Görüntü ve gürültü adamı değil gönül insanı olmalı!..
- Yalan ve gösteriş gürültülü, hakikat ve samimiyet sessizdir. Yıldırımlar gök gürültüsünden evvel hedeflerine varırlar.
- Ses öncelikli yaşayan insanlar, yani seslerini aksiyonlarının önüne geçiren kimseler çok defa kendi işlerinin başkalarının çelmelerine takılmasına sebebiyet vermiş olurlar.
- Kur’an-ı Kerim’de, Ashab-ı Kehf anlatılırken “telattuf” ve -Hazreti Üstad’ın ifadesiyle- “sırran tenevveret” düsturları nazara verilmektedir. Lütûfkâr ve latîfane hareket etme esasına bağlı bu düsturlar, hareketlerini Kur’ân’a uydurmak durumunda olanlar için vazgeçilemez birer umdedir. Latîf, Esma-i Hüsnâ’dandır; yani Cenâb-ı Hakk’ın yüce isimlerinden biridir ve Kur’ân’da da zikredilmektedir. Allah, Latîf’tir. O, lütûflarını insanların içine, onlara hiç hissettirmeden akıtıverir. İnsanlar hissetmezler; ama, onları İlâhî esintiler sessiz sessiz sarıverir. Bazen çok cüz’î bir hâdiseyle, içinizin aydınlandığını görürsünüz; halbuki tenasüb-ü illiyet prensibiyle mes’eleye baksanız, yaptığınız o cüz’î şeyle elde ettiğiniz büyük lütûf arasında bir münasebet kuramazsınız. Bir diğer zaviyeden Latîf ismi, İlâhî tecellilerin, akdes feyizlerin bilmediğimiz bir noktadan gelip, bizim ruhumuzu sarması demektir. Böylece insan îman adına birden bire bir inşirah ve inbisat hissetmeye başlar. Artık, îman onun için en zevkli bir keyfiyet, küfür ise, yılan ve çıyanın kucağına düşmek gibi en kerih ve çirkin bir duygu haline gelir. İşte, bu manâda telattuf, yapılan hizmetlerin hiç kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde, gürültü ve görüntüden uzak bir keyfiyette ortaya konulmasıdır. Işıkla, nurla da olsa hiç kimseyi rahatsız etmemek, hazımsızlığa itmemek ve husumete sevk etmemek hedef olmalıdır.
- İyi bir mü’min, içte ve Rabbi ile münasebetinde olabildiğine derin, fakat dış görünüşü itibarıyla mukassî olmak suretiyle hasımlarının kin, nefret ve gayz duygularıyla homurdanmalarına, dostlarının da hased hisleriyle oturup kalkmalarına mani olabilir. Haddizatında, derin olup sığ görünmek mü’minlik emaresi olduğu gibi, sathiliğine rağmen gizli enginliklere sahipmiş gibi davranmak da bir nifak alâmetidir.
- İbrahim Hakkı Hazretleri oğlu üzerinden hepimize nasihat sadedinde der ki:
Hakkı gel sırrını eyleme zâhir,
Olayım der isen bu yolda mâhir;
Harâbat ehline hor bakma Şâkir
Defineye mâlik vîrâneler var. - Bir ayet-i kerimede Hazreti İbrahim’in şöyle dua ettiği anlatılır:
وَاجْعَلْ لِي لِسَانَ صِدْقٍ فِي اْلآخِرِينَ
“Bana sonrakiler içinde bir lisân-ı sıdk (ve bir yâd-ı cemîl) lütfeyle!” (Şuarâ Sûresi, 26/84) - Şöhret ü şan, nam u nişan ve parmakla gösterilme arzusunun debisi öyle güçlüdür ki insan bir kere kendini ona kaptırdı mı bir daha kenara çıkmaya imkan bulamaz.
- Şair ne güzel söyler: “Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyecek hâke nebat / Mütevazı olanı rahmet-i Rahman büyütür.” Yani, tohum toprağın bağrına düşüp kendisini çürümeye salmayınca, başağa yürüyemez. Başağa yürümenin yolu, toprağın altında ezilmekten, topraklaşmaktan ve şahsı itibarıyla orada yok olmaktan geçer. Evet, tohum yok olmalıdır ki, yokluktan fışkırarak ikinci bir varlığa yürüyebilsin. İşte içtimaî hayatta hangi makamda bulunursa bulunsun, herkes kendisine böyle bakmalı; tevazu ve mahviyet esaslarına göre yaşamaya çalışmalıdır.
- Üç asırdan beri yere konmuş bulunan boyunduruk, gösteriş ve gürültü ile değil ancak adanmışlık ve samimiyetle kaldırılabilir.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.