Konumu değerlendirmek ve çaresizliğin mahkumu olmamak
Bu çok önemli ve her hizmet erinin mutlaka dinleyip nasiplenmesi lazım gelen hasbihalde Hocaefendi “konumu değerlendirme” konusunun ehemmiyeti üzerinde durdu. Başımıza ne gelirse gelsin ve nerede hangi halde bulunursak bulunalım asla çaresizliğe esir düşmememiz, o andaki şartlara göre yapılması icap edenleri ortaya koymamız gerektiğini Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in hayatından, Hazreti Mus’ab bin Umeyr ve Abdullah bin Cahş’ın kahramanlıklarından, Bediüzzaman hazretlerinin uçurumdan yuvarlanacağı anda “Davam!.. Davam!..” deyip bağırdığı gibi, ömrünün tamamını davası uğrunda değerlendirdiğinden, zindana attıkları, kağıtlarını bile elinden aldıkları zaman dahi kartonlara, sigara kağıtlarına davasına dair risaleler yazdığından misaller vererek anlattı.
Fethullah Gülen Hocaefendi şunları söyledi:
Küfür ve dalalet dışında insanın başına gelen ister celâlî ister cemalî, ister kahır ister lütuf hemen her halin kendisine göre bir getirisi vardır. Cenâb-ı Hakk’ın bir kimseye lütfettiği veya onu maruz bıraktığı durumlar ve koyduğu yer üzerinde insan çok derince düşünmeli; “Şimdi ne yapmalıyım; ne demeli ve ne etmeliyim ki negatif gibi görünen bu şeylerden çok pozitif neticeler elde edeyim?!.” demelidir. Buna umumî manada “konumun değerlendirilmesi” denebilir.
Şahsî, ailevî ve içtimaî hayat açısından Cenâb-ı Hak nereye getirmiş ve nereye koymuşsa, bunu derinlemesine düşünüp, “Şimdi burada ne yapılır?” deyip onu bilme ve onu yapma.. olumsuz bir kısım ihtimaller varsa, onlara karşı alternatif çareler üretme.. bazı imkanlar müsbet olarak değerlendirilebilecekse onu da düşünme.. aklının yetmediği hususlarda ortak akla müracaat ederek “Şimdi benim/bizim durumumuzda olan insan/lar nasıl hareket etmeli?!.” deyip halin gereğini sergileme... İşte böyle davranıldığı zaman bir çıkmaz ve bir tıkanıklık asla söz konusu olmaz.
Bir mümin hangi halde bulunursa bulunsun “Artık bir şey yapılamaz, çare yok!” mülahazasına katiyen girmemelidir. Bütün dünya karşınıza çıksa, hala yapılacak pek çok şeyin olduğu düşüncesiyle ümitle şahlanmak, Allah’a dayanmak, sa’ye sarılmak ve hikmete râm olmak lazım. Hatta bazen yapmanız gereken şeyde ölüm bile karşınıza çıkabilir, Mus’ab bin Umeyr ve Abdullah bin Cahş gibi seleflerimiz size örnektir. Ülkemizin işgal edilmeye ve çiğnenmeye çalışıldığı bir dönemde medresede okuyan ve henüz bıyıkları terlememiş toy delikanlılar başlarındaki fesleri, külahları atarak asker feslerini giyip Çanakkale’ye koştular. Orada yapılması gereken oydu: Göğüslerini, atılan toplara siper yapmak.
Ümitsizlik, yol kesen bir gulyabani, acz ve çaresizlik düşüncesi ise ruhu öldüren birer hastalıktır. Şanlı geçmişimizde yol alanlar, hep imanla, ümitle yol almışlardır. Kendini acz ve ümitsizliğe salanlar da yollarda kalmışlardır.
Ulaşılmaz gibi görünen zirveler şimdiye kadar defaatle aşılmış ve nice yüksek tepeler azmin, iradenin ayaklarına yüz sürmüştür. Bu itibarla, yolların yürünerek alınabileceğini ve zirvelere azim, irade ve plânlarla ulaşılabileceğini biz de hatırdan çıkarmamalıyız. Her şeye rağmen, doğrulmalı, kendimizi yenilemeli, konumumuzun hakkını vermeli, yerimizde sebat etmeli; herkesin başvuracağı bir güç, bir ümit kaynağı olmalı ve sönmeye yüz tutan bütün meş'aleleri yeniden tutuşturmaya çalışmalıyız.
Unutmamalıyız ki, hiç yılmadan usanmadan ve çaresizliğin mahkumu olmadan mevcut şartları gözden geçirip “Şimdi ne yapılır?!.” diyerek konumu çok iyi değerlendirmek ve Allah’ın nasip ettiği o konumun hakkını vermek adanmış ruhların ve gerçek dava adamlarının şiarıdır.
- tarihinde hazırlandı.