Kirli sinelerden taşanlar ve kalb-i selîme ulaşanlar
- Necâta (kurtuluşa) giden yol kalb temizliğinden geçer. Kalbi temiz olmayınca, insan çok kararlı yürüse bile zikzak çizmekten kurtulamaz.
- Kalb, eskilerin ifadesiyle “nazargâh-ı ilâhî”dir. Allah, insana insanın kalbiyle bakar. “(Allah sizin cisim ve suretlerinize değil) kalblerinize nazar eder.” fehvâsınca da, O’nun insanla muâmelesi kalbe göre cereyan eder. Zira kalb; akıl, mârifet, ilim, niyet, iman, hikmet ve kurbet gibi insan için çok hayatî hususların kalesi mesabesindedir.
- İnsan, selim bir kalbe sahip değilse, bir yere kadar müstakim görünebilir ama belli faktörler bir gün onda var olanı ortaya çıkarır.
- Günümüzdeki üslup bozukluğunun ve herkesin birbirine sataşmasının sebebi de kalblerin temiz olmamasıdır.
- İnanan insanların Allah ahlakıyla ahlaklanmaları gerektiği gibi, birbirine karşı muamelelerinde de Allah ahlakını esas almaları icap eder. Cenâb-ı Hak, kullarının eksik ve gediklerini söylerken sadece inzar değil aynı zamanda tebşir ifadeleri de kullanır; kötü âkıbetten sakındırırken mükâfat yolunu da gösterip teşvik eder. Mesela şöyle buyurur:
وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ وَمَنْ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّوا عَلَى مَا فَعَلُوا وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Onlar ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki? Bir de onlar, bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. (Âl-i İmrân, 3/135) - Mü’min severken de kızarken de ölçülü olmalı ve mülahaza dairesini her zaman açık bırakmalıdır. Nitekim, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurur:
أَحْبِبْ حَبِيبَكَ هَوْنًا مَا عَسَى أَنْ يَكُونَ بَغِيضَكَ يَوْمًا مَا
وَأَبْغِضْ بَغِيضَكَ هَوْنًا مَا عَسَى أَنْ يَكُونَ حَبِيبَكَ يَوْمًا مَا
Muhabbetinde dengeyi gözetip sevdiğin insanı ölçülü sev; belki bir gün nefret hislerini tetikleyen bir kimse haline gelebilir. Kin ve nefret duygularını harekete geçiren kimseye karşı da öfkende dengeli ol, kim bilir o da bir gün sevgini celbeden bir insana dönüşebilir. - Selim ve sâlim kalb mevzuu çok mühimdir, çünkü Kur’ân-ı Kerim onu mal ve evlâdın karşısına koymuş ve “O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder. O gün insana fayda sağlayan tek şey, (kalb-i selim) Allah’a teslim ettiği selim bir gönül olur.” (Şuarâ, 26/88-89) buyurmuştur. Bağdatlı Ruhî, bu mazmunu şu mısralarla ne hoş seslendirir: “Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler / “Yevme lâ yenfe’u”da kalb-i selîm isterler.”
- Cenâb-ı Hak, en küçük bir iyiliği karşılıksız bırakmaz. Hadisçiler arasında “Bitâka” (üzerinde bir not yazılı olan küçük kağıt ya da kart) hadîsi olarak bilinen bir nebevî ihbarda Cenâb-ı Hakk’ın merhameti şöyle nazara verilmektedir: Bir insan (kıyamet günü) getirilir. (Terazinin) bir kefesine onun amellerinin yazıldığı doksan dokuz defter konulur; her biri göz alabildiğine uzundur. Diğer taraftan üzerinde kelime-i tevhid yazılı bitâka da getirilir. O kimse sorar: Ey Rabbim, bu defterlerle birlikte bu kağıt nedir? Allah Teâlâ buyurur: Muhakkak ki sen haksızlığa uğratılmayacaksın! Sonra, o bitâka, terazinin bir kefesine konulur. Allah Rasûlü (aleyhissalâtü vesselam) buyurur ki: “O kağıdın karşısında defterler çok hafif kaldı.”
- Bir başka hadis-i şerifte anlatıldığına göre; amel sandığında hayr u hasenâtının yanı sıra pek çok günahı da bulunan bir kulun hesabı görülür; mizanda sevap kefesi daha hafif gelince, azap ehlinden olduğuna dair hüküm verilir. Cezaya müstehak o kul derdest edilip perişan bir vaziyette, adeta sürüklene sürüklene mücâzat mahalline doğru götürülürken, ikide bir geriye döner ve bir sürpriz bekliyormuş gibi etrafına bakınır. Cenâb-ı Hak, meleklerine “Kuluma sorun bakalım; niçin geriye bakıp duruyor?” buyurur. (Geriye bakma meselesi bizim anlayacağımız şekilde konuşmanın gereği olarak, fizik âlemiyle alâkalıdır; yoksa, Zât-ı Ulûhiyet için mekan ve yön mevzubahis değildir.) Adamcağız der ki, “Rabbim! Hakkındaki hüsn-ü zannım böyle değildi; evet, âlem sevaplarla gelirken -maalesef- ben günah getirdim; fakat, Senin rahmetine olan inanç ve itimadımı hiçbir zaman kaybetmedim!.. Recâm oydu ki, bana da merhametinle muamele edesin ve beni de bağışlayasın!..” Bu mülahazalar ve Allah Teâlâ hakkındaki hüsn-ü zan, o insanın kurtuluşuna kapı aralar; neticede adamcağız “Kulumu Cennet’e götürün!” müjdesini duyar.
- İşte, inananlar bu ahlakla ahlaklanmalı ve en küçük bir iyiliği karşılıksız bırakmamalı, her insana sinelerinde yer vermelidirler. Mü’minler ancak böyle davrandıkları sürece, güç ve kuvvetlerini kısır çekişmelerle tüketmemiş olur, Cennet yolunda hayır uğrunda yarışır ve neticede çok başarılı işler ortaya koyabilirler.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.