Manada derinleşmezseniz “derin”lerle baş edemezsiniz!..
- Maddî hayatımızın sıhhat ve afiyet üzere devamı adına ihtimam gösterdiğimiz gibi (en az onun kadar) manevî hayatımızın sıhhat ve selameti hesabına da dikkatli yaşamalıyız.
- Uhrevî hayatımız adına hassas yaşamamız, hem Rabbimize, hem de O’nun emirlerine karşı saygının gereği olduğu gibi, bizi bulunduğumuz seviyeye bağlı kalmaktan kurtarıp derinleşmemizi de sağlayacak bir vesiledir.
- Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir hadis-i şerifte abdest almayı “isbağ” kelimesiyle ifade etmiştir ki, bu kelime, abdestin gereklerini eksiksiz ve tastamam yerine getirmek, ağıza ve buruna dolu dolu su vermek, elleri ve ayakları iyice yıkamak demektir. Hadiste kullanılan diğer bir ifade de “ale’l-mekârih” sözüdür; bu da, bütün zorluklarına rağmen, soğuk-sıcak demeden suyun başına koşup tastamam abdest almak manasını ihtiva etmektedir. İşte şartlar ne olursa olsun, böyle tastamam abdest alma, uhrevî hayata ve ibadetlere ihtimam gösterme demektir ki, bu da Allah’a saygının, O’nun emirlerine saygının, o ibadete saygının ve insanın kendisine saygısının ifadesi olduğu gibi, aynı zamanda başkaları üzerinde de tesir hasıl edecektir.
- Çoğu zaman şadırvan başında şuurluca abdest alan bir insanın hali, gönüllere, bir kitap dolusu felsefe döktürmekten daha çok tesir eder.
- Dünya bir müstevda’dır (geçici, kısa süreli ve veda edilip gidilecek bir mekandır); burada emaneten ve iğreti duruyoruz. İbadetlere ihtimam göstermek, asıl vatana ehemmiyet vermenin ve oraya ait beklentilere imanın bir neticesidir.
- Mü’min için derinleşmenin sonu yoktur ve o her zaman daha bir derin olma peşinde koşmalıdır.
- Elemsiz lezzet, sadece Allah yolunda olan işlerdedir.
- Şayet mü’minler kendi düşüncelerinde derinleşmez, iman, marifet, muhabbet ve zevk-i ruhani açısından her gün farklı bir duyuşa yelken açmazlarsa, karşılarındaki derin devletlerle, derin organizasyonlarla, derin sistemlerle başa çıkamazlar.
- Sizin zâd, zahire ve cephaneniz “Lâ havle velâ kuvvete illa billlah”tır.
- Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) cihad meydanında düşmanla karşılaşacağı zaman bir taraftan maddî planda bütün hazırlıklarını yapıyor ve sebepleri eksiksiz yerine getiriyor; diğer yandan da harbin her aşamasında Cenâb-ı Hakk’a el açıp dua dua yalvarıyordu. Kollarını öyle kaldırıyor ve öyle yana yakıla dua ediyordu ki, ridası omuzundan düşüyor, Hazreti Ebu Bekir gözyaşları içinde yerden alıp onu tekrar Efendimiz’in mübarek omuzlarına koyuyordu.
- Bugün adanmış ruhlara da hemen her yönden hücum eden kimseler oluyor. Evet, günümüzde maddi kılıç kınına girmiştir, Kur’an’ın elmas kılıcıyla mücadele etmek lazımdır. Bu arada dua hususunda da asla kusur edilmemeli, her fırsatta insanın Allah’a en yakın olduğu secde anı kollanmalı; Kur’an ayetlerinde geçen ve Peygamberimizin okuduğu rivayet edilen dualar tekrar edilmeli; o duaları bilmeyenler de kelam-ı nefsi şeklinde dua mülahazalarıyla dolmalıdırlar. Mesela, “Allahım yeryüzünde açılımda öncülük yapanlara, önden giden atlılara hiçbir yerde hezimet, falso ve fiyasko yaşatma!” diye akıllarından geçirebilirler. Kendileri hesabına da (Abdülkadir Geylanî hazretlerinin, “Halim Sana ayan, söze ne hâcet!” dediği gibi) “Allahım, halimi Senin bilmen, benim onu şerhetmeme ihtiyaç bırakmıyor; beni talepten müstağni kılıyor!” mülahazalarıyla dolabilirler.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.