280. Nağme: Hadiseler karşısında Peygamber Efendimiz ve “kutsal teessür”
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve mü’minler karşısında teker teker tutunamayacaklarını anlayan kavim ve kabileler, Hicret’in 5. senesinde bir araya gelip tek vücut olmaya ve bu defa bütün güçlerini bir merkezde toplayıp Medine’ye öyle hücum etmeye karar vermişlerdi.
Resûl-ü Ekrem (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz, durumdan haberdar olunca, ashabını toplamış, harp tekniği hakkında onlarla istişare etmiş, değişik teklifler arasında Hz. Selman-ı Farisî’nin fikri Peygamber Efendimiz’in düşüncesine muvafık gelince düşmanın taarruz etmesinin muhtemel olduğu yerlere hendekler kazılmasına ve böylece müdafaa harbi yapılmasına karar verilmişti.
Rehber-i Ekmel Efendimiz, yanındaki 3000 insanla beraber hendek kazmaya başlamıştı. Kişi başına bir arşın hendek kazılacaktı. Onları, onar onar gruplara ayırmış ve böylece yine meseleye bir yarış havası vermişti. Derinlik, atıyla oraya düşen bir insanın, bir daha çıkamayacağı şekilde ayarlanacaktı. Genişlik ise, en mahir süvarinin dahi geçemeyeceği ölçüde planlanmıştı. Böylece şehre girişi mümkün kılan çok uzun bir alan hendeklerle çevrilecekti.
Hendek kazılırken İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz de ashabıyla beraber çalışıyor; hatta onların kuvve-i mâneviyelerini takviye için
اَللّٰهُمَّ لاَ عَيْشَ إِلاَّ عَيْشُ اْلآخِرَةِ
فَاغْفِرْ لِلْأَنْصَارِ وَالْمُهَاجِرَةِ
“Allahım, ahiret hayatından başka hayat yok. Sen ensar ve muhacirîne mağfiret eyle.”
duasını tekrar tekrar seslendiriyor ve sahabe O’nun bu sözleriyle coşuyor:
اَللّٰهُمَّ لَوْلاَ أَنْتَ مَا اهْتَدَيْنَا
وَلاَ تَصَدَّقْـنَا وَلاَ صَلَّيْنَا
فَأَنْزِلَنْ سَكِينَةً عَلَيْنَا
وَثَبِّتِ اْلأَقْدَامَ إِنْ لاَقَيْنَا
“Allahım, Sen nasip etmeseydin biz hidayete eremezdik, namaz kılamaz, zekât veremezdik. Sen üzerimize sekîneni indir ve düşmanla karşılaşırsak bizim ayaklarımızı kaydırma.”
diyerek mukabele ediyorlardı.
Bir aralık büyükçe bir kaya çıkmıştı karşılarına; Ashab-ı Kiram’dan güçlü kuvvetli insanlar bile o kayayı parçalayamamışlardı. Onlar, en küçük dertlerini dahi Allah Rasûlü’ne söylerlerdi; bu büyük kayayı da O’na haber verdiler. İnsanlığın İftihar Tablosu, manivelası elinde geldi ve onunla taşı parçalamaya başladı. O, manivelasını indirdikçe taştan kıvılcımlar fışkırıyor.. ve sanki aynı esnada Allah Rasûlü’nde de vahiy ve ilham kıvılcımları çakıyordu. Her vuruşta bir müjde veriyordu: “Bana şu anda Bizans’ın anahtarları verildi. İran’ın anahtarlarının bana verildiğini müşâhede ediyorum... Bana Yemen’in anahtarları verildi; şu anda bulunduğum yerden San’â’nın kapılarını görüyorum.”
Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz, asla parçalanmaz gibi görülen büyük devletlerin fethini müjdelediği o esnada karşısındaki 24.000 kişilik tam donanımlı düşman ordusuna karşı sadece 3.000 Müslümanla müdafaa harbine hazırlanıyordu. Fakat, dünyevi ölçüler açısından insanı dehşete düşürmesi beklenen o anki şartlar Peygamber Efendimiz’i tesiri altına alamadığı gibi, mü’minlerin de ancak imanlarını artırıyordu.
Bir ay kadar süren muhasarada şartlar, hep kâfirlerin aleyhine işlemişti. Kış bastırmak üzereydi. Mekke insanı, Medine’nin kışına dayanamazdı. Zaten kış için de hiçbir hazırlıkları yoktu. Günlerden beri esip duran rüzgâr, rüzgâr olmaktan çıkmış, çadırları söküp götürecek şiddette bir kasırga hâlini almıştı. Zaten 24.000 insana bakmak da çok zordu. Müşriklerin daha fazla dayanmaları mümkün değildi. Nitekim bir müddet sonra Ebû Süfyan, istemeye istemeye ric’at emri vermişti. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, muharebenin sonunda “Artık bundan böyle, biz onların üzerine gideceğiz, onlar gelemeyecekler.” buyurmuştu.
Fethullah Gülen Hocaefendi, öncelikle şu hususu hatırlattı:
Mahbûb-u Âlem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, insanları ebedî hüsrandan kurtarma davasına o kadar gönülden bağlanmıştı ki, Kur’ân-ı Kerim, O’nun bu konudaki ızdıraplarını, “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’an’a) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” (Kehf, 18/6) ve “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin” (Şuara, 26/3) ifadeleriyle dile getirmektedir. Aslında, bu ilahî hitaplar, Allah Rasûlü’nün duyarlılığını, insanlığın kurtuluşu hakkındaki hassasiyetini, O’ndaki ölesiye yaşatma arzusunu ve kurtarma cehdini nazara vermektedir. Bu itibarla, mezkûr ayet-i kerimeleri Peygamber Efendimiz’in heyecanlarını ta’dil eden ve O’nu îkaz için inen birer ilahî kelam şeklinde anlamak eksik, hatta yanlış olur. Evet,bu beyanlarda ta’dil ve tembih söz konusu olduğu kadar, ciddi bir takdir ve iltifat da vardır.
Bu önemli hakikati nazara vererek Peygamber Efendimiz’in bu şekildeki etkilenmelerine “kutsal teessür” denebileceğini belirten kıymetli Hocamız, daha sonra yukarıda özetlediğimiz Hendek Mücahedesi’ne işaret etti. Allah Rasûlü’nün öyle müthiş bir hadise ve çok olumsuz şartlar karşısında bile asla tereddüte düşmediğini ve yaptığı hamlelerle yine hadiselere yön verdiğini anlattı.
“Kutsal teessür” dediği etkilenmeye Hazreti Bediüzzaman’ın hayatından ve onun “müsbet hareket” düsturundan da misal veren Hocaefendi meseleyi günümüze getirerek adanmış ruhların hareket çizgisinin nasıl olması lazım geldiğini ifade etti.
Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.
- tarihinde hazırlandı.