Gülen Hareketi Örgüt mü Tarikat mı?
Soru: Bazı kimseler dünyanın değişik ülkelerinde sürdürülen ve semereleri itibariyle herkesi hayrette bırakacak kadar başarılı olan eğitim faaliyetlerinin bir organizasyona bağlı olarak süregeldiği merkezi bir idareyle yönlendirildiğini, hiyerarşik bir yapı olduğunu iddia ederek yasalara uygun olmayan bir yapılanma içersinde bulunduğunu dillendiriyorlar. Bu tür mülahazaları zaten bizim 'gönüllüler hareketi' olarak tavzih buyurduğunuz bir hakikati anlayamama mı, yoksa bir kasıt ve sû-i niyet olarak mı anlamalıyız?
Daha önce de belli vesileleri değerlendirerek kenarından köşesinden arzetmeye çalıştığım gönüllüler hareketinin bu türlü yanlış anlamalara takılmaması adına yanlış yorumlanmaması, değişik entelijan servislerine yanlış bilgilerin akmaması adına aklıma geldiğince dilimin döndüğünce bazı şeyler söylemeye çalıştım. Gerçekten de gönüllüler hareketi, adanmışlar hareketi, böyle bir yönüyle ne bir cemiyete üye kaydetmek sûretiyle, o üyeleri motive etmek sûretiyle bu başarıya ulaşılabilir, ne de meseleyi bir tarikat şeklinde ele almakla.. ortada öyle bir tarikat yok. Bu mesele uzmanlara da götürüldü istidradi arz ediyorum. Ne bu hareket ne de şöyle böyle bu hareketin ilham kaynağı olan zatların, yani sizin ilham kaynaklarınız size bu mevzuda ışık tutan, yol gösteren, zaman imanı kurtarma zamanıdır diyen ve bu mevzuda yapmanız gerekli olan şeyleri ortaya koyan, düsturlarını da ortaya koyan ve duruşuyla kararlılığıyla nasıl durulması gerektiğini de aynı zamanda belirleyen ve temsilde asla sizi şaşırtmayacak, yanıltmayacak bir tavır sergileyen insan açısından meseleye bakılınca belki böyle tasavvufa benzeyen yanları olabilir, belki bir tarikat içindeki bir saygı olabilir, yol demek o ama onların anladığı mânada öyle bir organizasyon öyle bir sistem yok. Çok ciddi fedakârlıklara katlanılıyor. Beklentisiz hareket ediliyor. Kimsenin dünya adına bir beklentisi yok. Hatta ukbâ adına da bir beklentisi yok. Dahası beklentiye giren insanlar bir yönüyle adeta hizmet-i imaniye ve Kur'aniyeye vefasızlık yapmış gibi algılanıyorlar. Yani birisi kalksa da şöyle kendi kendine kendi hissiyatıyla kendi hevesiyle kendi arzusuyla bir şey olmak istese hatta siz ondan hayırlı bir kısım hizmetler bile bekleseniz, o dünyaya meyl-ü muhabbet sayılarak ona karşı belli tavır almalı. İnsan ihlaslı olmalı, samimi olmalı, dünyevi uhrevi hiçbir beklentiye girmemeli; insan hiç verecekli olmamalı.
Birinden birşey alırsanız bir yönüyle belki ona ömür boyu diyet ödeme mecburiyetinde kalırsınız. Öyle hasbi yürümeli ki bu mevzuda herkesten alacaklı olasınız yani, ahirete de öyle gidesiniz ve civanmertliğinizin büyüklüğünü, en büyüğünü de orada sergileyesiniz. Yani dünya kadar medyun karşınıza çıkacak, diyeceksiniz ki Yarabbi sende şahit ol biz bunların hepsinden alacağımız şeyleri bağışladım gitti diyeceksiniz. Şimdi, nasıl yaşıyorsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz. Hayatınızı bu mülahazaya göre öyle plânlamışsanız şayet, zaruri ve hacii ölçülü usul-ü fıkıh terminolojisiyle ele alacak olursak ihtiyaçların dışındaki onlar da hayatı dengeli tutma ve dengeli götürme adına lüzumlu şeylerdir. Yani eviniz olur, çoluk çocuğunuz olur, eşiniz olur, dert teatisi olur, paylaşma olur arada bu da yine bir yönüyle kendinizi dengeli tutma, dengeli ayakta durabilme adına orada da niyetinizi tam tutacaksınız. Ben bunları hep hizmetim için yapıyorum. Ve hizmetim için bir kısım böyle fedakarlar olsun dünyaya gelsin, benim neslimden de bir kısım fedakarlar olsun. Dolayısıyla bunlar bir yönüyle belki bu hizmetin devam ve temadisi adına bir kısım istekler olabilir. Haaci ölçüde belki bazan günahlara girme meselesi söz konusu olursa zaruret ölçüsünde bunlar hayatı dengeli tutma adına hayatı sağdan soldan payandalıyan şeylerdir. Amma bunların hiçbirisi gâye değildir yani, bunlar tâli meselelerdir, gayeye gelince o Allah rızasıdır. Allah rızasının orta direği de ila-yi kelimatullahtır. O meseleyi gerçekleştirme mevzuunda yanıltmayan vesile tabiri diğerle gâye ölçüsünde vesile ila-yi kelimetullahtır. gezip tozduğunuz her yerde onun dellalı olacaksınız. Öyle bir dellallığı dünyada en büyük paye sayacaksınız. Şimdi bu kadar vefa bu kadar sadakat bu kadar böyle yürekten adanmışlık isteyen bir mevzu ne böyle resmi ve sûri işte isimlerini bir deftere kaydedip cemiyet organlar filan hiyerarşi hiç anlamam öyle şeylerden.
Ne onlarla bu kocaman iş götürülebilir, ne de böyle bir zata intisap etmekle, o intisabın gücüyle götürülebilir. Burada fevkaladeden sahabiye yakın belki sahabe ölçüsünde peygamberane bir azim isteyecek şekilde bir adanmışlık meselesi iktiza eder. Meselenin esası bu. Burada bir kere onların bu meselenin arkasında şu mülahaza vardır, bu mülahaza vardır, o mülahazayı tashih adına bunu bir kere daha ortaya koymak lazım. Mümkün değil başka şeyle yapılması! Maaş almadan çalışacak insanlar, yurdunu yuvasını terk edecek insanlar, evinde duvaklı gelini terk edecek insanlar, anasına ağlayarak bırakıp giden insanlar ve bazan da vefat edip dönen anasını ağlatan insanlar... Umum tabloyu birden gözönüne getirdiğiniz zamanda böyle cidden ila-yi kelimetullaha adanmamışsa bir insanın bunu yapması, kendi kültürünü dünyaya duyurmaya adanmamışsa şayet bunları yapması mümkün değildir. Meselenin bir yanı budur. Bir de nedir'e cevap meselesi var. Nedir, ne değildir yani. Bu ne cemiyettir, vallahi billahi değildir yani. Ne siyasi ne de gayri siyasidir. Yok çünkü onların kendilerine göre kuralları vardır. Şu su vardır bu su vardır. Ben o mevzuda takdisimi ve takdirimi ifade etmemin yanıbaşında bizim mübarek bir geleneğimizdir; nedir, tarikattır, ne de tasavvuftur. Ama bunların hepsine de milletçe saygımız vardır. Topyekün bir milletin geçmişinde önemli bir yeri olan bir meseleye karşı saygısızlık, millet ruhuna, tarih şuuruna karşı saygısızlıktır.
Bunları açık rahatlıkla ifade edebiliriz. Çünkü bazı kanallarına bugün çok rahatlıkla müsaade ediliyor. Ve bütün aktivitelerini, icraatlarını onların rahatlıkla yapılabiliyor. Evet, bu hareket, sadece belli bir anlayış belli bir mantık belli şeylere inanmanın bir araya getirdiği insanlar. Gayr-i ihtiyari yani bir yerde bir insan bakıyorsunuz muhalif! Ben mesela yapılan bu şeyleri çok gereksiz, yerinde değil, belki bazı şeyleri baltalama gibi görüyordum. Ve bundan dolayı da çok sû-i zan etmiştim. Hatta iki gün evvel belki üç özür af dileme birden geldi. Tabi o af dilemeler, hakkınızı helal edin demeler, civanmertçe tavırların ifadesi yani ben duygulandım da. sonra bakıyorsunuz ki aynı insan, düşünüyor taşınıyor, Allah bir, peygamber bir, kitap bir.. bizler aynı kültür ortamının çocuklarıyız. Yüksek uçma duygusu tutkusu, aleme birşey verme duygusu tutkusu, ihkak-ı hak etme duygusu tutkusu ve aynı zamanda adaletle hükmetme onu hak ile hükmetme duygusu tutkusu damarlarınızda var. Ve Allah'a iman önemli bir fasl-ı müşterek, peygambere iman önemli bir fasl-ı müşterek. Ve günümüzde bu meseleleri gerçekleştirmenin yolu eğitimden geçiyorsa kanaat-i acizanemce bunların hepside eğitimden geçer. Yani fakirlikten sıyrılmada bir yönüyle eğitimden geçer. İttifak ve ittihad da ondan geçer. Şimdi bunu insanlar mâkûl buluyorlar. Dolayısıyla bu harekette bir araya gelen insanlar, ayrı ayrı girizgâhlardan ayrılıyorlar. Bir şey yapmak, bir hayır yapmak için yürüyorlar. Bir şeye ulaşmak için yürüyorlar. Hiç farkına varmadan bir yerde, birden bire kendilerini bir kulvarda koşan insanların içinde buluyorlar. Bakıyorlar ki bunlar okul açıyorlar sağda solda, açtıkları okulda ne yapıyorlar.. Türk dilini dünya dili haline getirmeye çalışıyorlar. Ne yapıyorlar, günümüzün fünun-u müspetesini dünyanın her yanındaki insanlara vermeye çalışıyorlar.
Ne yapıyorlar bunlar, hâl diliyle, tavırlarıyla, davranışlarıyla... yani kalplerindeki müzmeratlarını nakış nakış tavırlarıyla işlemek sûretiyle kendilerini ifade etmeye çalışıyorlar. Şimdi bu herkese mâkul geliyor. Üç tane ilk diyelim Türk çılgını dediler, çılgını çıkmış bu mevzuda bir düşünce atmış ortaya, öbürü görüyor bakıyor, ya hakkaten mâkul bence yapılacak şey buymuş yani şimdiye kadar biz beyhude sağda solda koşmuşuz. Bakıyor ki günümüze birşey yapılması lazım mutlaka. Ne için birşey yapılması lazım. Allah rızasını insanlara ulaştırmak için. Ne için birşey yapılması lazım? Allahın nam-ı celilinin dört bir yanda şehbal açması için. Tavır ve davranışlar bunu ifade etsinler. Ne için birşey yapmak lazım. Kendimizi ifade etme fırsatı bulamadık biz. Çünkü alem bize hep yukarıdan baktı. Fakir bir millet haline gelmiştik. Devletler muvazenesinde yerimizden çok uzaklaştırılmıştık. Elalem bize bakarken Avrupalı, kapısına yetmiş işçi nazarıyla bakıyordu. Başka yerlerde onların üniversitelerinde ilim dilenen insanlar nazarıyla bakıyordu. 1992 de buraya geldiğimiz zaman, burada şahidimde var benim. Dediler ki bazı üniversitelerde hocalar, kendilerini Türk diye belli etmiyorlar, Türklükten utanıyorlar. İşte bu ağır gelir bana. Çok onuruma dokunur benim. Kendimizi yeniden anlatmamız lazım. Bunlar hep anlatılması gerekli olan şeylerdir. Şimdi siz, bu duyguları ister bir cami kürsüsünden ister bir konferans salonundan ifade edersiniz. Zannediyorum bu meseleye çok taraftar bulursunuz. Fikren her konuda tasvip etmeyebilir bu insanlar. Ama bu meselenin mâkuliyetinde sizinle beraber olurlar. Hatta bazıları uzaktan duyarlar; Hazreti Üstad yaklaşımıyla diyor ki; bir yerde dense ki, mesela Hindistanda, Pakistanda, Malezyada, Endonezyada, Türkiyede bir eser çıkmış, ilhada düşenler, inkâra düşenler, irtidat edenler o eserleri okuduklarında yeniden dine dönüyorlar. Kuvve-i maneviye takviye edilmiş olur. Bakın ne görmüş ne de etmiş yani.
Ama eğer bir ülkede okumuş insanlar bir eseri okuyunca yeniden kendi dinlerine yöneliyorlarsa, uzaktan çok önemli bir referanstır. Bazı kimseler vardır ki tavırları ve davranışlarıyla, duruşlarıyla bunlar, hiçbirşey söylemeseler onların cephelerde bulunmayı siz, isabetli cephelerde bulunuyor olarak kabul edersiniz. İnanıyorlar yani o insanlar. Hiçbirşey söylemesine lüzum yok yani. Senin imanı takviye etme noktasında bir Bediüzzaman, bir Alvar imamı, bir Vehbi Efendi bazan yetebilir. Dersin ki, bu kadar ona yakın duran bir insanın yanılması mümkün değildir. Dersin yani. Ve büyük ölçüde bizler için onlar çok önemli delillerdir. Aynen bunun gibi aklı başında insanlar, bir yolda koşturuyorlar, bir kulvarda koşturuyorlar bir yere doğru. Bir yerde ipi göğüslemeye doğru koşturuyorlar. Başka yerlerde çıkanlar da aynı mülahaza ile çıkıyor, güzel bir şey diyorlar. Ve dolayısıyla yolun bir yerinde bir arada bulunuyorlar orada. Beraber oluyorlar. Ve elbette ki böyle aynı işleri aynı faaliyetleri paylaşan insanlar zamanla böyle günümüzde küreselleşen dünya, telekominikasyonun gelişmesi, e-mailleşecektir bu insanlar, birbirleriyle görüşeceklerdir. Yani burada şimdi Amerikaya Türkler gelmişse, burada birileri bir yerlerde kültür lokalleri açıyorsa, birileri bir yerlerde okul açıyorsa Amerikadaki başka Türkler, bizde böyle birşey yapalım güzel aktiviteler bunlar, bizde burada bir konferans verelim diyeceklerdir yani. Elbette bu işte öncülük yapmış bazı kimselerin adlarını karıştıracaklardır yani. Karıştırılabilir. Biz nice meselelere hiç Türkiyede olmayan, dünyanın bilmem neresinin ücra yerinde kutuplarda yaşayan insanları bir örnek olarak gösterebiliyoruz. Asırlarca ötelere gidiyor, örnek insanlar getiriyor, onlara örnek olarak gösterebiliyoruz.
Asırlardır ötelere gidiyor, örnek insanları getiriyor, onları örnek olarak gösterebiliyoruz. Bu açıdan harekete hülasa olarak dense dense şöyle demek icap eder belki; yani duyguda düşüncede, inançta, ideâlde, gâyede, mefkurede aynı şeyleri paylaşan insanlar çok farklı yollara düşseler bile, farklı girizgâhlardan birşey yapma işine koyulsalar bile, fakat bir yerde aynı şeyi yapıyorlar. Okul açıyorlar, kültür lokâli açıyorlar, lisan kursları açıyorlar ve millete lisan kurslarında kendilerinin hazırladıkları muhtevası kendi kültürleri lisan öğretiyorlar. Başkaları sizin milletinize lisan öğretirken kendi kültürleri ile kendi kültürlerini işledikleri kitaplarla öğrettiler. Siz aynı şeyi yapıyorsunuz. İngilizce öğretseniz bile bu kitapları siz hazırlamışsınız. Fransızca öğretseniz bile bu kitapları siz hazırlamışsınız. Ve dünyanın çok önemli kültürlerinden değişik medeniyetler kurmuş bir milletin medeniyetinden kristaller onlara sunuyorsunuz. Bunların takdir görmemesi mümkün değil. Bu ayna programına sadece bakan insanlar bu meselenin ne denli önemli olduğunu görecek ve anlayacaktır orada. Her dinden insanlar biraraya geliyorlar; Hristiyanı, Yahudisi, siyahı, beyazı biraraya geliyorlar. İşin doğrusu hakikaten bu bizim bu güne kadar sağda solda arayıpta bulamadığımız bir ortamdır yani. İşte bu ortamda öyle güven içinde, emniyet içinde rahat nefes alabiliyoruz, soluklanabiliyoruz. Umduğumuzu, başka yerde aradıklarımızı burada bulduk diyebiliyorlar, çok rahatlıkla diyebiliyorlar. İşte o gün bir vazifelinin dediği gibi yani, yani siz hiç bunlarla alakalı birşey okudunuz mu, içte dışta bir sürü şey yazılıyor. Ve hiç gidip bir okulunu ziyaret ettiniz mi? Bir kültür lokalini ziyaret etme lüzumunu duydunuz mu? Bu sorulara cevap veremiyor ve apışıp kalıyor olduğu yerde. Kabullenme mecburiyetinde kalıyor. Yani aslında bugün size karşı tepki gösteren temerrüddür, taassuptur
Evet, işin doğrusu; duygunun, düşüncenin, inanışın biraraya getirildiği insanların, farklı farklı yollardan, cetvellerden gelse bile bir yerde bir mâna dönüşüyor, dönüşüyor bu ama fakat, başında ne bir hesap var ne de plân var, ne proje var, ne bir cemiyet kaydı kuydu var, ne başkalarının iddia ettikleri gibi bir tarikata intisap meselesi sözkonusu... Sadece aynı değerlere inanmış, evrensel değerler etrafında kümelenmiş insanların hareket birliği, faaliyet birliği.. o hareket birliğini, faaliyet birliğini belirleyen şey, düşünce birliği, felsefe birliği, iyilik yapma birliği, kendini ifade etme birliğidir. Elbetteki yani o mülahazaya bağlı insanlar bu tür birşey bilemezler yani, bunu bilemezler mümkün değil. Onu belki kendi kaynaklarında araştırmak lazım. Bir Amerikalı bunu anlayamaz, hatta Amerika külütüryle, Fransa kültürüyle, İngiltere kültürüyle yetişmiş bir Türkte anlayamaz bunu. Çünkü bu, bir yönüyle örnekleri ilk planda, kendi peygamberinden, o peygamberin etrafındaki sadukin-i evvelindendir yani. Ve daha sonra da o günden günümüze kadar, hep yenilenip duran, tekerrür edip duran tecdid hareketlerindendir. Yani bu hareketin felsefesini, bu hareketin hangi kalıba oturması lazım geldiğini araştırıyorlarsa bence o tecdid hareketleri içersinde araştırmaları lazım. Ona ilave edecekleri şey şudur sadece; zaman faktörü, konjektür farklılığı.. Yani Beidüzzamanın ifadesiyle, eskiden mesela taklide inanıyorlardı insanlar.. böyle kudsi bir mahfezden birşey sahih olunca insanlar hemen ona inanıyorlardı. Güvenilir bir ağız birşey söyleyince, büyük bir zat diyelim, işte Alvar İmamı, Piri Küfrevi, İmam Rabbani.. inanın Allahın birliği deyince yetiyordu onlar için. Fakat dalalet, küfür ve küfran fenden ve felsefeden geldiği için o zaman, tabi şartlar şimdi başka şekilde mücadele etmeyi gerektiriyor. İşte böyle sadece bir şartlar, bir zaman, bir konjoktör farklılığı.. bu mülahazayı işin içine katarak bence, bu hareketin misalini araştırıyorlarsa, hangi kalıptan çıktığını araştırıyorlarsa tecdid hareketini takip ederek Efendimiz (sav)'e gitmeleri lazım. Şimdi adam anlamıyor yani..
Altın nesil demişsiniz, siz bir dönemde konferans vermişiniz, satır satır ezberlemişler onu. Ve o size soruluyor, bir suç gibi soruluyor. Yani ne, Kambenalla gibi, Thomas Morr gibi veyahutta işte Farabi gibi bir Medinetül Fazıl'a bir ütopya mı yani bu.. Ütopik bir nesilden mi bahsediyorsunuz..Dünyanın kaderini değiştirecek, insanların yüzünü güldürecek Altın Nesil bu mu? Sizin hiç birinizin aklından geçmez böyle birşey. Oysaki azıcık onu ana hatlarıyla böyle ciddi takip etseler, görecekler ki her sokak başında sahabilerden bir tanesi karşılarına çıkacak. Yani bir yerde, haksızlığın tamamen bir taşkınlık halini aldığı, tamamen tuğyana büründüğü, hezeyana girdiği bir yerde işte o ütopik nesilden veya Altın Nesilden Hazreti Halid karşılarına çıkacaktır. İnsanlardan diyeli Ebu Zerr karşılarına çıkacaktır. Ebu Katade karşılarına çıkacaktır. Bir denge insanı dendiği zaman Hazreti Ebubekir Hazreti ömer karşılarına çıkacaktır. Dolayısıyla bunların her birisi bu güzelliğin değişik yanlarından bir tarafını temsil ediyordur. Siz Altın Nesil diye hep bunun üzerinde durmuş, bunu işlemişiniz.. Fakat onlar meseleye, yeni bir ütopya nazarıyla bakıyor ve tabii ne getirir, ne götürür, ne vaad ediyor bu ve bizi hangi yandan tehdit ediyor bu mesele. Ya insanlık birgün bizim bu düşüncemizden ve anlayışımızdan vazgeçer, öyle bir ütopyaya yönelirse ne olur bizim halimiz gibi bir paranoya yaşıyorlarsa işin doğrusu tabi, bu mevzuda anlatmada biraz zorlanırız, o var. Ve ben değişik yerlerde dinledim bunu, yani çok birşeye oturtulamıyor ama belki bu mevzuda en ciddi çalışmalardan bir tanesi Nilüfer Göle Hanımın yaptırdığı çalışmalardır yani.. bu bir adanmışlar hareketidir. Kendini Allahın rızasını kazanmaya adamış ve sonra onu Allahın nam-ı celilini iyi temsil etme ve iyi anlatma, yani kalbinde duyduğu o derinlikleri, tavır ve davranışlarına nakış nakış kendine mahsus şivesiyle aksettirme hareketidir bu. Ve bu öyle bir harekettir ki, bizim canımızı elli defa alsalar günde, ondan dönmek mümkün değildir yani.
Böyle kıtır kıtır kesseler, ne Allah rızasından dönmeye ne de nam-ı celili ilahiyeyi başkalarına gösterme, fiilen gösterme. Kimsenin mekteplerde okuttuğu müfredat programında bu meseleyi anlatan şeyler yok. Ama siz davranışlarınızla bir incelik sergiliyorsunuz. Bu incelik benim tabiatımın dışa vuruşuysa şayet onu değiştiremem ben, faktörlük yapmış olurum o zaman. Fakat ben kimsenin vicdanına baskı yapmıyorum. Bazı şeyleri kabaca dayatmıyorum. Kendi düşünce sisteminden vazgeç buraya gel falan demiyorum. Seninde bana birşey demeye hakkın yok. Fakat, paranoya yaşayan insanlar mutlaka her zaman endişeleri olacaktır. Dünyada yaşanıyor bu. Nispet farklılığıyla.. yani isim tashih etmeyeceğim, ben falan ülkede, falan ülkede, falan ülkede yüzde doksanbeş paranoya yaşanıyor. Bazı yerlerde yüzde doksan üç yaşanıyor. Bazı yerlerde doksan iki, bazı yerlerde doksan bir, böyle seksenlere düşen yer çok az, her yerde paranoya yaşanıyor. Korku, vehim, böyle en küçük şeyden endişe duyma, hayatı kendileri için elim bir azaba çevirme.. bu önyargıdan vazgeçme çok zordur yani. Şartlanmış dimağlar, onları atmaları bitarafane bir muhakemeyle meseleye yaklaşmaları oldukça zordur. Böyle müşriklerde vardı. Bu mülahazayla bakıyorlardı. Bazıları bazı şeylerin ellerinden gideceği endişesini taşıyorlardı. Beni Ümeyye öyleydi yani, saltanatları vardı. Utbenin, Şeybenin bu türlü sevdaları vardı. Ebu Cehilde böyle bir mülahaza arkasından koşuyordu. Bu mülahazalar gözlerini kör etmişti onların.Bazılarında da ciddi temerrüd vardı yani esas inkâr vardı, efendimiz (sav)'i hazmedemiyorlardı. Günümüzde de belki böyle tıpa tıp uymuyor diyebilirsiniz de, fakat şu var, siz senelerden beri dünyanın değişik yerlerinde ve öyle coğrafyalarda eğitim faaliyetlerine giriştiniz teşebbüs ettiniz ki, bu ülkelerde kuşku en önemli unsurdu. Herkesten kuşkulanacaksın. Şöyle elbiseleri içinde sana insan gibi gelen bir insan, hakikaten insan gibi yürüyor robot değil fakat mülahaza dairesini açık bırakacaksın arkadaş, belki insan kılığına girmiş başka birşeydir. Entelijan servisleri böyle idi, böyle bakıyorlardı. Şimdi bu ülkelerde siz zannediyormusunuz, on iki on üç senedir siz eğitim faaliyetinde bulunuyorsunuz, sizin üzerinizde mercek yok. Hemde kendi ülkenizden onca gammazlamaya rağmen.. hem böyle inanmış bir kısım müteşeyyihin ve alimcikler tarafından, hemde dine, İmana, Kur'an'a ve İslama'a alabildiğine düşmanlık besleyen insanlar tarafından.. Sürekli tahrik ediliyorlar. Kat'i bu. Fakat buna rağmen bu insanlar aynı zamanda işte bir de vesvese yani.. evham derecesinde hasta, bu insanlar sizleri kontrol ediyorlar, bugüne kadar size birşey demediler yani.
Binlerce ve binlerce talebe yetişti. Binlerce talebe Üniversite okudu. Binlerce talebe dünyanın değişik ve ileri ülkelerinde kariyer yapıyor. Binlerce talebe kendi ülkelerinde vazife aldılar. Ve binlerce talebe Türkiye sevdasıyla yaşıyor. Sizin milyonlarca dolar sarfederek yapmak istediğiniz lobileri onlar yapıyorlar. Nerede okumak istiyorsunuz, Türkiyede diyor. Orada bir üniversite okuyacağım, ne olursa olsun bir Üniversite okuyacağım diyor. Şimdi temerrüd, öyle kör eden bir faktör ki, hani bütün bu güzellikleri görmüyor. Görenler çok, Allah onlardan razı olsun ve adetlerini çoğaltsın. Fakat öbürleri meseleye öyle bakmıyor. neden yani, bu güzel şeyler, bunlar güzel şeyler ama, işte Ebu Cehilin Muğire İbn-i Şure yanında Efendimizle alakalı ifade ettiği gibi 'böyle güzel şeyler yapılacaktı bunu biz yapmalıydık, bu bizim işimizdi, bunlarda nereden çıktılar...'
Bir hatıramı size anlatmış idim. İstintak ediliyordum, dedim ki, ben o mevzuda şöyle hareket etmekle benim şimdiye kadar böyle sevdalısı olduğum ve bunu altmışbeş yaşındayken, altmışaltı yaşındayken de ifade ettim, bugün bile beni askere çağırsalar severek giderim.Sadece derim ki iki tane stent var kalbimde, bana öyle hani sağa marş marş, sola marş marş etmeyin yani. Bana rahat bir iş verin, kalbim durur sonra. Bunun dışında ben yine kışlada yatarım orada, o koğuşta altlı üstlü ranzalarda yatarım, yine o askerliğimi yaparım. Yine telsiz cihazımın yanıbaşına otururum, yine maniküleme dokunurum, yine muharebe yaparım dedim yani. Bunların açıktan açığa sevdalısıyım. Ona dedim ki o müstentaka, dedim ki ben orada askerin itibarını koruma mecburiyetindeydim. Yanlış bir iş yapıyor hissini uyarmama için öyle davrandım ben. Bana baktı baktı böyle, sanki ona bir hakkımız yokmuş; 'askerin itibarını korumak sana mı düştü' dedi. Şimdi ben, bu tavrı bu davranışı ve bu taaddii ifade etmek için kelime bulamıyorum. Bazı kelimelere de belki nezaketim müsaade etmiyor yani.
Buna siz kendi kendinize baş başa kaldığınız zaman küstahlık diyebilirsiniz, hezeyan diyebilirsiniz ne derseniz deyin, hiçbiri esasen o tavrı ifade etmez. Şimdi bir zümre var ki Türkiyede, dünyanın siz bilmem kaç yerinde okul açacaksınız, nerede ise sayısı onun bine ulaşacak, bunun dışında kültür lokalleri açacaksınız, sempati kazanacaksınız, herkes çocuğunu size vermek için yarışa girişecek, kuyruk olacaklar, Allah Allah bu büyük iş yani.. bunu böyle bu bir kısım İlahiyatçılar, İmamlar, Müezzinler.. bunlara yapmak düşmezdi yani. Bu olacakdıysa biz yapmalıydık. Gidin yapın bunu ama fakat, maaş almadan siz yapamazsınız ki.. bir amele gibi işçi gibi çalışa çalışa okul tamir etmek sûretiyle siz bu işi götüremezsiniz ki.. her sene okulun restorasyonunu siz yapamazsınız ki.. bunlar ciddi fedakarlıklar isteyen meselelerdir. Hasbilik isteyen meseledir. Başkaları için yaşama ruhuyla serfiraz olma meselesidir. Buyrun yapın; yapmak isteyenler oldu, ona kalkıştılar. Fakat götüremediler sonuna kadar. Batırdılar bir yerde. Bir kesimde var ki, hayır onlar yapmamalıydı bunu. Bu iş ne din işi ne de dindar işi. Bu işin içinde din de olmamalı dindarlıkta olmamalı gibi bir acip böyle taassup.. o taassupta hareket ediyorlar. Dolayısıyla, siz sadece eğitim faaliyetleri değil, daha güzel şeyler yapsanız, mesela Türkiyeyi birden bire Amerikanın gücü, Hindistanın gücü, Çin'in gücüyle böyle, öyle o hale getirseniz herkes sizin kapınıza koşsa, dünyadaki borsalar hep böyle sizin borsalarınızdaki ayarnamelere baksalar, durumlarını ona göre ayarlasalar, bunu siz yapsanız, siz yaptığınız için bu iş yine merduttur. Onların ahirete inançları yoktur. Fakat, bir gün muvakkaten inansalar, işte onların muvakkaten inandıkları o ahirete o insanları ulaştırmak için böyle ışıktan helezonlar kursanız siz, cennetin kapısına kadar da görseler orada, o insanları bindirseniz, bazıları da cennete girse, bazıları da girme yolunda koştursa, hatta dönüp arkaya bağırsalar; 'gelin burası hakikaten çok güzelmiş...' fakat, o işi yine siz yaptığınız için o iş yine merdut addedilecektir. İşte bir de, dindarın işine karşı mütaassıbane böyle bir tavır var. ve bu tavır şunları söylettiriyor. Yani ne yaparsanız yapın, birşey bulun bunları öndekini, arkadakini karalayın.
İftira edin bunlara. Yediler deyin.. iffetsizlik yaptı deyin. Karalayın, mahşeri vicdanda ademe mahkûm edin, halkın desteğini kesin, halktan koparın bunları.. ne yaparsanız yapın bunları durdurun gibi mülahazalarla sıks ık soluklanıyorlar. Bununla belki rahatlıyorlar. Fakat size birşey söyleyeyim, bileceksiniz ki, Kur'an-ı Kerim ayetine dayandırarak arzedeyim; bilesiniz ki siz ıstırap çekiyorsunuz, eleme maruz kalıyorsunuz. Fakat inanın onların elemi başlarından aşkındır. Bu açıdan da zinhar, yaptığınız işten takipten de dûr olmayın. Korkmayın, tasalanmayın, inanıyorsanız, mü'minseniz üstünsünüz diyor Kur'an-ı Kerim. 'Siz acı çekiyorsanız, onlarda çekiyorlar.' Fakat, sizin Allah hakkında beklentileriniz, recalarınız var. Siz böyle yapmakla onun rızasını elde edeceğinize inanıyorsunuz. Cennete gireceğinize inanıyorsunuz. Resulullahın başınızı okşadığına inanıyorsunuz. Onlarsa bu türlü recadan mahrum insanlar. Siz merhum insanlarsınız, onlar mahrum insanlar. Dolayısıyla ne telaşa ne paniğe kapılmalı.. bizim vazifemiz budur. Sonra bu işi semereli kılmaya gelince onun Rububiyetinin gereğidir. Onun Rab olduğuna rıza gösterdiğimiz gibi hakkımızdaki takdirine de dünden rıza göstermişiz.
- tarihinde hazırlandı.