Ulemâ, Şiir ve Osmanlı Döneminin Fıkhî Eserleri
Osmanlılar döneminde yazılmış fıkhî eserler, daha çok ilmihal tarzındadır. Bu cümleden olarak, İbrahim Halebî'nin Mültekâ'sı meşhurdur ve üzerine çok şerh yazılmıştır. Fatih devri ulemasından Molla Hüsrev'in Gurer ve Dürer'i Mültekâ kadar tutulmamıştır. Mültekâ üzerine yazılmış şerhlerden birisi, "Damat Şerhi" diye bilinen Mecmau'l-Enhür'dür.
Asıl adı Muhammed ibn Süleyman olan bu zat, talebelik yıllarında bir gün gece yarılarına kadar ders çalıştığı esnada bir aralık kapısı çalınır. Gelen bir kızdır. Yolunu kaybettiğini ve yanan başka bir ışık görmediği için, onun kapısını çaldığını beyan eder. Genç talebe, kızı içeri alır. Sabaha kadar dersine çalışmaya da devam eder; ancak bu arada kızın dikkatini çeken bir şey de yapmaktadır: Arada bir parmağını önünde yanan mumun alevine tutmakta ve çekmektedir. Sabah olur, kız evine gider. Bu ev, bir vezir sarayıdır. Kızın anne-babası, geceyi nerede geçirdiğini, başına bir şey gelip gelmediğini sorarlar. Kız, olup biteni anlatır ve bunun üzerine genç talebeyi saraya davet edip, o gece parmağını arada bir neden yanan mumun alevine tutup çektiğini sorarlar. Gencin cevabı ders yüklüdür: "Bir yandan çalışırken, bir yandan da nefsim beni iğvaya yeltendiğinde, parmağımı aleve tutarak, kendisine Cehennem azabını hatırlatıyor ve onu frenliyordum." Gençten çok hoşlanan vezir, kızını bu gençle evlendirir ve neticede kazanan iffet olur. İşte, Damat Efendi diye meşhur olan bu genç, daha sonra Mültekâ'ya, Damat Şerhi diye tanınan Mecmau'l-Enhür adlı şerhi yazacaktır.
Osmanlı devrinde İmam Birgivî Hazretlerinin de ayrı bir yeri vardır. Zamanının zâhitlerindendir ve Tarîkat-ı Muhammediyye adlı eserine İmam Hâdimî tarafından Berîka adlı bir şerh yazılmıştır.
Osmanlı medreselerinde Arapça, bir ilim dili olarak bütün gramer incelikleriyle çok iyi okutulurdu; fakat aynı derecede pratiği yoktu. Arapça'yı bu şekilde, harflerin özelliklerine varıncaya kadar öğrenmenin bilhassa tefsir açısından önemi inkâr edilemez."
- tarihinde hazırlandı.