Merhum Osman Bektaş Hocaefendi
Osman Bektaş Hocaefendi 1914 yılında Erzurum'un Tortum ilçesi Ödük (şimdiki ismiyle Serdarlı) beldesinde doğdu. Küçük yaşta medrese tahsili gördü. Fıkıh ilminde kendisini çok iyi yetiştirmiştir. Arapçada alet ilmi denilen sarf nahiv gibi ilimleri okumuş ve okutmuştur. Uzun yıllar Erzurum Müftü Yardımcılığı görevinde bulundu. Fıkıh sahasında ilmini geliştirdi ve çokça öğrenci yetiştirdi. 2 Eylül 1966 ila 29 Haziran 1968 ve 20 Temmuz 1968 ila 20 Eylül 1971 tarihlerinde Erzurum müftüsü olarak görev yaptı. Erzurum'un vaizlerinden olup 20 Eylül 1971 tarihinde Erzurum Vaizliğine atandı. 1 Haziran 1976 tarihinde emekli olan Osman Bektaş Hocaefendi 4 Aralık 1986 tarihinde 72 yaşında vefat etti. Beş çocuk babası olan Bektaş Hocaefendi'nin kabri, doğduğu yer olan Serdarlı beldesinde bulunmaktadır.
Osman Bektaş Hocaefendi Erzurum'un son dönem âlimlerindendi. Küçük yaşlardan beri ilimle meşgul olmuş ve bazı meselelerde müftünün bile kendisinden fetva danıştığı bir fıkıh âlimi olarak Erzurum'da tanınmıştır. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 1956-58 yılları arasında hocası olan Osman Bektaş Hocaefendi'nin vefatının 21. yıldönümü münasebetiyle Allah'tan rahmet diliyoruz.
Aşağıda "Son Dönemin Erzurum Âlimlerinden Osman Bektaş Hocaefendi"[1] adlı çalışmaya ilaveten Osman Bektaş Hoca hakkında başta Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere bazı önemli kişilerin hatıralarını okuyacaksınız.
Hayatı ve Tahsili
Osman Bektaş Hoca 1914 yılında Erzurum'un Tortum ilçesi Ödük, şimdiki ismiyle Serdarlı beldesinde doğdu. Babasının adı, Hacı Süleyman Efendi, annesinin adı ise, Habibe Hanımdır[2]. Babası Erzurum Şeyhler Medresesi'nde tahsilde bulunmuş ve Tortum'un Derinpınar köyü ve Serdarlı beldesinde imamlık yapmıştır.[3]
Küçük yaşta medrese eğitimine başlayan Osman Bektaş Hoca[4] ilk tahsiline annesi tarafından gönderildiği, mahallelerindeki Kâtip Hoca'dan Kur'ân talim ve tecvidi ve temel dini bilgileri alarak başlamıştır. Altı yaşında yetim kalan Osman Bektaş Hoca'nın, ilim tahsili konusunda en büyük destekçisi annesi olmuş ve bu uğurda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Anlatıldığına göre Osman Hoca tahsiline başladığında bir gün derse giderken çeşmenin suyunun taşarak yolu buzla kapladığını görmüş ve bu yüzden de yoldan geçemeyeceğini düşünerek eve dönmüş; "Annesi oğlum niçin derse gitmedin?" şeklinde sorunca, karşılaştığı manzarayı annesine anlatmış. Bunun üzerine annesi eline baltayı alıp yoldaki bütün buzları kırarak temizlemiş ve oğlunu derse göndermiştir.
İlerleyen yıllarda Osman Bektaş Hoca, Serdarlı köyü müderrisi Hacı Yunus Efendi'den[5] beş-altı sene kadar Arapça, Sarf, Nahiv, Akaid ve Fıkıh gibi dini ilimler tahsili yapmıştır.[6]
Ardından Tortum Dikmen köyünden gelen teklif üzerine orada imamlık görevine başlamıştır. Askerlik de dahil olmak üzere Dikmen'de 18 sene kalmıştır. 28 Ekim 1937 tarihinde de askere gitmiştir.[7]
Askerliğini Erzurum'da Topçu Çavuş olarak yaparken sık sık müftülüğe uğrayan Bektaş Hocaefendi o dönemin Erzurum Müftüsü Solakzade ile tanışmıştır. 14 Kasım 1941 tarihinde askerlik dönüşü tekrar Dikmen köyündeki görevine dönmüş ve yine ilmi çalışmalarına devam etmiştir.[8]
Bu esnada Erzurum Müftülüğü, kendisine Erzurum Merkez Caferiye Camii imamlığı teklifini yapmıştır. Bu görevi kabul ederek Erzurum'a yerleşen Bektaş Hocaefendi, görevinin ilk altı ayı boyunca Kurşunlu Medreselerinde kalarak aynı zamanda burada talebe okutmuştur.
Bektaş Hocaefendi, Caferiye Camii'ndeki görevi esnasında sık sık müftülük (fetvahane)'e uğrardı. Bu vesile ile Solakzade tarafından fıkhi bilgisi farkedilip, takdir edilen Bektaş Hocaefendi'ye açılan müftü naipliği (yardımcılığı) sınavına girmesi teklif edildi. 1949 yılında açılan bu sınava katılan ve başarılı bulunan Bektaş Hocaefendi, 1 Temmuz 1949 tarihinde bu göreve resmen başladı ve yaklaşık on bir sene boyunca bu görevi yürüttü. Müftü Yardımcılığı esnasında Müftü Solakzade'den 1960 yılına kadar on bir sene boyunca hiç ara vermeden Arapça, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Mantık, Kelam, Tasavvuf gibi on iki farklı ilim dalında ders okudular.[9]
O dönemde halk arasındaki anlaşmazlıklar mahkemelerden ziyade müftülüklere başvurularak çözülürdü. Özellikle miras, aile hukuku, arazi taksimi ve benzerleri en çok başvurulan meselelerdendi. Ayrıca hâkimler 1926 senesinden öncesi ile ilgili olan arazi ve miras meselelerini bilirkişi olarak Osman Bektaş Hoca'ya göndermekte ve onun taksimatına göre hüküm vermekte idiler. Osman Bektaş Hocaefendi'nin rahle-i tedrisinde bulunan Fethullah Gülen Hocaefendi Osman Hoca'nın fıkıhta hakikaten üstad olduğunu, müftülüğe bir müstefti (fetva sormak isteyen) geldiğinde o sırada Müftü olan Sadık Efendi'nin kapıcıyı gönderip Osman Hoca'yı Müftülüğe çağırdığını söylemektedir.
Fetvadaki Hassasiyeti
Osman Bektaş Hoca'nın fetva vermede çok titiz olduğu ve hassas davrandığı bilinmektedir. Özellikle Müftü Solakzade ve Osman Bektaş Hoca'nın verdiği ve Ankara Merkez Diyanet Teşkilatı'na intikal eden hiçbir fetvasının geri dönmediği anlatılmaktadır.
Müftü Solakzade'nin vefatı ve 1960 ihtilalinin ardından Erzurum müftülüğüne Sakıp Danışman Hocaefendi getirilmiştir. Bu sırada Bektaş Hocaefendi de 11 Ağustos 1960 tarih ve 17514-120 sayılı emir ile Başbakanlık emrine atanmıştır.[10]
Sakıp Danışman Hoca'nın vefatından sonra da 1966'da Erzurum Müftülüğüne getirilmiş ve 1971 yılına kadar bu görevi yerine getirmiştir. 1971 yılında Erzurum Merkez Vaizliğine atanmış ve 1976'da vaiz olarak emekli olmuştur.[11]
Osman Bektaş Hoca, Müftü Solakzade'den icazetlidir. Öğrencilerinden Prof. Dr. Sadi Çöğenli Bey'in belirttiğine göre Bektaş Hoca'nın iki icazeti olup, diğer icazetini şu anda Tortum'un Serdarlı Beldesi Merkez Camii haziresinde medfun olan Tortum eski Müftüsü Hacı Ali Efendi'den almıştır.[12]
İlme Düşkünlüğü
Osman Bektaş Hoca oldukça müdakkik ve mütefekkir bir insandı. Geceleri çoğu kez evinin ışığının sönmediği nakledilen Osman Hoca'nın zaten kendisi de öğrencilerine "Fıkhî bir konuda araştırma yaptığımda kendimi öyle kaptırıyorum ki ancak sabah ezanı okunduğu zaman vakitten haberdar olabiliyorum." demiştir. Şu an hayatta olan öğrencilerinin anlattığına göre oldukça kuvvetli bir hafızaya sahip olan Bektaş Hocaefendi, kendisine herhangi bir fıkhî konu sorulduğunda fıkıh kitaplarında ilgili konuyla alakalı bilgileri, bulundukları cilt ve sayfa numaralarını sırasıyla sayarak anlatırdı.[13]
Çok kitap okuduğu için halk arasında ayaklı kütüphane olarak bilinen Bektaş Hocaefendi'nin dinlenmeyi bile kitap okuyarak geçirdiği anlatılmaktadır. Hastalık döneminde dahi elinden hiç kitap düşürmediği nakledilmektedir.
Osman Bektaş Hoca'nın okumanın yanında kitap sevgisi düşkünlük derecesindeydi. Kitaplarına karşı çok titiz olduğu, kitaplarında en ufak bir leke ve çizik bulunmadığı anlatılmaktadır. Öğrencilerine de sürekli olarak "Kitaba değer vermeyen âlim olamaz." şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilmektedir. Böyle bir kitap sevgisi sonucunda İstanbul'a bir yolculuk yapmış ve oradan aldığı bir kamyon dolusu yazma ve matbu eserleri Erzurum'a getirmiş ve Zeynel Camii'nin karşısında bir kitap evi açmıştır. Fakat bu kitap evini sürekli değil, haftada bir iki gün açık tutmuştur. Kitapçı dükkanından geri kalanları ve daha önceki kitapları ile de kendisine bir kütüphane kurmuştur. Ömrünün sonuna doğru geçim sıkıntısı yaşayan hocaefendi bir kısım kitaplarını satmıştır. Şu anda kitaplarının büyük bir kısmı Erzurum Mumcu mahallesindeki evinde, diğer kısmı da Serdarlı Beldesindeki evinde mevcut bulunmaktadır.
Öğrencilerinin anlattığına göre mütevazi bir yaşayışı olan Osman Bektaş Hocaefendi, her seviyedeki insan ile ilişki kurabilirdi. Yani avam ile avam, havas ile havas olmayı bilen birisiydi. Ayrıca hatıralarını anlatmaktan da çok hoşlanırdı.
"Fıkıh İlminin Kitapları Kaybolsa"
Osman Bektaş Hocaefendi küçük yaşlardan beri kendisini fıkıh alanında yetiştirmişti.[14] Nitekim Hocası Solakzade Sadık Efendi "Fıkıh ilminin kitapları kaybolsa Osman Hoca onları tekrar yazar." ifadeleriyle Bektaş Hocaefendi'nin fıkıh ilmine olan vukûfiyetine işaret etmiştir. Bu kadar vukûfiyeti ile birlikte Hocaefendi yine de kendisine sorulan en kolay dini sorulara bile fıkıh kitaplarına bakarak cevap verirdi. Talebelerine 'Getirin falan kitaba bir bakalım' der ve böyle hareket etmekle bizzat cevabı kaynağından göstermekle birlikte şöyle bir faydasının olduğuna da dikkat çeker; "Baktığı kısmın altında ve üstünde yeni bir meseleyi de okumuş olur." derdi.
Osman Hocaefendi vaazlarında genellikle fıkhî konulara, özellikle de insanların bilmesinin zaruri olduğunu düşündüğü meselelere ağırlık verirdi. Bu yüzden de seçkin bir dinleyici kitlesi vardı.[15]
Türkiye çapında saygın bir yeri olan Osman Bektaş Hoca'ya diğer şehirlerdeki müftüler zaman zaman müracaat ederlerdi ve birçok ilim adamı görüşlerine saygı gösterirdi. Belirli zamanlarda gerçekleşen müftüler toplantısında da tüm müftüler tarafından saygı ile dinlenirdi.
Yakalandığı iç hastalıklar ile uzun zaman mücadele eden Osman Bektaş Hocaefendi 4 Aralık 1986'da 72 yaşında vefat etti. Beş çocuk babası olan Bektaş Hocaefendi'nin kabri, doğduğu yer olan Serdarlı beldesinde bulunmaktadır.[16]
Talebeleri ve Çalışmaları
Osman Bektaş Hoca, Erzurum merkezde ilk görev yeri olan Caferiye Camiinde imamlığa başladığında yaklaşık altı ay Kurşunlu Medreselerinde kalmış ve ders okutmuştur. O zamanlar Müftü Solakzade, Sakıp Danışman ve daha birçok Hocaefendi İslâmî ilimlerin birçok alanında ders verirlerdi. Mesela Solakzade, Osman Bektaş Hoca, Sakıp Danışman Hocaefendi, hem fıkıh, hem kelam ve mantık, hem Arap dili ve edebiyatını hem de tefsir okuturlardı. Ama bazı dersler vardı ki bunlar bazı hocalarla birlikte anılırdı. Mesela Müftü Solakzade mantık ve kelam ile Osman Bektaş Hoca da fıkıh ile anılırdı ve o zamanlar bu hocalardan ders alabilmek için de belli bir seviye kat etmek gerekiyordu.
Osman Bektaş Hoca, Kurşunlu medreselerinden sonra yerleştiği İbrahim Paşa mahallesindeki evinde her sabah namazından sonra saat 9'a kadar, bir zamanda Lalapaşa Camii'nde ikindi namazı sonrası ve son dönemlerinde Yukarı Mumcu Camii'nde akşam ve yatsı namazı arası birçok talebeye ders okutmuştur.
Osman Bektaş Hoca yakalandığı verem hastalığı ile uzun zaman mücadele etmişti. Özellikle ömrünün sonlarına doğru hastalığı iyice arttığından bazen camiye gitmekte dahi zorlanırdı. Bu yüzden camiye gelmediği zamanlar öğrencileri ders okumak için evine giderlerdi.
Osman Bektaş Hoca çok sayıda talebe yetiştirmiştir. En meşhur talebeleri Fethullah Gülen Hocaefendi, Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, Emekli Müftülerden Cezayir Yarar, Muhammet Doğan, Ahmet Yekeler ve merhum Cevdet Bilican'dır. Akademisyenlerden Prof. Dr. Sadi Çöğenli, Prof. Dr. Cevat Akşit, Merhum Doç. Dr. Ruhi Özcan gibi kimselerdir. Bu talebelerinden Prof. Dr. M. Sadi Çöğenli, Prof. Dr. Cevat Akşit, Doç. Dr. Ruhi Özcan ve Muhammet Doğan kendisinden icazet almışlardır.
Osman Bektaş Hoca'nın öğrencileri kendisine "Efe ya da Efendi Hazretleri" şeklinde hitap ederlerdi. Kendisi de onlara ve fetva soran müsteftiye karşı hafif ses tonuyla "Azizim!" diye söze başlar ve meseleyi etraflıca, metin ve mekîn cümlelerle izah ederek bu işin ehli olan insanların hayranlıklarını kazanırdı.[17] Özellikle "Azizim" ifadesi Erzurum'da Osman Bektaş ile özdeşleşmişti.[18]
Osman Bektaş Hocaefendi'nin bildiğimiz kadarıyla yazdığı tek eser Risaletü's-Sefer'dir. Bu kadar engin ilme rağmen geride yazılı pek eser bırakmamış olması akla gelebilir. Bu durumu öğrencisi Prof. Dr. M. Sadi Çöğenli Bey şu şekilde izah etmektedir. "Hocam Osman Bektaş, bir kimsenin fıkhî bir konuda yazmaya başlamadan önce öncelikle tüm fıkıh literatürünü bilmesi gerektiğini söylerdi. Bu yüzden de kendisini yazma hususunda pek yetkili görmezdi. Ayrıca bir konuda eser yazmadan önce toplumun o konuda bilgi sahibi olmaya ihtiyacının olup olmadığının, bu konunun yazılmasının insanlara fayda sağlayıp sağlamayacağının, onların bir problemini ortadan kaldırıp kaldırmayacağının tespitinin yapılıp ondan sonra yazmaya karar verilmesi gerektiğini savunurdu."[19]
Osman Bektaş Hocaefendi bu telakkilerle günümüzde olduğu gibi o dönemde de birçok tartışmaya konu olan seferilik meselesinde bir risale yazmaya karar vermiş ve Arapça olarak bu eserini kaleme almıştır.
Osman Bektaş Hoca, "Risaletüs-Sefer" adlı eserini 22. Zilkade 1377 tarihinde Müftü Yardımcılığı görevini yürütürken tamamlamıştır. Bu eser Prof. Dr. M. Sadi Çögenli tarafından neşredilmiş, Prof. Dr. Mehmet Erdoğan tarafından da Türkçe'ye tercüme edilmiştir.[20]
Fethullah Gülen Hocaefendi Anlatıyor
Fethullah Gülen Hocaefendi, henüz 11-12 yaşlarında iken 1950-51 yıllarında Hasankale'de bulunan Hacı Sıtkı Efendi'den tecvit ve kıraat dersleri aldı. Dört yaşında başladığı Kur'an-ı Kerim'i 12 yaşındayken hıfzederek 1951 yılında hafız oldu. Bundan sonra Alvar İmamı'nın teşvikiyle 1952 yılı kış aylarında Erzurum'daki Kurşunlu medreselerine gönderildi. Burada Alvar İmamının torunu Sadi Efendi'den ders okudu. 12 Mart 1956'da Alvarlı hazretlerinin vefatından sonra Kurşunlu'dan ayrıldı. Değişik medreselere giderek bazı dersleri takip etti.
Fethullah Gülen Hocaefendi Sadi Efendi'nin yanından ayrılınca Kemhan medresesine gitti. Osman Bektaş Hocaefendi ile 1956 yılında tanışan Fethullah Gülen Hocaefendi 1958 yılı sonuna kadar onun derslerine devam etti. 1959 yılında da Edirne'ye gitti. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Osman Bektaş Hocaefendi hakkındaki hatıraları şöyle:
Sadi Efendi'nin yanından ayrılınca Kemhan Cami'nin yanındaki medreseye gittim. Zaten eşya olarak sadece bir sandığım vardı. Bu medreseden isimleri aklımda kalan bir Halis ile Muhyiddin vardı. Halis bize çok iyiliği dokunan Alvar ağalarından birinin oğluydu. Beş-altı arkadaş medresenin yanındaki bir odacıkta kalıyorduk. Eğer birinin misafiri gelirse, yatacak yerimiz kalmazdı. Çok dar bir yerdi.
O daracık yerde altı ay kadar kaldık. İçimizde en büyük Muhyiddin adındaki arkadaşımızdı. Bunlar caminin müezziniyle anlaşmışlar. Muhyiddin gitmeye karar vermiş, müezzin de bu odayı kendi evine katmayı düşünüyormuş. Tabii ki bize de oradan ayrılmak düştü.
Taş mescide gittim. Oranın İmamı da Cemal Efendi. Bu zat aynı zamanda Seyfeddin Efendi'nin ikinci bacanağı idi. Benim medreseye girip çıktığımı görünce, orada kalanlara "Bu Râmiz'in oğlu buraya niçin girip çıkıyor, sakın onu medreseye almayın" demiş.
Oradan da ayrılmak zorundaydım. Çaresizlik içinde kendime bir yer aramaya başladım. Erzurum'da bekara ev vermeleri mümkün değildi. Herkes bunu ar ve namus meselesi olarak görürdü. Bir ayakkabı tamircisi vardı. Onun askere gideceğini duymuştum. Küçük bir barakası vardı. Ayakkabı tamiri yapıyordu. Ancak oturarak durulabilecek bir yerdi. Bu kadarcık dahi olsa bir yerim olsun diye orayı kiralamak istedim. Aylığı beş liradan anlaştık. Sevinerek medreseye gittim. Sandığımı alıp döndüm. Fakat adam fikir değiştirdiğini, kiraya veremeyeceğini söyledi. Elimde sandık, yolun ortasında donup kaldım. Gidecek yerim de yoktu.
Murat Paşa Camii'nin yanında Ahmediye Camii vardı. Cami yıkılmak üzere, içeride biraz hızlı bağırsanız, kubbeden taşlar dökülüyor. Mihrap kısmı biraz fazlaca girintili. Birisi orayı kontrplakla bölmüş ve kendine yer yapmış; sonra da orayı öylece bırakıp gitmiş. Burayı görünce sevincimden uçacak hale geldim. Hemen Zinnur adında o esnada hafızlık yapan benden bir iki yaş küçük arkadaşımı çağırdım. Amcamdan gördüğüm nazari duvar örme bilgimle oraya bir duvar ördüm. Tek yardımcım Zinnur'du. Altı metre yüksekliğinde ördüğümüz bu duvarı kalın tellerle ayrıca tavana da tutturduk. Bir de kapı uydurduk. Sobayı da bulup yakınca dünyalar bizim oldu. Artık kimsenin karışamayacağı, kendi el emeğimizle yaptığımız başımızı sokacak bir yerimiz vardı. Herkes, burası yıkılır diye bizi ikaz ediyordu; ancak biz aldırış etmedik. Bütün talebelik müddetimin geri kalanını burada geçirdim. Hatta bizden sonra senelerce orada kalan talebeler oldu. Sonradan antik eser diye bizim yaptığımız duvarı yıkmışlar; fakat yeri belli oluyor.
Sadi Efendi'nin yanından ayrılınca Osman Bektaş Hocanın yanına gittim. Osman Hoca fıkıhta hakikaten üstattı. Zaten müftülüğe bir müstefti (fetva sormak isteyen) gelirse, o sırada müftü olan Sadık Efendi, kapıcıyı gönderir ve Osman Hoca'yı müftülüğe çağırırdı. Meşguliyeti fazla olan bir insandı. İmkânları da iyiydi.
Osman Hoca beni izhardan başlattı. Bir iki ders okuduktan sonra "Molla Fethullah! Seni bu derslerle meşgul etmeyelim. Sen de Cami oku" dedi. O sırada bizimle beraber derse devam edenlerden hatırımda kalan isimler: Mehmed Kırkıncı, Cemaleddin Kaplan, Cevdet Bilican. Daha sonraları Cevdet, İvrindi (Balıkesir'in ilçesi İvrindi'de 20.01.1968 - 13.05.1972 yılları arasında) müftüsü oldu. Bir trafik kazasında vefat etti. Çok sevdiğim bir insandı.
Mehmed Kırkıncı Hoca, bizden evvel de başka yerlerde okumuştu; ancak Osman Hoca'dan aynı dersi takip ederdik. Cemaleddin Hoca da yaşça benden büyüktü. Osman Hoca ciddi şekilde bizi okuttu diyebilirim. Bütünüyle iki sene kadar okudum. Fakat çok istifadeli oldu. Bu arada Camiyi ve Telhis'i metin olarak ezberledik. Osman Bektaş Hoca'nın gözde talebesiydim ve ilmine de itimadım vardı. Kendimizden sonra gelenlere ders mütalaa ettirmemiz çok faydalı oluyordu. Bitirdiğimiz kitabı okutacak haldeydik. Fıkıh ve Usul-ü Fıkıhı da yine aynı hocadan okuduk. Daha sonra da zaten Edirne' ye gittim.
Hatem Hoca Anlatıyor (Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Medrese Arkadaşı)
Fethullah Gülen Hocaefendi çocukluğunda da tam bir Erzurum'lu idi. Dikti, cesurdu. Kimseye minnet etmezdi. Kimsenin himayesini kabul etmezdi. O sıralarda, biz, bütünüyle talebe arkadaşlarla cenazeye gider, hatim okur, devir-iskata katılır ve bunlardan para alırdık. Halbuki Hocaefendi hiç bir zaman böyle durumlarda bize iştirak etmedi. İşte hakiki dadaş Hocaefendi'ydi..
Önceleri, Alvarlı Mehmed Lütfi Efendi'nin torunu Sadi Efendi'den ders okuduk. O askere gidince Osman Bektaş Hoca'ya gittik ve ondan ders almaya başladık. Hocaefendi'yi bana babam tanıtmıştı. Daha Medreseye ilk geldiğim gün, işte Ramiz Hocaefendi'nin oğlu, o sana destek olur demiş ve adeta beni Hocaefendi'ye emanet edip gitmişti. Onun için de bütün derslere onunla beraber gidiyordum. Osman Hocaya gidişimiz de böyle oldu. Zaten bir namaz dahi ondan ayrı kaldığımı hatırlamıyorum. Hocaefendi nereye gitse muhakkak bir gölge gibi ben de onu takip ediyordum.
Fakat Hocaefendi'nin bir medresede bütün bir sene kaldığı görülmüş şey değildi. Birinci sene değiştirdiği medreseleri saydım tam sekiz medrese değiştirmişti.
Birgün baktım Mumcu Medresesine gitmiş. Orada on veya onbeş gün ya geçti ya geçmedi, gidip geriye getirdik. Bir hafta kadar yanımızda kaldı. Yine durmadı. Esad Paşa Medresesi'ne gitti. Orada Korucuk'lu Hocanın köylüsü bir Muhsin Efendi vardı. Bir iki ay kadar da onunla orada kaldılar.
Hocaefendi'nin hafızası çok kuvvetliydi. Ben onun ders çalıştığını görmedim. Hocanın anlattığı dersi yirmidört saat sonra ona aynen tekrar ederdi. Başkasına vereceği dersi de çok rahat verirdi.
Hocaefendi Maan okurken, ben Osman Bektaş Hoca'dan izhar okuyordum. Hocaefendi'nin elinde kitap falan yoktu. Osman Bektaş Hoca bu duruma canı sıkılmış ve "Azizim, Molla Fethullah, bir Maan kitabı alsan iyi olur" demişti. Hocaefendi de "Olur, alırım hocam" cevabını verdi. Fakat günler geçti; bir türlü bu kitabı almadı. Osman Bektaş Hoca da ısrarında devam etti. Hatta birgün Hocaefendi ona şu cevabı vermişti: "Bir kitaba niye otuz lira vereyim, bu parayla bir pantolon, bir gömlek, bir de yeni bir ayakkabı alır, giyinir, kuşanır ve ne kadar münafık varsa hepsini çatlatırım."
Bu hadiseye Osman Hoca iyice içerlemiş olacak ki, ertesi gün dersi Hocaefendi'ye okuttu. Hocaefendi'nin elinde yine kitap yoktu. Başını yanındaki arkadaşının kitabına uzattı. Osman Hoca, "kitabı eline al da öyle oku, zaten kitabın yok." Bu sözü öyle bir ses tonuyla söylemişti ki, sanki Hocaefendi'nin dersi okuyamayacağını tariz ediyordu. Ben tabii ki o gün okunan dersin mahiyetini bilmiyorum. Ancak, orada bulunanların şaşkın bakışlarından anlıyorum ki, Hocaefendi dersi iyi anlatmıştı. Hatta buna "anlatmıştı" demek doğru değil, oradakilere iyi bir ders vermişti.
Hüseyin Top Hocaefendi Anlatıyor
Fethullah Gülen Hocaefendi Erzurum'da Kurşunlu medreselerinde 20-30 talebe ile beraber okuyor. Hocalarının ismi Osman Bektaş'tır. Tortum'lu olup Erzurum'un vaizlerindendir. Fıkıh ilmini çok iyi bilir. Arapça öğretmek için alet ilmi dediğimiz sarf nahiv gibi ilimleri okutuyor. Fethullah Hocaefendi talebeler içinde çok zeki ve çalışkan. Osman Bektaş Hoca ona daha fazla itimat ve ihtimam gösteriyor. Talebeler arasında bilemedikleri bir şey olduğu zaman hocaya soruyorlar. Osman Bektaş Hoca da "Siz onu Fethullah'a götürün o size izah eder" diyor. İşte böyle Hocaefendi daha fazla sevilmeye başlıyor. Ama talebeler arasında bir çekememezlik, kıskançlık ve sürtüşme oluyor. Tabii Fethullah Hocaefendi'nin buna canı sıkılıyor ve sonunda Erzurum'dan ayrılmaya karar veriyor.
[2] Diyanet İşleri Başkanlığı, Osman Bektaş'ın Özlük Dosyası, Sicil no: 1923-1869
[3] Bektaş, Osman, "Risaletü's-Sefer", nşr. M. Sadi Çögenli, (mukaddime),Erzurum, 1990, s.12.
[4] 1913-1991 Arası Erzurum Müftüleri Albümü, Ankara, 1991, s. 11.
[5] Osman Bektaş Hocaefendi'nin elde ettiği ilimde büyük pay sahibi olan Hacı Yunus Efendi"nin Bektaş Hocaefendi için "Onun ilmi Allah vergisi" şeklinde övgüde bulunduğu nakledilmektedir.
[6] Bektaş, a.g.e. (Çögenli'den naklen), s.11.
[7] Özlük Dosyası
[8] Özlük Dosyası
[9] Bektaş, a.g.e.(Çöğenli'den naklen), s.11.
[10] Özlük Dosyası
[11] Özlük Dosyası; Erzurum Müftüleri Albümü, s.11; Bektaş, a.g.e., (Çöğenli'den naklen), s.11.
[12] Çögenli, Sadi, "İcazetname", b.y.y., ts., s. 3.
[13] Bektaş, a.g.e., (Çögenli'den naklen), s.12.
[14] Erzurum Müftüleri Albümü, s.11.
[15] Elmalı, Hüseyin, "Erzurum'dan Ramazan Hatıraları" Diyanet Dergisi, Şubat-2001, s.78.
[16] Erzurum Müftüleri Albümü, s.11.
[17] Bektaş, a.g.e., (Çögenli'den naklen), s.12
[18] Elmalı, Hüseyin, Erzurum'dan Ramazan Hatıraları, Diyanet Aylık Dergisi, Sayı.122.
[19] Akrabalarının anlattığına göre, o dönemde Mekke'de bulunan Serçemeli Hacı Mustafa Efendi, Bektaş Hocaefendi'ye Mekke'ye gelmesini ve birlikte çeşitli konularda kitaplar yazmalarını teklif etmiş, fakat Hocaefendi bu davete icabet edememiştir.
[20] Erdoğan, Mehmet, "Osman Bektaş'a Ait Sefer Risalesi'nin Metni", Komisyon, Seferilik ve Hükümleri", İstanbul, 1997, s. 422-428.
- tarihinde hazırlandı.