüp durduğu dakikalarda hülyalarımızı coşturup köpürten öyle sırlı şeyler duyarız ki, bunlar alır bizi derinlere, derinlerden de daha derinlere götürür ve gönüllerimize hiçbir zaman söylenemeyen ve bir şeyler anlattıkları hâlde katiyyen ifade edilemeyen, hele gündelik lisanla asla anlatılamayan en mahrem duyguları fısıldarlar.
Evet, Itrilerin, Dede Efendilerin duygu ve düşüncelerinden birer usare gibi süzülüp gelen ezanlarımız, temcidlerimiz, tekbirlerimiz ve tehlillerimizdeki hava, üslûb ve estetik, milletimizin deminin, damarının, kalbinin mübhem, çok buudlu bir sesi ve husûsî bir lisanıdır. Duygularımızın ifadesi ve gönüllerimizin mûsikisi olan bu ürperten, bu coşturan ses hevenkleri, ruhlarımıza âdeta, zaman üstü ve ötelerden gelmiş söz zemzemeleri gibi te'sir eder.
Bazen müezzinin komut veriyor gibi peşipeşine çığlıkları, bazen imamın ayrı bir fasıldan semâvî nağmelerle inlemesi, bazen bütün cemaatin koro hâlinde gürlemesi o kadar mehîb, o kadar ürpertici ve o kadar bizdendir ki, hemen hepimiz ma'bedden yükselen bu sesleri mırıldanırken, upuzun ve şanlı bir geçmişi, hatta ondan da öte, cihanşumûl bir gerçeği, ezelden ebede uzanan bir hakikatı bütün tazeliğiyle bir kere daha hisseder ve hazla geriliriz. Bilhassa bayram günlerinde ma'bed bize, o ipekler kadar ince ve yumuşak, kuş yuvaları kadar canlı ve sıcak havasıyla hep, duyguların safvetini, vücudun rahatını, ruhun itmi'nânını, yaşamanın gâyesini, hayatın mâcerâsını, milletimizin manâ köklerini, kültürümüzün temellerini, dinimizin ölümsüzlüğünü, dilimizin mûsikisini, hayata bakışımızı, dünya görüşümüzü, üslûb ve şîvemizi fısıldar ve gerçek insan olma yollarını gösterir.
Biz, hemen her zaman, ma'bedde uğuldayan bu sıcak sesler içinde, göklerin yere doğru eğildiğini, yerin gidip göklerle bütünleştiğini, yıldızların yerdeki çiçeklere göz kırptıklarını, çiçeklerin gök ehline gamze çaktıklarını ve bu iki âlem arasında sırlı ve sihirli gelip gitmelerin yaşandığını duyuyor ve görüyor gibi oluruz.
Herkesi kendi ruh ve hülya derinlikleriyle bir başka âlemlere çekip götüren bu ses, bu söz, bu görüntüler, inanmış sinelerde imrendirici güzellikleri, ürperten ra'şeleri, coşturan heyecanları ve dirilten soluklarıyla yankılana dursun, namaz bitip, semâvî seyahat da tamamlanıp ma'bede muvakkaten veda edilince, bu defa da Hakk'dan halka "nüzûl" ediliyor gibi herkes bir başka derinlikle yeniden insanlara döner.. onlarla kucaklaşır, bayramlaşır ve ma'bed yoluyla mazhar olduğu vâridatı, bu kez de çarşıda-pazarda, ovada-obada, evde-işyerinde, mektebte-kışlada rastladığı kimselerle paylaşır.. bu suretle, saatlerle takdir edilmiş sınırlı zaman parçalarına, kalbin vüs'ati, ruhun zaman üstülüğü ölçüsünde sınırsızlık kazandırır, âdeta onu sonsuzlaştırır.. ve daha dünyada iken, ebediyet ve ötelerle ne kadar derinden derine irtibatlı olduğunu ortaya kor."
Bayramlaşma Coşkusu[8]
Ramazan bayramı, on bir ayın sultanı ile diğer aylar arasında bir geçiştir, bir köprüdür; Ramazan-ı şerif gibi rahmet, mağfiret ve cehennemden azat kazanımlı bir kutsal ay ile normal diğer aylar arasında fikrî hissî ve ruhî bir koridor misyonu görür bu bayram. Ramazan bayramı aynı zamanda oruç tutanlara bir kutlama, bir tes'id, bir müjdedir; ahirette ebedi yaşanacak bir sevincin dünya faniliğine düşen bir gölgesidir, gölgesinden bir parçadır diyor ve yine Hocaefendi'ye kulak veriyoruz.
Bayramdaki temcid, salâ, ezan ve gizli-açık her yanda duyulan evrâd u ezkâr kulaklarımıza âdetâ, gök kapılarının gıcırtılarını aksettirir; tebrikler, tes'îdler, el öpmeler, ziyaretler ise şanlı geçmişimizden köpürüp köpürüp gelen ruhu ve manâyı andırır. Evet, öteler buudlu bu lâhûtî ses hevenkleri, bu mâzi renkli töre ve merasimler, sanki ruhlarımızın, anlatmak isteyip de anlatamadıkları sevinçlerini, neş'elerini veya hasretlerini ve hicranlarını söylüyor gibi gelir bize...
Bayram, hemen her zaman oldukça şümullü bir dil kullanır ve anlatılması gerekli olan her şeyi anlatır: İnsanın toprak gibi hiçliğini ve ayaklar altında oluşunu.. yağmurun toprağı kucakladığı gibi rahmetin de onu kucakladığını.. arı kovanından daha canlı, kuş yuvalarından daha yumuşak yuvalarımızın şefkatini.. ruhlarımızın ötelerle olan alâkalarını, emellerini.. kalblerimizin huzur ve itmi'nanını.. fert plânında insanın bir bilinmez noktadan başlayıp ve bir türlü bitmeyen sırlı yolculuğunu.. yolculuğun sevindiren veya ürperten son durağını.. toplum plânında milletimizin doğuşunu.. çağlar ve çağlar boyu mücadelesini.. kültür ve medeniyetini.. örf ve âdetini.. üslub ve şivesini, hem de senede bir iki defa ve toplumun bütün katmanlarına en beliğ bir dille anlatır.
Bu güzel dünyanın güzelliklere namzet çocukları olan bizler, kendi ruhlarımızın ifadesi olarak bayramlarda duyup dinlediklerimizi, coşup haykırdıklarımızı ve yaşayıp anladıklarımızı, evet, maziden bize miras kalan varlığımızın ruh ve manâsını daha sağlam blokajlara oturtmalı, daha sağlam seralara alarak korumalı, geliştirmeli ve yaşatmalıyız. Zira bu bayramlar ve bayramlara ait ruh ve manâların gönüllerimize sinmesi, bütün bir millete mâl olması, bunca his, bunca hayal, bunca düşünce ile bütünleşmesi için kim bilir ne kadar zamana ihtiyaç olmuş; uğrunda ne büyük gayretler gösterilmiş ve ne tahammülfersâ şeylere katlanılmıştır!? Bizim o geçmişten, o sa'y ve o gayretten haberimiz olmayabilir.. bayramları, iyi senarize edilmiş bir şehrâyinin, birkaç başarılı aktörle canlandırılması şeklinde seyredebiliriz.. oysa ki bayram, bütün bunları aşan bir temâşa zevki, bir televvün derinliği ile gelir. O, gökteki ilk aşılamadan sonra, yeryüzünde çağlar ve çağlar boyu sürüp gelen mukaddes bir hamileliğin en bereketli ürünüdür.
Ramazan ve bayramlar, diğer gün ve aylardan farklı olarak sanki yağmur yüklü bulutlar gibi gelir, eteklerindeki hayrât ve hasenât cevherlerini başımıza boşaltır[9]. Günahlarımızı çer-çöp gibi önüne katar, gufran denizlerine sürükler ve bize tekrar ber tekrar:
"Mevlâ bizi affede Bayram o bayram olur
Cürm ü hatalar gide Bayram o bayram olur." M. Lutfi Hazretleri
dedirtir. Hislerimizin sınırsızlığı, hülyalarımızın sonsuzluğu, sanki bekaya açık bu fani günleri ebedîleştirmenin büyülü formülüymüş gibi onların içine girince, bize sonsuzun sırlı kapılarını aralamış ve gönüllerimize ebediyyet duygusunu bir kere daha duyurmuş olur.
İnsan ne zaman, bayramı ve bayramla gelen sesi, soluğu dinlese, o günlere göre çok tekerrür eden o en güzel kelimelerden, en enfes ifadelerden, en manâlı davranışlardan, hattâ o güne ait duygu ve düşüncelerden fışkıran en latif iksirleri içer; içer de, saadetlerin en erişilmezini elde eder."
Ruhlar bir aylık Ramazanla tam kıvamını bulur, derinleşir, meyvenin çiçeğe yatışı gibi, olgunlaşır ve yeni bir oluşum bekleyişine geçer; derken bayram ufukta bir güneş gibi beliriverir. Bayram, bütün bir ramazanın, hatta geçmiş bütün ramazanların özü, usaresi gibi bir duyguyla gelir. O, semaların en nurlu katmanlarından süzülmüş, meleklerin incelerden ince elleriyle örülmüş, sımsıcak, alabildiğine yumuşak bir tül gibi sarar benliğimizi.. ve kopup geldiği âlemlerin şefkat ve duyarlılığını ruhumuza işlercesine, bir anne gibi kucaklar hepimizi. Biz, bütünüyle onun, o da bütünüyle bizim olur.. ve gitmeyecek gibi okşar kâküllerimizi.. dönüp gelecekmiş gibi öper alınlarımızdan.. ve veda tavafı edasıyla uzaklaşır bizden.
Biz, bayramın bu ses ve soluklarını, bu şive ve bu nazını, meleklerle hemdem olmuş, peygamberlerle yaşamış olanlarımızın, gönüllere inşirah veren, dinlendiren, mutlu eden ve ebedî mutluluğa giden yolları açan sihirli uğultuları gibi duyarız.. duyar ve Müslüman olarak yaratılmış bulunmanın hazlarıyla talihlerimize tebessümler yağdırırız.
Bayram Oruçtan Kurtulma Günü Değildir[10]
Bayram kısalığına rağmen haftaların, hatta ayların varidâtını, hayrını, bereketini ve neşesini bağrında saklayan bir zaman dilimidir. Bayramda Cenâb-ı Hakk'ın öyle ekstradan teveccühleri ve sürpriz ihsanları vardır ki, onlara bayram olmayan on günde, belki bir ayda, belki on ayda, belki birkaç senede ulaşılamaz. Yapılan bütün hayır ve hasenât ancak Cenâb-ı Hakk'ın teveccühüyle değer kazanır; bayram işte öyle bir ilahî teveccühün en önemli vesilelerindendir; adeta bir ömrü tatlandıracak kadar engin ilahî lütuflara mazhar olma vaktidir.
Tabii, böyle bir mazhariyet Ramazan'ın hakkını vermiş, bayramda da laubâlîliğe girmemiş insanlar için söz konusudur. Bayramı sadece bir tatil olarak gören, bir ay boyunca yemeden, içmeden alıkonulmuş olmanın intikamını alıyormuşçasına abur-cubur her şeyi yiyen ve mübarek günlerde muvakkaten uzak durduğu haramlara yeniden giren kimselerin bayramın hususi varidâtından istifade etmesi çok zordur. Ancak bayramda da Ramazan'daki temkin ve teyakkuzunu koruyan, imsak-iftar arası mübahlardan elini-eteğini çektiği gibi hayat boyu da haramlara karşı mesafeli duran ve kulluğunun idraki içinde bulunan insanlardır ki, onlar, kısa bir zaman içine çok hayır ve hasenâtın sıkıştırılmışlığına mazhar olurlar. Onlar için bayram, Ramazan'ın vâris-i hassıdır; yani, Ramazan'da sevap ve mükafat adına ne va'dedilmişse, bayramda da onları bulmak, aynı semerelere sahip olmak mümkündür. Nasıl ki, Kadir gecesi sıkıştırılmış bir hayrât u hasenâtı bağrında saklar; bayram da öyledir. Şu kadar var ki, Ramazan günlerini ve Kadir gecesini Allah'a kurbet vesileleri olarak değerlendirmek söz konusudur; bayramda ise kurbet ümidi esastır, "Allah'ın izniyle o kurbeti elde ettik; bir neferdik, müşirliğe yükseldik" şeklindeki reca mevzubahistir.
Bayram, kat'iyen Ramazan'dan çıkmış olmanın, oruç günlerini arkada bırakmanın ve rahatça yeme-içme serbestliğine ermenin sevinci değildir. O, kulluk vazifesini eda etmiş olma ve Cenâb-ı Hakk'ın gufrânına kavuşmuş bulunma ümidiyle gelen gönül inşirahıdır. Biz, Ramazan'ı ve oruç günlerini arkada bırakmanın değil, hata ve günahların ağırlığından kurtulmuş olmanın bayramını yaparız. Alvar İmamı'nın, "Mevlâ bizi affede bayram o bayram olur/Cürm ü hatalar gide bayram o bayram olur" sözleri genel duygu ve düşüncemizi çok güzel ifade eder. Evet, bizim bayramımız, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu da Cehennem ateşinden kurtuluş olan Ramazan-ı şerifi tam değerlendirip, ateşten azad olma ümidimiz üzerine kurduğumuz bir bayramdır; Allah'ın rahmetinin enginliği ve o rahmetten nasiplenme beklentisi üzerine bina ettiğimiz bir bayramdır.
Bayram Herkese Hitap Eder[11]
Bayram, her kesimden insana fevkalâde mûnis gelir.. hemen herkesin içine işler.. herkese kendini dinletir ve ne yapar yapar herkesi mutlaka kendi atmosferine çeker. Kimseye karşı cebir kullanmaz, protokollere bağlı kalmaz, açık-kapalı kendisini kabul etmeyenleri tehdit etmez, ama herkes ona yürekten, gönüllü ve selim fıtratının tabiî insiyakları ile koşar; koşar ve onu kutlamaz, sadece yaşar.
Bayrama eren bütün inanmış gönüller, onun senelere denk ışıktan saniyelerini yaşarken, kendilerini hep sevincin, neş'enin bürüdüğü sırlı bir atmosferde sanır ve gezip dolaştıkları her yerde, yukarılardan başlarına bir şeylerin boşaldığını, boşalıp ruhlarının derinliklerine kadar her yanlarını sardığını duyar; bütün benlikleriyle o vâridatın kaynağına yönelir; derken, canlı-cansız çevrelerindeki her varlığın eriyip gittiği ihsaslarıyla kendilerini ötelerin davetlisi birer misafir gibi düşünerek hep sınırlarını aşkın yaşarlar. Böyle ruhanî bir atmosferde kendi mevhibelerini duyup seslendirmesini bilenler, marifet ufuklarının aydınlığı ve zenginliği, aşk u şevklerinin canlılık ve harareti ölçüsünde, hayatlarına bu engin hislerini karıştırarak, her zaman, kendileriyle beraber çevrelerindekilerini de lezzetten heyecana, aşktan insanî münasebetlere sürükler dururlar.
Gurbette Eski Bayram Günlerine Özlem[12]
Sekiz seneden beri Amerika'da gurbet günlerini yaşayan Hocaefendi, 2001 yılında yazdığı yazıda eski bayramlara olan hasretini şöyle dile getiriyor:
Biz, günümüzdeki bayramları, önceki bayramlara nispeten daha bir ehemmiyetli, daha bir kucaklayıcı ve bir mânâda da koruyucu görüyoruz. Her şeyden evvel o, bizleri, günlük hayatın gündelik dedikodularından, "yaşamın" kirli yanlarının tozundan-toprağından uzaklaştırarak, hatta arındırarak kendine benzetir ve aktüalitenin isi-pası içinde bunalmış günümüzün insanına öteden iksirler sunmak suretiyle, onu gerçek insanî değerlere uyarır; uyarır ve her yanını saran kirli duygularını, mülâhazalarını eriterek, çözerek onu talihinin gülen yüzüyle buluşturur.
Ben şimdilerde, milletçe yaşadığımız o mübarek günlerin hasretiyle hep içimi çekip dursam da, bir zamanlar bayramlarla aydınlanmış, renklenmiş o müstesna zaman dilimlerini saat, dakika ve saniyeleriyle duyup tadabiliyor ve dostlarla el ele, gönül gönüle bulunduğum o "eyyâmullah"ı bütün letâfetiyle hissedebiliyorum., evet, o mübarek günleri, kendi insanımızla, cami hariminde, şadırvan başında, mâbed yolunda bütün hususiyetleriyle önce nasıl duymuşsam, bunca uzaklık ve bunca toz dumana rağmen o günkü revnakdarlığıyla ruhumda bir kere daha yaşayabiliyorum.
Evet o eski günlerde hemen herkes, heyecanla dopdolu, saygıyla karşılayacağımız bir telaş içinde, bir oraya-bir buraya koşar, yer yer toparlanır, zaman zaman dağılır, bayramın ebediyet buudlu güzelliklerinden tam nasip alabilme atmosferinde, namaz, va'z u nasihat, Allah'a iç dökme, cami avlusunda dostlarla sarmaş-dolaş olma ve onlarla hasbıhal etme gibi konularla kendini farklı hallerle ifade eder, gün boyu Allah ve Peygamber'e açık durur, başkalarıyla münasebetlerini sevgi ve şefkate bağlı götürür, çevresine basiretle bakar, her şeyi kalbiyle değerlendirir, vicdanıyla tartar, ve sabahtan akşama kadar çeşitli aktivitelerle o mübarek günün tek santimini dahi heder etmemeye çalışırdı...
[1] Zaman, Nuh Gönültaş, 6 Aralık 2002
[2] Musa Hub, herkul.org.
[3] Gülen, M. Fethullah, Sonsuz Nur, 1/19, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1994
[4] Bayram, Sızıntı, Mart 1994
[5] Suyuti, Câmiu's-Sagîr, 2/303
[6] Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.39
[7] Bayram Düşünceleri-1: Sızıntı, Nisan 1992
[8] Bayram: Sızıntı, Nisan 1993
[9] Bayram, Sızıntı, Ağustos 1982
[10] Bayram Sohbeti: Kırık Testi, 7 Kasım 2005
[11] Bayram: Sızıntı, Şubat 1999
[12] Bir Kere Daha Bayram: Sızıntı, Ocak 2001
- tarihinde hazırlandı.