Çanakkale şehitlerini rahmetle anıyoruz
18 Mart Çanakkale Şehitleri Haftası dolayısıyla Çanakkale Savaşlarında bu toprağın bağrına düşen bütün şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Bu münasebetle Fethullah Gülen Hocaefendi'nin de Çanakkale ve şehitlerimizle ilgili şimdiye kadar söylediği, yazdığı ve konuştuğu bazı pasajları dikkatlerinize arzediyoruz.
Çanakkale'ye tarihi bir bakış
Osmanlı beylerinden ve ilk akıncılardan olan Süleyman Şah, Murad Hüdavendigâr'ın ağabeyidir. Babasından sonra hükümdarlık, kendisine kalacaktır. Fakat O, devamlı sûrette Avrupa'ya, Bizans'ın sinesine doğru akınlar tertip ediyordu. Çanakkale'den sallarla geçmesini becermiş, Gelibolu'yu hakimiyeti altına almış, Bolayır'a kadar ilerlemişti. Herkes onun hükümdar olacağını ve birgün milletinin başına geçeceğini düşünüyordu. Ancak O, ötelerden gelen bir müjdeyi vicdanında duymuş gibi akıncı beylerini topladı ve şöyle dedi:
"Şayet ben bugün ölürsem, ölümümü duyan Bizans'lılar, bundan istifadeye kalkacak ve aldığımız yerlere yeniden hücum edeceklerdir. Size vasiyetim, cenazemin başında toplanıp el ele tutuşunuz, Allah'a ve Rasûlü'ne sığınarak düşmana saldırınız. Sakın, cihaddan geri durmayınız."[1]
Ertesi gün bir yerde, atının ayağı köstebek çukuruna girer ve mübarek şehid namzedi, atından baş aşağı düşerek şehit olur. Dedikleri, aynen çıkmıştır. Beyler, onun başında toplanır ve el ele vererek düşmana hücum ederler. Bizans askerleri, bozguna uğrayıp kaçmıştır. Daha sonra ise, İslâm ordusuna şunları söyleyeceklerdir:
"Her defasında önünüzde koşan o levend ve civanmert delikanlı var ya, siz bize hücum ettiğinizde o, yeşil bir sarıkla yine sizin önünüzdeydi ve yalın-kılıç bize hücum etti." Bunun ma'nâsı şuydu: Nasıl Mus'ab şehid olduktan sonra Allah (cc), Mus'ab'ın yerine bir melek koyup savaştırmıştı; nasıl Hz. Hamza Efendimiz'in büyük kavgasını kıyamete kadar devam ettiriyordu; aynen öyle de, batının sinesine doğru Rasûl-ü Ekrem'in adını götürmek isteyen Süleyman Şah da vefat edince Allah, onun hizmetini de devam ettiriyordu. Çünkü, Kur'ân'ın ifadesiyle şehidler ölmez. Bunu, Çanakkale savaşlarında İngiliz ordusunun komutanı Hamilton da ifade etmektedir:
Hamilton, "Biz Çanakkale'de sizin süngülerinizden, mavzerlerinizden kaçmıyorduk. Önünüzde, tanımadığımız, kendilerine top-tüfek işlemeyen yeşil sarıklı leventler vardı ki, biz onlardan kaçıyorduk." diyordu.
Hamilton'un anlattığı leventler, ervâh-ı şühedâ (şehidlerin ruhları) idi, onlar ki, ölümsüzlüğe erdiklerinden her zaman hayattadırlar.
Evet, mü'min izzetle ölmeyi kabul ettikten sonra, onun izzeti kıyamete kadar devam edecek ve o mensub bulunduğu dini adına hep bir şeref sancağı gibi dalgalanıp duracaktır. Böyle bir ölüm ise, ancak "hayatı istihkâr ile ölümün yüzüne gülen eroğlu erlere" nasip olacaktır. Cihadı ancak onlar, yani, doğuştan havari olanlar yapar. Ve onlar, sadece bir milletin iftihar anlayışına da sığmazlar; bütün bir İslâm âleminin gönlü onlara ebedî mahbes olur...
Cihad kelimesi yanlış algılanıyor
İslâm'daki 'cihad' müdafaa veya İ'lâ-yı Kelimetullah (Allah'ın Kelimesi'ni yükseltmek) yolundaki engelleri kaldırmaya yönelik bazı hususî şartlara dayanan bir husustur. Konuyla alâkalı olarak tarihimizden pek çok örnek verebiliriz. Meselâ biz millet olarak, Çanakkale, Niğbolu, Trablusgarp gibi birçok cephede destansı mücadeleler vermişizdir. Vermeyip de ülkemizi işgal etmek için gelen düşmanla cihad etmek yerine, "Bizi medenileştirmek için geldiniz, ne iyi ettiniz de geldiniz! Hoşgeldiniz, safalar getirdiniz!" mi diyecektik!. Beşerî bir realite olan savaşın da kaçınılmaz olduğu yerler vardır. Ancak hususî şartlarla alâkalı olarak inen cihad ayetleri, bazılarınca yanlışlıkla tamim edilmek (genelleştirilmek) suretiyle, ikinci derecede üzerinde durulmaları gerekirken, asıl meselelerdenmiş gibi hep öne çıkarılmaktadır. Temelde, İslâm'ın ruhunu hakîkî manâsıyla kavrayamamış bu kimselerin usûl-fürû dengesini kuramamaları, İslâm'ın ruhlarda kin ve nefret mayaladığı gibi yanlış algılamalara sebep olmaktadır. Hâlbuki hakikî bir mü'min'in sinesi bütün yaratılmışa karşı sevgi ve muhabbetle doludur.[2]
Sarıklı süvariler
Bedir'de, Uhud'da, Huneyn'de çok açık ve seçik olarak melekler bizzat göründükleri gibi, Çanakkale'de, Kıbrıs'ta, Afganistan'da ve İslâm'ın yüce adının yükseltilmesi için kavga verilen daha nice yerlerde, melekler görülmüş ve müşahede edilmiştir. Bu çeşit melâikeye ait temessüller sayılamayacak kadar çoktur. Bütün mesele, meleklerin bulunabilecekleri zemini, bizlerin hazır hale getirmesidir. Bu yapıldığı takdirde melekler yine gelir, içimizde arz-ı endam eder ve bizlere de görünürler.[3]
Hamilton'un rüyası
Çanakkale Harbi'nde İtilaf Devletleri Kumandanı Sir Jan Hamilton, 21 Eylül 1911'de gördüğü bir rüyayı şöyle anlatıyor:[4]
"Dün gece korkunç bir rüya gördüm. İmroz'da çadırımın içindeki küçük portatif karyolamda yatmaktaydım. Birdenbire kendimi buz gibi sulara gömülmüş buldum. Birisi beni denizin dibine doğru çekiyordu. Boğuluyordum. İki kuvvetli elin boğazımı sıktığını hissediyordum. Bu iki el, beni hem boğuyor hem de denizin derinliklerine sürüklüyordu. Nefesim kesiliyordu.
Dehşetli bir mücadeleyle kendimi bu iki elden kurtarmaya çalıştım. Bu, o kadar sıkıntılı bir boğuşmaydı ki, yatağımda güçlükle gözlerimi açtığım zaman, bütün vücudum zangır zangır titremekteydi. Baştan aşağıya kan ter içinde kalmıştım. Boğazımı sıkan iki kuvvetli pençeyi görür gibi oldum. Çadırımın içinde sanki bir hayalet vardı. Fakat yüzü karanlıkta seçilmiyordu. Bu hayal yavaş yavaş gözden silinip kayboldu. Boğazım ferahladı. Rahat nefes almaya başladım.
Çadıra bir düşman mı girmişti? Ömrümde bu kadar korkunç bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum. Uyandıktan sonra saatlerce bu korkunç rüyanın dehşeti içinde kaldım ve bir türlü kafamdaki acayip düşünceleri atamadım: Çanakkale tekin değildi. Üzerimize kaçınılmaz bir tehlike çökmüştü. Hepimizi meş'um (uğursuz) bir akibet beklemektedir."
Ve Hamilton'un beklediği akıbet aynen vaki olmuştur.
Çanakkale'de düşmanı püskürten güç
Evet, sonunda ölüm de olsa, müminin kadere olan inanç, tevekkül ve teslimiyeti değil midir ki, kuvvet dengesi her bakımdan aleyhimize olmasına rağmen, Çanakkale önlerinde[5] İngilizleri Allah'ın izniyle yüzgeri etmişizdir. Bu seviyede bir inanç ve teslimiyete ulaşmak hülyâmızdır, rüyamızdır. İnşâallah, en kâmil manada onu elde ederiz.
Bozgun veya Çanakkale ruhu
Bozgun deyip geçmeyin. Bir milletin kaderini değiştirir bozgunlar. Mesela, Viyana önlerinde yaşadığımız bozgun... Kaç defa kendi kendime söylenmişimdir; "Keşke! Viyana'da Osmanlı'ya bozgunu yaşatan askerlerin hepsi Merzifonlu ile beraber kollarını kanatlarını verselerdi, lime lime doğransalardı da Türk milletini bozgun ile tanıştırmasalardı; bozguna uğrama nedir duyurmasalardı o askerler." Çünkü o vakte kadar bu millet bozgun nedir bilmiyordu. Çanakkale'dekiler gibi davranmalıydılar: "Mermim yok, topum yok; ama süngüm var, tüfeğimin dipçiği var ya!" demeliydiler. Zira böyle kader-denk noktalarında "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe..." felsefesi ile hareket edilir. Ama ne Merzifonlu ne de askerler bu feraseti gösterebildiler.
Bence, günümüzde karşı karşıya kaldığımız problemlere küçük veya büyük, bugün veya yarın bu türlü bozgunlara öncülük edecek şeyler olarak bakmalı ve ona göre tavır almalı. Onların çözümü uğrunda her şeyi göze alacak bir yüreğe sahip olmalı. Yoksa bana göre o yüreği taşımamalı. Zira o yürek değil, bir et parçasından ibarettir.[6]
Katlanılması imkânsız zaman dilimleri
Zannediyorum, hepimiz Fatih'le beraber İstanbul surlarına çıkmayı arzu ederiz. Hepimiz Yavuz Selim'in yanında "Kutlu Nebî"nin kılavuzluk ettiği seferde bulunmak isteriz. Fakat ben "Merhum Şair"in bu sözlerini her hatırladığımda diyorum ki, "Ya Rab! İyi ki bizi evvel getirmemişsin, kim bilir ne olurduk!" Çünkü o günlerde her on haneden ikisine iki tane şehit düşerdi; her gün vatanın dört bucağından feryad u figan yükselirdi. Şimdilerde -Allah tek bir acıyı da göstermesin- bir askerimiz şehit düşüyor, yüreğimiz yanıyor, ağlıyoruz. O günlerde ise binlerce insan ölüyordu. Biz sadece Çanakkale'yi biliyoruz; ama o savaşların hiçbirinde binden az insan ölmemiştir ve her savaşta binlerce aileden feryad kopmuştur. İşte, o zor günler, mesela, bir İstiklâl Harbi de "teklifi mâ lâ yutak" değildir. Fakat günümüz şartlarında düşünürsek, o günler bizim için katlanılması imkânsız zaman dilimleridir.[7]
Çanakkale'deki şahs-ı manevinin gücü
Fertleri birbirine bağlı bir toplulukta her zaman bir gavsiyet, bir kutbiyet olabilir. Çanakkale'de şehit olan yiğitlerin her biri veli olabilir; ama onlara asıl destan yazdıran şey, her birinin kalbî ve ruhî beraberliğinden hâsıl olan şahs-ı mânevî ve o şahs-ı mânevînin velâyetidir. Öyle bir topluluk, bela ve musibetlere karşı bir paratoner gibidir. Allah Teâlâ, "Rabb'in, halkı dürüst hareket eden, hem kendi nefislerini hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helâk etmez" (Hûd, 11/117) buyuruyor. Evet, bir milletin içinde hayır düşünceli, ıslahçı bir topluluk varsa, Allah (celle celâluhû) o karyeyi, o beldeyi, o ülkeyi helâk etmez. Bütünleşmiş; bünyan-ı marsûs olmuş; fertleri, ancak balyozla vurup kırılabilecek bir binanın birbirine girmiş parçaları haline gelmiş bir milleti ve toplumu felâkete uğratmaz. Ama milleti meydana getiren fertler böyle ıslahçı insanlar değillerse, öyle insanların akıbetinden korkulur.[8]
"Yine de bir şey yaptım diyemem hatırana"
Kahramanlıkları tamamiyet ve bitevîlik arz eden bu milletin mütemâdiliğe açık mefkûresi her çeşit bayağılığın üstünde, zaferde de hezimette de, uğrunda canların feda edildiği bir sancak gibi ta'ziz edilegelmiştir. Fatih o sancağın altında İstanbul'u çiğneyip geçti ve garbın âfâkında bir çığlık oldu inledi.. Kânûnî, batı yamaçlarında o livânın dalgalanışını temâşâ ede ede ötelere yürüdü.. Çanakkale kahramanları, onun adına kanlarıyla "Bedir" gibi destanlar yazdı ve Anadolu insanı binbir yoklukla kuşatıldığı bir dönemde ona son vefa borcunu edâ ederek mukaddes tarihimizin kalbiyle bir kere daha gürledi ve "ebed-müddet"[9] dedi.
Bazı hadislerde "ahirette bütün Nebilerin gıpta ile bakacakları topluluklar"dan bahsedilir. İhtimal bu topluluklar, peygamberâne bir azim ve kararlılıkla hizmet eden ve yaptıkları hizmet karşılığında hiçbir beklentiye girmeyen kişilerdir. Mehmet Akif, Çanakkale Şehitleri için "Yine birşey yaptım diyemem hatırana"[10] der. Aynen öyle de, din-i mübin-i İslâm için büyük işler yapanlar "Yine birşey yapamadık senin için" demelidirler ki, hadiste bahsedilen topluluk içine girebilsinler.
[1] İ'layı Kelimetullah veya Cihad "Hayatı Hakir Görmeyenler Asla Cihad Edemezler"
[2] Hoşgörü ve Diyalog İklimi, 2. bölüm, "İslam Hoşgörü Dinidir"
[3] Varlığın Metafizik Boyutu, "Hadislerde Meleklerin Temessülü"
[4] Varlığın Metafizik Boyutu, "Rüya İle Gelen Mesajlar"
[5] Fasıldan Fasıla-1 "Mü'minin Teslimiyet Anlayışı"
[6] Gurbet Ufukları-Kırık Testi-3 "Yitirilen Yürek"
[7] Gurbet Ufukları-Kırık Testi-3 "İnsanın Kapasite ve Sınırı"
[8] Kırık Testi-1 "Şahsı Manevi"
[9] Yeni Ümit, Temmuz 1996, Sayı: 33
[10] Fasıldan Fasıla-4 "Kendini Sıfırlama"
- tarihinde hazırlandı.