“Her yer karanlık mahşer mi ya Rab!” derken…
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Fethullah Gülen Hocaefendi bir hatıra anlatırken “Çok kıymetli bir insandı; hayatta mı acaba, çoktandır haber alamadım?” diyerek Muzaffer Deligöz beyi sordu. Arkadaşlarımızdan biri hemen elindeki Ipad’le internete girip o büyüğümüzün fotoğrafını buldu ve Hocaefendi'ye gösterdi. Zat-ı alileri memnuniyetle fotoğrafa baktıktan sonra “Bu aletlerin ne de çok maharetleri var” deyip tebessüm etti.
Akabinde birden duygulu ve hüzünlü bir ses tonuyla “Hacı Kemal de var mıdır onda, onu da gösterebilir misin?” dedi. Arkadaşımız kısa bir araştırmadan sonra Hacıata ile ilgili bir belgesel bulup Ipad’i Hocaefendi'nin sehpasına koyuverdi. İşte ekteki bir dakikalık görüntüde bir vefa âbidesinin eskimeyen bir dostuyla -bir nevi- hasret gidermesine şahit olacaksınız:
Ders ve sohbet haricindeki bir mecliste Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dile getirdiği hakikat damlalarını...
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Tevbe Sûresi 117. ve 118. ayetlerin tefsirlerinden birkaç nükte ile fıkıh dersindeki açıklamalardan oluşan 9 dakikalık bu ses kaydında şu soruların cevaplarını bulacaksınız:
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Tevbe Sûresi’nin 119. ayetinde -meâlen- “Ey iman edenler! Allahın emirlerine karşı gelmekten sakınıp takvâ dairesine girin ve her haliyle dürüst sadıklarla beraber olun!” buyuruluyor.
Bu 4 dakikalık ses kaydında mezkur ayetle alâkalı bazı latif yorumları ve şu soruların cevaplarını dinleyebilirsiniz:
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Tevbe Sûresi’nin 124. ayetinde -meâlen- “Yeni bir sûre indirildiğinde onlardan bazıları, ‘Bu inen kısım hanginizin imanını artırdı acaba?’ diyerek vahyi küçümserler. Ama bu, iman edenlerin imanını, yakînini artırır ve onlar sevinip birbirlerini müjdelerler.” buyuruluyor.
Bu 04:52 dakikalık ses kaydında, zikredilen ayetle alâkalı bazı nükteleri ve şu soruların kısmî cevaplarını bulacaksınız:
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
İslam dünyası adına buna (içten yakarışa ve şuurlu duaya) çok ihtiyaç var. Suriye’deki problemi çözemezsiniz siz.. Filistin’deki problemi çözemezsiniz, Allah’ın inayeti olmazsa. Bu açıdan da sürekli duaya kilitlenip Cenab-ı Hakk’a tazarru ve niyazda bulunmak lazım. Arkadaşlarımız her gece kalksınlar, teheccüd kılsınlar. Alsınlar ellerine bir dua mecmuası.. el-Kulubu’d-Daria’yı mı alırlar, kendilerinin okudukları bir duayı mı alırlar.. başlarını yere koysunlar.. Çocuğu kuyuya düşmüş bir insanın kuyunun başında sızlaması gibi.. doğum esnasında hanımının iniltileri karşısında ona dua eden bir insanın kelimeleri şuurla söyleyişindeki edayla bir dua.. bir tazarru.. bir niyaz!..
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
“Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir. Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Rasûlüm de ki: Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben yalnız O’na dayanırım. Çünkü O, büyük Arş’ın, muazzam hükümranlığın sahibidir.” buyuruluyor.
Bu 04:29 dakikalık ses kaydında, zikredilen ayetlerle alâkalı bazı nükteleri ve şu soruların cevaplarını bulacaksınız:
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Yûnus Sûresi’nin 1. ve 2. ayetlerinde -meâlen- “Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar o hikmetli kitabın âyetleridir. ‘İnsanları uyar! Müminlere, Rabbilerinin üstün sadakat makamı vereceğini müjdele!’ diye içlerinden bir insana vahyetmemiz insanların çok mu tuhafına gitti? Onun için mi kâfirler, ‘Besbelli ki bu, sihirbazın teki!’ dediler.” buyuruluyor.
Bu 6 dakikalık ses kaydında, zikredilen ayetlerle alâkalı bazı nükteleri ve şu soruların cevaplarını bulacaksınız:
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Yûnus Sûresi’nin 3. ve 4. ayetlerinde -meâlen- “Sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arşı üzerinde hükümrân olan, her işi yerli yerince çekip çeviren Allah’tır. Kendisinden izin çıkmadıkça, O’nun katında hiçbir şefaatçi iş bitiremez. İşte Rabbiniz, bu vasıflara sahib olan Allah’tır. Öyleyse O’nu bir tanıyarak, yalnız O’na ibadet ediniz. Hâla gerçekleri düşünmeyecek misiniz? Hepinizin dönüşü O’nadır. Bu, Allah’ın gerçek olarak verdiği sözdür. Mahlûkları ilkin O yaratır. Yoktan yaratan yaratıcı, öldükten sonra onları haydi haydi diriltir. Diriltir ki iman edip makbul ve güzel işler yapanları, adaletleri sebebiyle ödüllendirsin. Kâfirlere ise, dini inkâr ettikleri için, içecek olarak kaynar su ve gayet acı bir azap vardır.” buyuruluyor.
Bu 05:35 dakikalık ses kaydında, zikredilen ayetlerle alâkalı bazı nükteleri ve şu soruların cevaplarını bulacaksınız:
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Rabbimizin maddî manevî nimetleri ne latif.. Resûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in rehberliği ne hoş.. dinimiz ne güzel.. ve gönüllere gıda hakikatlerin ihlaslı ağızlardan samimiyetle dökülmesi ne şirin
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sözlerini dinlerken eminiz siz de aynı hazzı alacak ve aynı güzelliği paylaşmanın neşvesini tadacaksınız.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tarif ettiği insanlardan olabilmemiz ve son nefese kadar sabit-kadem kalabilmemiz için dualarınız istirhamıyla arz ediyoruz.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bu nağme ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bildiğiniz gibi, “sulh” kelimesi, ıslah etmek, onarmak, anlaşmak, barışmak ve fesadı ortadan kaldırmak mânâlarına geliyor. Herhangi bir anlaşmazlığı gidermek için iki kişi veya iki taraf arasında yapılan sözleşmeye de “sulh” deniyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi, dün ve bugün sulh mevzuu üzerinde durdu. “Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden ve kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bazı fedakârlıklarda bulunarak sulh olmak için gayret göstermelerinde mahzur yoktur. Sulh hayırdır (elbette daha hayırlıdır.)” mealindeki (Nisâ, 4/128) ayet-i kerimenin her zaman için sulh yolunu gösterdiğini; ayetin belli bir hadise ile alâkalı olmasının, onun manâ ve kapsamının da hususi kalmasını gerektirmeyeceğini; İslam’da sulhun esas ve “Sulh mahza hayırdır” ilkesinin umûmî olduğunu vurguladı.
“Kur’an meseleyi en küçük daire olan aileden başlatarak orada sulhun hayırlı olduğunu söylemiştir. Demek ki, sulh kasaba dairesinde evleviyetle, şehir dairesinde evleviyetle, devlet dairesinde evleviyetle ve cihan dairesinde evleviyetle hayırlıdır. Hangi dairede olursa olsun sulh-u umumîyi temin etmeye çalışmak ve barış içinde beraberce yaşanabileceğini ortaya koymak lazımdır.” diyen Hocaefendi, Alevî Sünnî, Kürt Türk, Laz Çerkez şeklinde bölünüp parçalanmak istenen insanımız arasında sulh temin etmek için de elden gelen her şeyin yapılması, gerekirse kan kusulması ama “kızılcık şerbeti içmiştim” denilmesi gerektiğini ifade etti.
“Milli onur, milli gurur ayaklar altına alınmama kaydıyla, o mefkureye saygı devam ettiği müddetçe -bence- el de öpülebilir, etek de öpülebilir. Heyet-i İslamiye, heyet-i milliye arasında huzurun temini adına katlanılabilecek her şeye katlanmak lazım. Hayır sulhtadır, sulh her zaman hayırlıdır.” tespitinde bulunan muhterem Hocamız Hudeybiye Anlaşması’nı anlatarak meseleyi misallendirdi. Öncesi, sonrası ve müminlere çok ağır gelen şartlarıyla Hudeybiye’yi özetleyerek, bu tarihi musalahayı siyer felsefesi açısından değerlendirip günümüze bakan yanlarını ve bizim ondan almamız gereken ibretleri dile getirdi.
Fethullah Gülen Hocaefendi sözlerine şöyle devam etti: “Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma olmasa.. şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu’ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım. Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.”
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
Bir manada, hepimiz Kur’ân müslümanlarıyız. Çünkü, onun nuru sürekli hayatımıza akıyor ve bizi o besliyor. Evet, bizim can damarımız, havamız ve ziyamız Kur’ân’dır. Ebedlere kadar var olabilmemizin temel direği Kur’ân’dır. Kur’ân, bizim şahsî, ailevî, içtimaî, iktisadî, siyasî ve idarî hayatımızı tanzim eden bir kanunlar külliyatıdır; ihtiva ettiği dua, zikir, fikir ve münâcâtlarla seyr ü sülûk rehberimizdir. Dahası Kur’ân, başta Sünnet olmak üzere diğer şer’î delillerin de kendisine dayandığı temel kaynağımızdır.
Ne var ki, günümüzde “Kur’ân müslümanlığı” sözü ile, özellikle Sünnet’i ve diğer edille-i şer’iyeyi dışlayarak İslâm’ı yalnızca Kur’ân’a göre yorumlamayı esas edinen bir anlayış nazara veriliyor. Bu açıdan da, bu tabiri masum bir isimlendirme olarak kabul etmek mümkün görünmüyor.
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz Kur’ân ile nefes alıp verirdi. Ashab-ı Kiram, içinden çıkamadıkları meseleleri hemen Hikmetin Lisan-ı Fasîhi’ne (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) sorarlardı. Peygamber Efendimiz’in bizzat kendisine tevcih edilen pek çok sual, halledilmesi gerekli olan pek çok müşkil, ümmetiyle alâkalı dînî, içtimâî, iktisâdî, siyasî pek çok mesâil vardı ki, Beyan Sultânı, kalb-i pâki ve lisân-ı nezîhi ile onların hepsini cevaplayıp müşkilleri hall, mübhemleri şerheder; Kur’ân ile gelen pek çok mutlak emri takyîd, mukayyedi ıtlâk, husûsîyi ta’mîm, umûmîyi de tahsîs buyurarak, Kur’ân mesajının yanında kendi ifade ve beyanlarının rükniyetini de ihtarda bulunurdu. Mesela; Kur’ân’da mücmel olarak zikredilen namazı bütün rükünleri, şartları, sünnetleri ve âdâbıyla; haccı ifradı, kıranı, temettü’ü ve bütün teferruatıyla; zekâtı nisâbı, nevileri ve edâ keyfiyetiyle ayrıntılı olarak anlatırdı. Kur’ân-ı Kerim’de genel olarak ele alınan mevzuların istisnalarını gösterir; mutlak olarak zikredilen hükümleri takyîd ederdi. Bazen de ayet-i kerimelerde tek kelime ile dahi temas edilmeyen meseleleri müstakilen hükme bağlardı.
Binaenaleyh, ilk asırdan bugüne kadar, Sünnet-i Seniyye, din ve dînî hayata esas teşkil etmesi bakımından hep Kur’ân’la beraber mütâlaa edilmiştir. Öyleyse, ne onu Kur’ân’dan, ne de Kur’ân’ı ondan tecrîd etmek mümkün değildir. Vahy-i gayr-i metluv olan hadisleri devreden çıkarmak ve onları vahy-i metluv olan Kur’ân’dan koparmak da bir yönüyle Kur’ân’ı mehcur (terkedilmiş) hale getirmek demektir. Cenâb-ı Hakk’ın beyanını Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in sünnetini hesaba katmadan ele almak, bir manada, Allah’ın elçisinin vahye dayalı açıklamaları yerine beşerî ve nefsî yorumları ikâme etmek sayılır. Bu aynı zamanda, Kelâm-ı İlâhî’nin, Rasûlullah’a ittiba ile alâkalı emirlerini görmezlikten gelmektir ki, böyle bir anlayışı “Kur’ân müslümanlığı” addetmek de mümkün değildir.
Diğer taraftan, İslam uleması, dînî delilleri iki ana başlık altında mütalaa etmişlerdir: Birincisi; Kur’ân, Rehber-i Ekmel’in söz, fiil ve takrîrlerini ihtiva eden Sünnet, İcmâ (İslam fıkhına ait fer’î bir hükümde, muasır bütün müctehidlerin ittifak etmeleri) ve Kıyas (aralarındaki illet benzerliğinden dolayı, iki şeyden birinin hükmünün mislini diğerine de uygulama) olmak üzere “aslî deliller”dir. İkincisi ise, genel olarak Maslahat, Örf, İstihsan, İstishab, Şer’-u men kablena ve Sahabi kavli gibi şubelere ayrılan “fer’î deliller”dir.
Bütün bu delilleri hesaba katmadan Kur’ân’ı kendi enginliğiyle kavrayamazsınız. Kur’ân-ı Kerim’in doğru anlaşılması için, onu Sünnet-i Seniyye’nin rehberliğinde okumak gerektiği gibi, ayetlerin tesbitinden onların hakiki manalarının tayinine kadar pek çok meselede o ilk safı teşkil eden ve ilahî takdire mazhar olan Ashab-ı Kiram’ın mütabakatlarına ve onların tefsirlerine vâkıf olmak da lazımdır.
Öyle anlaşılıyor ki, bazıları “Kur’ân müslümanlığı” derken, bir dönemde muannid bir Kur’ân düşmanının, ona karşı dehşetli bir plân çevirmesi, “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” (!) demesi ve onun yerinde okunması için tercümesinin yapılmasını arzulaması misillü gizli bir maksat taşıyorlar. Zâhiren Kelâm-ı İlahî’ye inanıyormuş ve onu takdir ediyormuş gibi görünüyorlar; fakat, sözde Kur’ân dellallığı perdesine sığınarak hadis-i şerifleri, Sünnet-i Seniyye’yi ve sâir edille-i şer’iyeyi metruk kılmak için uğraşıyorlar.
Bütün bu ve benzeri meseleleri nazar-ı itibara alınca, “Kur’ân müslümanlığı” ifadesinin ve bu ifadeyle ortaya konan anlayışın iyi niyete makrun bulunduğunu ve Kur’ân’a saygının ifadesi olduğunu zannetmiyorum. Bu anlayışın temsilcilerinin çoğunun fantezi peşinde koştuklarını, bir lüks zaafına düçar olduklarını ve hatta bazılarının, megalomaniye yakalandıklarını, herhangi bir farklılık ortaya koyarak kendini ifade etme kompleksi yaşadıklarını düşünüyorum.
Ayrıca, “Kur’ân müslümanlığı” diyen kimselerin ortaya koydukları müslümanlık tarifleri ve anlayışları da birbirini tutmuyor. Zaten, duygu duruluğundan ve kalb safvetinden mahrum kimselerin anlayışlarının aynı olması düşünülemez. Çünkü, merkezden ve ana hattan ayrılan kimse, tâli bir sürü yola sapmaktan kurtulamaz. Nitekim, Cenâb-ı Hak, “İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Sakın, sizi Allah’ın yolundan ayıracak başka yollara uymayın.” (En’am, 6/153) buyurmuştur. Evet, Kur’ân-ı Kerim’i ve Din-i Mübin’i, Sahabe-i kiramın anladıkları ve yaşadıkları gibi kabul etmeyenlerin, akla hayale gelmedik patikalara, farklı farklı yollara sapmaları kaçınılmaz olur. Zira, o takdirde herkes kendi kafasına ve hevasına göre uygulamalara dalar, düşünce inhiraflarına kayar.
Hâsılı; asıl “Kur’ân müslümanlığı”, Hazreti Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) Efendimiz’in, Kur’ân ayetlerinin yanı sıra kendi ifade ve beyanlarıyla da tebliğ ettiği, sonra da İnsan-ı Kâmil oluşuna muvafık bir keyfiyette mükemmel bir temsille ortaya koyduğu ve Ashâb-ı Kiram efendilerimizin de Rehber-i Ekmel’den öğrenip uyguladıkları müslümanlıktır. Selef-i Salihîn tarafından, aslî ve fer’î bütün deliller gözetilerek çerçevesi belirlenen bu İslam anlayışını bırakıp, heva ve hevesine fikir sureti vererek Kelâm-ı İlâhî’ye sahip çıktığını iddia edenlerin yaptıkları, olsa olsa, Kur’an-ı Kerim’i mehcur kılmaktır.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.