Karikatür Edepsizliği ve Tavrımız
Soru: Tarihin değişik devrelerinde farklı vasıtalarla yapıldığı gibi günümüzde de medya yoluyla Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)'a ve dinimizin esaslarına hakaret ediliyor ve bunun adına da "düşünce özgürlüğü" deniyor. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar da değişik şekillerde tepkilerini ortaya koyuyorlar. Bu hâdiseleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Tepkilerin haklılık çerçevesinde kalması ve müspet netice verebilmesi için nelere dikkat edilmelidir?
Bunu yapanlar bazı ülkelerde bizde olduğu gibi radikal bir kesim. Bunlar aşırı, müfrit, başka düşüncelere karşı saygısız, mutaassıp insanlar. Danimarka'da da vardır, Fransa'da da vardır, Almanya'da da vardır. Bunlardan bazıları din kaynaklıdır. Daha doğrusu bu aşırılıklarını dini telakkilerine, dini kültürlerine bağlarlar. Bazılarında ırkî mülahazalarına dayanır. Mesela bazılarında İslam düşmanlığına bağlıdır, İslam düşmanlığı çerçevesinde cereyan eder ve cephe oluşur.
Bu Türkiye'de de vardır. Burada istidradi birşey söyleyeyim. Elbette Danimarka'ya, Fransa'ya veya başka bir ülkede olursa oraya diyeceğimiz iyi veya kötü şeyler var. Fakat kalksa onlar, bize deseler ki "Yahu Allah aşkına sizin gazetelerinizde Kur'an'ı Kerim'e çöl kanunu denmedi mi? O'na da arabın peygamberi denmedi mi? Teaddüd-i zevcatına dokunulmadı mı? Ahlâk adına, insanî değerler adına, evrensel değerler adına mesajına karşı çıkılmadı mı? O'ndan kurtulmayı insani bir kurtuluş saymadınız mı?"
Zannediyorum bunlara karşı diyeceğimiz hiçbir şey olmaz. Meselenin böyle bir yönü var, ve bu hâlâ yapılıyor. Hâlâ kenarından, köşesinden O'na saygısızlıklar yapılıyor. O'nun izine karşı, âsarına karşı, o mesele irtikap ediliyor. Ve çokları da sükut geçiyor, çağımız adına, medeniyet-i hazıra adına birşey yapmış gibi göstermeye çalışıyor onu. Bu istidradi bir mesele.
Taassup her ülkede olur ve şimdiye kadar da çok olmuştur. Hususiyle batı, demokrasi, cumhuriyet filan deriz. Demokrasi, cumhuriyet, vicdan hürriyetine, insan haklarına saygı idarelerde belki olmuştur. Böyle kabul edenler vardır da, fakat damarlarında dünden bugüne tevarüs edegelen bir taassup da vardır. Bu toplumların böyle olduklarını hesaba katarak münasebetlerinizi ona göre sürdürmeniz lazım. Bunları böyle kabul edeceksiniz, kabul edip de hakaretlerine, tezyiflerine, tahkirlerine sükut mu edeceksiniz? Hayır... O ayrı mesele.
Onu medenice cevaplayacaksınız, diplomatik yollarla halletmeye çalışacaksınız. Belki Gandi'nin bir dönem de İngiltere'ye karşı yaptığı gibi yapacaksınız, mallarına boykot yapacaksınız, almayacaksınız, başka milletlerin mallarını alacaksınız.
Zannediyorum Avrupa'da, orada Müslüman ve Türk nüfusunun çoğalması karışısında rahatsızlık, farklı şekillerde hastalık gibi nüksetti bugüne kadar. Şimdi de böyle nüksediyor. İdarelerde olan insanlar veya basın yayında olan insanlar da bu başıboş çoğunluğun hissiyatına mümaşat yapıyorlar. Yani onların hoşuna gidiyor, biz de bazı kimselerin, okuyucunun veya seyircinin hoşuna gitsin diye gazetelerde, mecmualarda ve televizyonlarda bu gibi şeylerden bahsettiği gibi orada da böyle oluyor. Belli ki onlar da tabanın hissiyatına mümaşat yapıyorlar. Bakıyorsunuz bir politika ortaya va'zediliyor, sonra ondan vazgeçiliyor. Çünkü taban onu istemiyor. Onlar da seçilmek istiyorlar. Taban seçmeyecek o halleriyle. Dolayısıyla aşağıdan gelen hissiyata biz de politikacıların yaptığı gibi mümaşat ediyorlar.
Siz sadece böyle hoşgörü ve diyalog, konumlara saygı diyen insanlarla karşılıyorsunuz, aldanıyorsunuz. Zannediyorsunuz ki hepsi böyle. Öyle değil hepsi, çoğu çok mütaassıp, çok müsamahasız. Hatta onlara da belki öfkeyle bakıyorlar. Nereden çıktı bu hoşgörü diyorlar. Onlar da hoşlanmıyorlar bu türlü şeylerden. O zavallı karikatürcü o hissiyata mümaşat yaptı. O hissiyatın isteğine göre orada büyük bir hata yaptı.
Onların kullandıkları bu şeyleri, argümanları, siz bu şekilde kullanamazsınız katiyyen. Çünkü ona dini kültürümüz mani. Efendimiz'e (sav) onlar saygısızca davranınca saygısızlık yapmış olurlar. Fakat siz o saygısızlığın onda birini yapsanız, mesela diyelim ki Hristiyan âleminde oldu böyle birşey ve hristiyan âlemine ait, önemli kutsallar vardır. Hz. Meryem'e birşey deseniz dinden çıkarsanız, Hz. Mesih'e birşey deseniz dinden çıkarsınız, asli İncil'e birşey deseniz dinden çıkarsınız. Mukabele-i bilmisil mümkün değil sizin için. O silahları hiçbir zaman kullanamayacaksınız. Onlar sizin Efendinize, Efendiler Efendisine birşey dediklerinde siz kalksanız başka bir dünya için, Hz. Süleyman'a birşey deseniz kafir olursunuz, Hz. Davud'a birşey deseniz kafir olursunuz, Hz. Musa'ya birşey deseniz kafir olursunuz, ve dinin evrenselliği buradan çıkıyor, bundan anlaşılıyor.
Adem, İdris, Nuh, Salih, Eyyüb, İbrahim, İshak, İsmail, Yakub ile Şuayb, İsa ve Musa (aleyhimüsselam) bunların hepsi sizin için müteal varlıklardır. Allah'a en yakın olan varlıklardır. Bunlara yakın olmak, bunlara saygı duymak, Allah'a saygı demektir. Efendimiz'de mesele nasıl ifade ediliyor? Efendimiz'i seviyorsanız Allah'ı seviyorsunuz. Ve biz dualarımızda "Zatını bize sevdir, Allah'ım bizi zatına yaklaştır, sevdiklerini de bize yaklaştır" diyoruz. Bunlar Allah'ın sevdiği insanlar, doğrudan doğruya Zat'ın tecellisi ve laakal (en azından) sıfat-ı Sübhaniyenin tecellisi ile özel mahiyette hususi donanımlı insan üstü varlıklar olarak yaratılmışlardır. Sizin için bir iman meselesidir. Onlardan uzaklaşınca onlara birşey deyince imandan uzaklaşmış olursunuz.
Kültürünüz onların yaptıkları saygısızlığı, terbiyesizliği yapmanıza müsaade etmiyor. Öyleyse başka şekilde o meseleyi savmaya bakacaksınız. Yani onun adı düpedüz saygısızlıktır. Enbiyayı İzam'a ithamda bulunma ve birbuçuk milyar insanın saygı duyduğu insana saygısızca davranmak, o bir buçuk milyarın dışında, dünyada da şahsi meziyeti ve faziletiyle, ismetiyle, iffetiyle, fetanetiyle onu değişik zaviyelerden alıp tahlil eden, büyük gören insanlar var. Geçenlerde İşaratül İcaz'da okuyorduk, Bismark şöyle diyor, Carlyle şöyle diyor, Karel böyle diyor, Goethe böyle diyor. Şimdi dünyada herkesin takdir ettiği, büyük gördüğü böyle bir zat hakkında naseza, nabeca sözler sarfediyorlar. Ölçü yok, kıstas yok. Saygı hissi yok, terbiye hissi yok, düpedüz bir küstahlık. Fakat o alanda sizin yapacağınız küstahlığın en küçüğü sizi dininizden eder, sizi Allah'tan uzaklaştırır. Burada yine antrparantez bir hususu ifade etmek lazım.
O dine canımız kurban olsun ki bizi hiçbir dinden etmiyor, her dine karşı içimizde saygı uyarıyor. Öyle bir din ki bizi herkesle bütünleştiriyor. Kapılarımızı herkese açmamızı emrediyor. Ve herkese sadrımızı sinemizi açıyoruz. Onlar diş gösterip salya akıttıkları zaman bile biz nezahatimizden, nezaketimizden fedakarlıkta bulunmuyoruz. Hayır diyoruz. Bu, dişin sıkılıp sabredilmesi gereken bir husustur. Bu mevzuda mukabele-i bilmisil kafir olma demektir. Küfrü göze almadan bir insan onlara mukabelede bulunamaz diyoruz. Böyle zor bir durumumuz var.
Bir diğer husus şudur. Bazıları, orada müslümanların, daha evvel başkalarının yaptığı gibi şuurluca bir varlık göstermelerini hazmedemiyorlar. Temelde İslam'a karşı bir tavırları var. Kast sistemi var, kendilerini âli (yüksek) görüyorlar. Bir de bunların arkasında tahrike gelen insanlar var. Merkebin üzerinde bir diğer Martin ile ayaklanan, ordular teşkil eden toplumlardır bunlar. Her zaman kitle ruh haletiyle harekete geçebilecek saf yığınlardır. Dolayısıyla çok rahat tahrik edilebilirler.
Oralarda, yenilerde şuurluca oluşan İslami toplumdan rahatsızlar. Onlar ona entegrasyon falan diyorlar ama, hayır bekledikleri o değil. Çünkü ilk planda Avrupa'ya giden ilk müslümanlardan, ister mağrip ülkelerinden, ister araplardan, ister Türkiye'den giden insanlar işçi olarak gitmişlerdi. Onların nazarında bu aptal, bu cahil, bu üçüncü sınıf insanlar nasıl olsa asimilasyona uğrayacaklardı, bunlar cahil insanlar, bunlar olmazsa arkadan gelenler asimile olacaklar, onları da kendimize benzetiriz rahatlıkla diyorlardı. Fakat arzu ettikleri gibi olmadı. Göç edip giden bu insanlar kendi aralarında oralarda organize oldular. İş sahibi olup güçlendiler. Avrupa toplumu haline geldiler. Düşünün ki kıta avrupasında 15-20 milyon müslüman var, Türkler de bunların içinde. Diğer avrupa ülkelerindekileri de kattığınız zaman 30 milyon müslüman var. Bu koskocaman müslüman nüfus Avrupa'daki bazı ülkelerden çok büyük demektir. Bu nüfus onları korkutuyor. Bir de müslümanlar şuurluca hareket ediyorlar. Avrupa ülkeleri nüfus artışına ciddi prim veriyorlar. Bazı yerlerde rumların yaptıkları gibi, yahudilerin yaptıkları gibi bir çocuğunuz olursa şu kadar, iki tane olursa bu kadar, üç taneye işte şu kadar mükafat, hatta on tane bile olabilir onun primi mükafatı ayrı. Ellerinden gelse on çocuk doğuranı sorgusuz sualsiz, ölçüsüz, mizansız, sırasız cennete koyacağız diyebilirler. Bazı müslümanlar da orada bu mülahazaya uyanmışlarsa şayet, bu orada ciddi endişeye sebebiyet verir. Sosyal coğrafya değişiyor, farklılaşıyor, farklı renkler oluyor demektir.
Siz ne kadar orada yetişseniz de yine kendi kültürünüze ait bir kısım izlerle orada mevcudiyetinizi devam ettiriyorsunuz. Onlar entegrasyon diyorlar da değil. Esas bekledikleri şey asimilasyon. Tamamen orada eriyip gideceksiniz. Onlardan bir toplum haline geleceksiniz, onların değerlerini kabul edeceksiniz.
Çirkin birşey daha yakın tarihte ortaya atıldı. Bunlar raslantı deyip geçeceğimiz şeyler değildir. Vicdan testi gibi bir mesele attılar ortaya. Değer denir mi onlara, yoksa değerden mahrumiyet midir, değer yoksunluğu mudur nedir? Mesela bohemlik mevzuunda tepkiniz ne olur? Bağışlayın Don Juan gibi bir adam yani. Siz buna nasıl cevap verirsiniz, nasıl bakarsınız şimdi. Daha çirkin şeyler de var. Sodom ve Gomore halkının tavrı var. Böyle açık müstehcenliğe siz nasıl bakarsınız. Falanı nasıl karşılarsınız, filanı nasıl karşılarsınız, batılı tasvir safi zihinleri idlal eder, ben de uzak duruyorum bu ifadelerden. Bunlar çirkin şeylerdir.
Ben kendi değerler manzumeme saygılı hareket ediyorum. Ve benim için hayat çerçevesidir o. Ben onun içinde yaşıyorum. Sen beni bu değerlerimle vicdan testi diyerek test edeceksin. Bütün hayvaniyet ve cismaniyete ait olumsuz şeylerden ben sıyrılıp sıçramak istiyorum. Sen beni bohemliğe çağırıyorsun, cismaniyete çağırıyorsun, test ediyorsun. Diyorsun ki "sen bu imtihandan geçersen şayet Avrupa toplumu içinde yaşama imkanını elde ediyorsun, yoksa nasıl Türkiye'de mesela bazı kişiler fişleniyor, aynen öyle fişleneceksin, siz tepkili insanlarsınız, sizin bir yönüyle kültürünüze bağlı hassasiyetleriniz var. Bu hassasiyetleriniz felç edilecek ve siz hiçbir şeye tepki vermeyeceksiniz."
Onlar yaptıkları bu denemelerle sinir sistemi çökertilmiş bir insan gibi iğne sokacaklar, çuvaldız sokacaklar, tepkisiz hale gelmenizi bekliyorlar. Böyle olmanızı istiyorlar. Şimdi bu tür şeyler oradaki müslüman nüfusa karşı ciddi bir tepki oluşturmanın ifadesidir. Bu tarafı tahrik ve provoke etmek için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlar. Ve bunlar öyle meseleler ki insanın provoke olmaması çok zordur. Dişini sıkıp insanın sabretmesi çok zordur. Kalkar giderler bir yerde Fransa'nın büyükelçiliğine yok bilmem Danimarka'nın büyükelçiliğine birşey yaparlar. O bizim adımıza çok çirkindir. Bunları tasvip etmek mümkün değildir. Arz ettiğim gibi el alem kendince mübah saydığı şeyleri kullanıyor. Fakat senin dinin, senin kültürün, senin geçmişin, onlara cevaz vermiyor. Hayır "yasak" diyor. Sen benden ayrılmış olursun, dininden ayrılmış olursun. Sen o millet ruhundan ayrılmış olursun. Sen öyle bir tepki veremezsin. Senin tepkin medenice, kibarca olması lazım, başının bağlı bulunduğu kurallara uygun olması lazım
Onlar böyle yapmakla esas tahrik ediyorlar. Mukabil bir hareket oluşsun istiyorlar, orada kim bilir belki de tecrit yapacaklar. Ya soykırıma tabi tutacaklar veya o ülkelerden sürüp çıkaracaklar.
Diğer bir husus da şudur: Hani Avrupa Birliği diyorlar. En azından bu adamlar belli bir yola girdiler. Bir vetire başladı devam edecek, devam ettiği sürece de Türkiye'de cebri lütfi bir kısım iyi şeyler oluyor yani. Onlar dayatıyorlar bizde iyi şeyler oluyor. Bu devam ediyor. Aslında bizim Avrupa Birliği'ne girmemizi istemeyen dünya kadar insan var. İdarecilere kadar yükselen insanlara bakınca tabanda daha çoktur o. İstemeyenler zannediyorum "biz de buna sert bir mukabelede bulunalım" diyorlar. Onlar ister Kopenhag Kriterleri desinler işte bilmem Strazbourg düzenlemesi desinler, Lahey bilmem nesi desinler, Uluslararası hukuk desinler ve "siz Avrupa Birliğine girmeye ehliyetiniz yok, ehil olmayan insanlarsınız" desinler. Bizi yanlış harekete sevk etsinler. Mukabele-i bil misle sevk etsinler. Meselenin bir de böyle bir yanı olabilir.
Çok temkinli ve dikkatli davranmak lazım. Toplumca ister devlet adamları, isterse halk kitleleri bu türlü şeylerde heyecana kapılıp yanlış şey yapmamaları lazım.
Bir: İslam'ın çehresini karartırız,
İki: Başlamış olan bir süreç var onu baltalamış oluruz.
Üç: Bizim yanımızda olabilecek, bizi tutabilecek milletler, devletler vardır. Böyle kabaca tavırlardan, davranışlardan dolayı da onları kendimizden uzaklaştırmış oluruz. Yani bir Hindistan size omuz verecekse, bir Çin size omuz verecekse, bir Rusya size omuz verecekse, daha başkaları size Uzakdoğu'da omuz vereceklerse o tavırlarınızdan ötürü onları da uzaklaştırmış olursunuz. En kritik anlarda dahi böyle damarımıza dokundular, hemen orada heyecanımıza kapılarak, hemen hislerimizle hareket ederek mantığı bir kenara koymamak lazım En kritik anlarda dahi böyle teknik oyun oynayan, boks yapan, güreş tutan, futbol oynayan insan gibi mantığımızı işletmemiz, muhakememizle hareket etmemiz lazım. Bu cümleden olarak işi diplomasiye bırakmak gerek bence.
Diğer taraftan da medyada daha yumuşak, daha üsturuplu birşeyler onlara anlatılabilir. Böyle kutsala tecavüze başladığınız zaman hafizenallah, sizin kutsallarınız için de saygıyı yıkarsınız. Birşey demeseler bile "ne etsem, ne desem, ne yapsam" mülahazasına sevketmiş olursunuz. Temkinli olmak, o konuda, şu arzettiğim şeyleri kompoze edip belli ölçüde anlatmak lazım. Yanlış yoldasınız, yanlış yapıyorsunuz diye. Bakın biz ne olursa olsun o haçlı seferleri sırasında bile hep Hazreti Meryem dedik, Hazreti İsa aleyhisselam dedik. Hep saygılarımızı ifade ettik. Çünkü saygı dinimizin gereğidir.
Söverseniz Söverler
Biz kalkıp şimdiye kadar kimsenin putuysa putuna birşey demedik esasen. Yani onların Marküs'üne de birşey demedik, Sarter'ına da şey demedik. Dedikse insaniyete saygı çerçevesi içinde sorguladık. Yani onun varoluş felsefesi çok ciddi bir varoluş felsefesi değil. Ondan evvel hristiyanların içinde varoluşçuluk adına güzel şeyler yazan çizen olmuştur. Ama onu tasvip etmek mümkün değildir. Bir Camus'üyü kabul etmek mümkün değil, çünkü insanları nihilizme çağırıyor, tasvip etmek mümkün değil. Fakat durup dururken insanları tahkir etmedikk, tezyif etmedik. Yani sizin şu feylesofunuz, düşünürünüz, aziziniz beş para etmez demedik. Bunu Kur'an'ı Kerim'in bir gereği olarak Ebu Cehil'e İkrime'nin yanında uygunsuz söz söyleyenlere karşı Efendimiz "bazı ölmüş insanlara birşeyler söylemek suretiyle hayatta olan insanları rencide etmeyin" buyuruyor. Az buçuk bir irtibatı var onun, babası nihayet. Yani kafire karşı bir tavrı vardır İkrime'nin. Tavrı olmasa Yermuk'ta kahramanca savaşıp ölmezdi yani. Siyer'in dediğine göre orada ölürken Efendimiz temessül ediyor ve ağlayarak O'na "vazifemi yaptım mı, vazifemi yaptım mı?" diyor. İşte bunun gibi babasına hakaret ederek İkrime'yi rencide etmeyin diyor.
Abdullah'ın yanında, babası Abdullah ibni Selul için birşey demiyor hiç. Ve o çağırınca cenazesine bile iştirak ediyor. Allah "onun cenazesini kılma" diyor. Yaptığı şeyi yaptıktan sonra, belli devreden sonra geri dönüyor. Öylelerine karşı "Vela tesubbüllezine yed'ûne min dûnillâhi feyesubbullâhe adven bi ğayr-i ilmin ..." (En'âm, 6/108)
Yani "siz Lat'a, Uzza'ya, Menat'a bilmem kime, hatta yani işte Buda'ya, Brahmana, Konfiçyus'a hakaretamiz bir şey söylerseniz kalkar Peygamberinize bir şey söylerler sizin. Söverseniz söverler. Fakat sizin kültürünüz başkalarına tahkiri, tezyifi, sövmeyi, saymayı men ettiğinden dolayı yapmazsınız bunu. Ama münferit bazı şahısları belki önemsiz görürsünüz, onlar için bir şeyler dersiniz, yine başkalarını tahrik edersiniz, harekete geçirirsiniz. Sizin değerlerinize sebbetmeye (sövmeye) başlarlar.
Ve yine buyuruyor ki Efendimiz (sas) hiç kimse sakın zinhar annesine babasına sövmesin. Diyor ki sahabi "Ya Resulallah bir insan annesine basına nasıl söver?" Siz birisinin annesine babasına söversiniz, o da kalkar sizin annenize babanıza tepki olsun diye söver. Dolayısıyla siz kendi annenize babanıza sövmüş olursunuz. Ne derseniz onu derler. O sözü siz annenize babanıza karşı kullanmış sayılırsınız. Allah indinde o duruma düşersiniz.
Bakın sizin kültürünüz, kültür değerleriniz sizi bağlıyor. Belki hareket alanınızı daraltıyor. Dolayısıyla kuralsız oyun oynayanlara karşı da oyun oynamanız çok rahat değil, mümkün değil yani. Belden aşağıya vurmayacaksın, adam vuruyor ayağınıza da vuruyor sizin. Kaşına vurmayacaksın, adam gözüne vuruyor yani. Dolayısıyla onlarla o türlü oyunlarda ringe çıkmamak, oyun oynamaya kalkmamak lazım. Çünkü kendinize zarar verirsiniz.
Annenize babanıza sövmeyin sövdürmeyin. Başkalarının kutsalına sebbetmeyin, uygunsuz laf etmeyin. Onlar da kalkar kutsalınıza sebbederler. Dolayısıyla siz kutsalınıza sebbettirmiş olursunuz. Dinimiz bu terbiyeyi veriyor bize. Dininize karşı öyle bir şey karşısında sükut duramazsınız, mutlaka birşey yapmanız lazım. Bu yaptığınız şey o meseleyi savmaya nasıl olursa yeterli olur, nasıl olursa yetmez ona bakmak lazım bence. Tabir-i diğerle o mevzuda netice almaya bakmak, meseleyi realitelere göre değerlendirmek lazım.
Şimdi siz sövmeye karşı sövmeyle mukabale edeceksiniz, bayrak yakmakla mukabelede bulunacaksınız, hakarete karşı hakaretle mukabelede bulunacaksınız, problemi çözmez bu. Bu türlü tavırlar ve davranışlar karşı tarafta şiddeti ,hiddeti biraz daha arttırır. Hatta onları haklı hale getirir. "Demedik mi yani bu adamlar yumurtadan indiler. En küçük meseleler karşısında hemen feveran ediyorlar."
Şimdi akılsızlıklar karşısında dahi bence mantıklı, akli hareket etmek lazım. Acaba ne türlü argümanlar kullanmalıyız ki bunu savmalıyız. Hem de Efendimiz'e karşı saygımızı, Kur'anımıza karşı saygımızı ifade etmeliyiz. Bir kere onların yaptığı o cinayet, o cürüm esas savunulması gerekli olan bir şeydir. Sizin ettiğiniz mukabele o cinsten birşey olmuyor yani ve savmaya da yeterli olmuyor . Yani sen onun bayrağını yakacaksın da ne olacak, bunlar hep deneniyor, tam bir mukabele de olmuyor yani. Akıllıca bir mukabele olmuyor. Sadece kinini, nefretini, gayzını ortaya koyma oluyor. Bu da karşı tarafta kini nefreti ve gayzı daha da arttırıyor.
Bence medenice davranmak lazım. Onlar medenice davranmıyorlar. Fakat ruh-u dil yılanı delikten çıkarır. Herşeye rağmen soğukkanlı, meselelerinizden katiyyen taviz vermeden hep savma yolunu takip edeceksiniz. Bu mesele nasıl savulur. Seyyie-i hasene ile kovacaksınız. Mü'mince bir tavır ortaya koyacaksınız, sergileyeceksiniz.
Bir de bütün dünya bizi seyrediyor. Şu anda bir oyun oynanıyor gibi bence. Biz oyunun kurallarına riayet etmeliyiz. Orada esbab açısından puan almalıyız. Dünya bize puan vermeli. Uluslararası muhakemede mesele muhakemeye getirildiğinde bize hak verilmeli. Ve bunlar tavırlarını hiç değiştirmediler hep mantıki hareket ettiler, yakışıksız bir davranışa girmediler dedirtmeliyiz.
Çünkü bize dokunuyorlar, biz öyle bir tepki veriyorsak başka bir yerde de yaparlar onu. Bizim zaafımız. Biz dışarıya vurdukça onlar bizi daha fazla tahrik ederler, bizi sokağa dökerler. Bizi basbayağı insanlar haline getirirler. Maşeri vicdanda mahkum ederler bizi. Hakkımızdan gelirken de kimsenin yüreği sızlamaz. Bunlara dikkat etmek lazım. Makul değil o.
Demek ki aklen,, mantıken tatmin olma değil, onlar hissen, asabiyet itibarıyle,taassup itibarıyla tatmin olamıyorlar. Akıllıca hareket etmek lazım.
İnsanların basın-yayın, neşir hürrriyeti, başkalarına hakarete cevaz verdirmez. Ben ille de falanın eşiyle alakalı bir şey neşredeceğim orada, onlardan hemen tekzip gelir tavzih gelir tashih gelir yani.
Kalkıp mesela İngiltere'de kraliyete ilişeceğim ben. Mesela diyeceğim ki Fransızlar ihtilalleriyle de bellidir, Robes Piyerlerin ülkesi. Nedir bu? İşte efendim basın yayın hürriyeti. Nasıl inanıyorsam düşüncemi öyle ifade ediyorum. Nasıl karşılarlar bunu? Danimarka'nın haydutları.... Düşünce özgürlüğü bu. Ben düşüncemi ifade ediyorum, çünkü tarihi bazı tavır ve davranışlarıyla haydut gibi tecessüm ediyor. Falan yerin sığır hırsızları, at hırsızları ve bugün de başka şekilde o hırsızlığı devam ettiriyorlar. Şimdi o fikir hürriyeti başkalarını böyle karalama hakkını vermez bana.
Mutlaka ne kadar insanlar fikirlerini serbestçe yaymada hür olsalar da mutlaka herşey sınırlanır. Fikir hürriyetiniz belli sınırlar içine girer. Siz sadece kendi fikir hürriyetiniz özgürlüğünüz falan derseniz başkalarının özgürlüğü hiç kalmaz. Oysa ki o özgürlüğün bile ülkelerin hudutları gibi çevresinde serhadlar olması lazım. Sizinkinin de, öbürükünün ki de bir yerde bitmesi lazım.
Kalkıp da bir dönemde Afrika'da yaptıkları şeyler açısından bakarsanız o siyahilere zencilere hayvan muamelesi yapma açısından bakacak olursanız şayet zannediyorum onların o vahşiyane durumlarını, bedeviyane durumlarını, çoban gibi durumlarını ifade edecek kelimeler girmemiştir lugatların içine.
Siz onlara haydut deseniz eşkıya deseniz dünyanın en yobaz insanları deseniz yine de tam onların yaptıkları şeyleri belirli bir çerçevenin içine almış olmazsınız. Ama onların öyle olması sizin bu kelimeleri kullanmanıza cevaz verdirmez. Herkese saygılı olacaksınız. Yani orada irtikap edilen şu anda ciddi bir saygısızlıktır. Düpedüz bir terbiyesizliktir yani. Hadlerini bilmeleri lazım.
Not:"Karikatür Edepsizliği ve Tavrımız" başlıklı sohbetin deşifre edilmiş hali olan bu metinde gramer açısından tasarruflar yapılmıştır.
- tarihinde hazırlandı.