Fethullah Gülen Hareketi’nin “Hıristiyanlık misyonerliği yaptığı” iddialarıyla ilgili neler söylemek lazım?
Dinlerarası diyalog faaliyetlerinden dolayı Fethullah Gülen Hocaefendi ve Gönüllüler Hareketi İslam’dan taviz verdikleri ve hatta Hıristiyanlık misyonerliği yaptıkları şeklinde bazılarının ithamlarına maruz kalmıştır. Halbuki Fethullah Gülen Hocaefendi, diyalog faaliyetlerini İslam’ın bir gereği olarak gördüğünü ve İslam’a bağlılığından ötürü yaptığını ifade etmektedir[1]; ayrıca dinin en ufak bir uygulamasından bile taviz vermediğini de şöyle dile getirmiştir: “Bizim kalbimizi Allah biliyor. Ben, değil böyle büyük meselelerde, yatağa girerken bile Efendimiz’in tarzını uygulamaktan taviz vermedim. Arkadaşlarımın da taviz verdiğini zannetmiyorum.”[2]
Bütün dinlerin ve kültürlerin mensuplarıyla diyalog
Diyalog sadece Hıristiyanlık mensuplarıyla yapılan bir faaliyet değildir; bütün dinlerin mensuplarıyla yapılmaktadır. Diyalog faaliyetlerinde farklı din mensupları arasında ayrım gözetilmediğini Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle belirtmektedir: “Diyalogda herhangi bir din mensubunu diğerine tercih etmek, aklımıza gelmez. Hz. Ali efendimiz (r.a.), ‘İnsanlar içinde Müslümanlar dinde kardeşlerimiz, diğerleri insan olarak kardeşlerimizdir.’ sözüyle herkesi en azından insan olmada kardeş ilan etmektedir ve herkes, Allah’ın yarattığı kulları olarak insan kardeşlerimizdir.”[3]
Diyalog, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de ifade ettiği gibi evrensel barışı temin etmek gayesiyle dünya çapındaki bütün din mensuplarıyla yürütülen bir barış ve uzlaşı faaliyetidir:
“Şu anda, İslâm ve Hıristiyanlık, dünyada en fazla müntesibi olan iki dindir. Budizm ve Hinduizmin de çok sayıda müntesibi vardır. Yahudilik, müntesiplerinin sayısı itibariyle küçük gibi görünse de, etkilidir. Dolayısıyla, âhir zamandaki evrensel bir dirilişin, sulhün ve barışın bu dinler arasında, önce ortak noktalarda başlayacak bir diyalogdan geçeceği bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır. Böyle bir diyalogda geç kalındığı bile söylenebilir. Biz, kendi değerlerimizden şüphe etmiyoruz ve kimseye iltihak teklifinde bulunmadığımız gibi, kimsenin aklından da bize böyle bir teklifte bulunmak geçmiyor.”[4]
Müşterek noktaların daha çok olması nedeniyle öncelikle Ehli Kitap kabul edilen Hıristiyanlar ve Yahudiler ile başlansa da diğer din mensupları da diyalog faaliyetine zamanla dahil edilmiştir: “evvela ehl-i kitap olan insanların bir araya gelmesi, sonra da bu meseleyi ehl-i kitap saymadığımız değişik din mensuplarıyla mesela Budistlerle, Konfüçyüstlerle, Brahmanistlerle bir araya gelerek görüşme yapmak gerek.”[5] Hatta zamanla ‘kültürler arası diyalog’ denilerek kapsam daha da genişletilmiş ve semavi dinlerin dışındaki diğer inanç mensuplarının da bu faaliyetlere dahil edilmesi düşünülmüştür.[6]
Hıristiyanlık misyonerliği mi?
“Türkiye’de bir kesim, sizin Hıristiyanlık misyonerliği yaptığınızı iddia etti.” sorusunu Fethullah Gülen Hocaefendi “Bir kesim Hıristiyanlara yaklaşmayı, onların rahat ve serbest dolaşmalarına, propaganda yapmalarına, kilise teşkilatlarına, faaliyetlerine destek gibi görüyor. Kanaat-i acizanemce haset ve kıskançlık var. Olumlu bazı şeyler var. Bunları hazmedemiyorlar.”[7] diye cevaplıyor.
Diyalog çalışmalarının Hıristiyan misyonerlik çalışmalarıyla ilişkisi olmadığını Fethullah Gülen Hocaefendi şu sözlerle ifade ediyor: “Vatikan’da ya da başka yerlerde yürütülen bu tür faaliyetlerin, bizim hoşgörü ve diyalog hareketiyle bir alakası yoktur. Ne benim, ne de benimle beraber bu hareketi benimsemiş arkadaşların katiyen bir başkasının dümen suyunda olması söz konusu değildir. Bizim diyalog ve hoşgörü hareketimiz tamamen Türk milletine aittir ve Türkiye orijinlidir; diyalog faaliyetlerini kendi maksatları doğrultusunda yapanlara eklenmiş değil, aksine onlar yapıyorsa biz neden yapmayalım, onlarla müşterek programlar planlayarak kendimizi ifade yollarını neden aramayalım mülahazalarından doğmuştur.”[8]
Diyalogun olumlu sonuçları
Fethullah Gülen Hocaefendi diyalog faaliyetleri sayesinde yüzlerce Hıristiyanın İslam’a karşı yumuşadığını örnek vererek anlatıyor: “Diyalog süreci içerisinde benim yanıma gelenler de oluyordu; farklı ortamlarda görüşmelerimiz de oldu. Beraber olduğumuz zamanlarda namaz vakti giriyor... izin istediğimiz zaman saygıyla karşıladılar. ‘Buyurun, siz ibadetinizi bitirinceye kadar biz de burada dua ederiz’ dediler. Böylesine yumuşak tavırlı insanlardan yüzlercesi diyalog faaliyetleri sayesinde ‘Muhammed Allah’ın resulüdür. Kur’an, Allah kelamıdır’ dedi... Bediüzzaman keramet gösteriyor gibi, ‘İsevi Müslümanlar’ tabirini kullanarak dikkat çekmiş, aynı zamanda bir jest yapmış. Bu tabir Hıristiyan olduğu halde dinimiz hakkındaki önyargılardan kurtulmuş, Efendimiz’i Peygamber olarak, Kur’an’ı da Allah kelamı olarak kabul etmiş kişiler demektir. Böyle insanlardan yüzlercesini gösterebilirim.”[9]
“Diyalog ve hoşgörü adına değişik kiliselere gidilip ‘Gelin Kur’an’ı beraber okuyalım.’ deniliyor. Değişik yerlerde ‘Siz de bizim İncil derslerimize iştirak edin.’ diyorlar. Bu gidip gelmelerle Kur’an’a göre bir Hazreti Îsâ inanışı çıkıyor ortaya. Kiliseden, Efendimize de inanan, kendilerine ‘Müslüman İsevîler’ diyen insanlar çıkabiliyor.”[10]
“Önyargıdan ve garazdan uzak olarak onların faaliyetlerine bakanlar göreceklerdir ki, dünyanın her tarafından onbinlerce insan, bu adanmış ruhlar sayesinde Türkiye’yi tanımış, Anadolu insanının sıcaklığından haberdar olmuş ve Müslümanlığa karşı sempati duyar hâle gelmiştir. Bugün binlerce kişi, ‘Müslümanlığı bize siz tanıttınız ve onu sevdirdiniz.’ demekte ve onlara karşı minnettarlık hisleri beslemektedir. Demek ki, bu minnettarlık duygusuyla dolu insanlar, kin ve nefret tavırlarından bıkmış, dostluğa çok susamış, barış atmosferini özlemiş, İslam’a muhtaç kimselerdi ve kendilerine uzanacak bir el bekliyorlardı. Demek ki, onlar İslam’ın gülen yüzünü hiç görmemiş, Hazreti Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) mesajını kendi berraklığıyla hiç duymamışlardı. Günümüzün fikir işçileri ‘diyalog’, ‘hoşgörü’ ve ‘konuma saygı’ deyip onlara biraz yakın durunca ve kendi değerlerimizi mütebessim bir çehreyle sununca, onlar, ‘İşte bulduk’ diye mukabele ettiler ve ‘Allah sizden razı olsun; siz gelmeseydiniz, İslam’ı hiç tanıyamayacak ve Hazreti Muhammed’i hiç bilemeyecektik’ dediler.”[11]
İtirazlara rağmen diyaloga devam
Fethullah Gülen Hocaefendi, diyalog yolundaki engellere ve kınamalara aldırmadan gayretlere devam edilmesi gerektiğini söylüyor: “Birlik, beraberlik ve uzlaşma adına ortaya koyacağımız gayretler her zaman herkes tarafından tasvip edilmeyebilir; bazı kimseler yaptıklarımızı isabetli görmeyip itirazda bulunabilirler. Fakat, bu itirazlar bizi yolumuzdan alıkoymamalıdır. Bildiğiniz gibi, diyalog adına dünyaya açıldığımız zaman, belli bir kesim ‘Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe taviz veriliyor, misyonerlik güçlendiriliyor, din elden gidiyor!’ gibi hezeyanlarını yüksek sesle dile getirmişlerdi. Şimdi buyursunlar; dünyadaki iftirakı, ihtilafı ve terörü durdursunlar; bütün Müslümanların alınlarına “terörist” lekesinin çalınmasına mani olsunlar!.. Bir gün onlar da anlayacaklardır ya da bugün anlamışlardır ki, bunun yegâne çaresi; insanları bir araya toplama, uzlaştırma, barıştırma ve onları hayatı paylaşmaya hazır hale getirmedir. Dolayısıyla, iftirakı ve ihtilafı bertaraf etmek için ne türlü gayretlere ihtiyaç varsa, bunların hepsi eksiksiz ortaya konulmalı ve bu hususta kınayanların kınamalarına asla aldırılmamalıdır.”[12]
“Meselâ dünyanın dört bir bucağında, okullar ve kültür lokalleri açarak; o müesseselerdeki talebeleri, talebe velilerinin evlerine gitmede bir vesile ve köprü sayarak, daha başka özel günleri değerlendirip, bazen helva, bazen aşure, bazen börek, bazen künefe yapıp ‘Bunlar Türk kültürünün çok önemli ürünleridir. Biz bunları yapar ve komşularımıza da ikram ederiz.’ diyerek farklı din ve kültürlere mensup insanlar arasında köprüler kurmaya, onlarla yakınlaşmaya ve öteden beri yanlış mülâhazalarla meydana gelmiş olan aramızdaki çukurları kapamaya çalışırız. Böylece deryalar üzerine köprüler kurmak ve dağlar arasında geçitler oluşturmak suretiyle yeniden bir kere daha kalblere ulaşarak ve o kalblerle Allah arasındaki engelleri bertaraf ederek kalblerin bir kez daha fıtrî olarak Allah’la buluşmasını temin etme gayretinde bulunuruz.”[13]
Değerleri hal diliyle duyurmak
Fethullah Gülen Hocaefendi, hal diliyle temsil etmek suretiyle evrensel değerleri herkese duyurmayı prensip olarak sunuyor: “Bugün siz, gökler ötesinin insanlığa armağanı olan semavî değerler manzumesine yürekten inanıyor, onları hakikaten vicdanınızda derinlemesine duyup hissediyorsunuz. Tabiî böyle bir imanın neticesi olarak o değerler manzumesini bir karasevda hâlinde bütün cihana duyurma arzusundasınız. Bunu yaparken de ne propaganda, ne misyonerlik yapma ve ne de dininizi başkalarına dayatarak âlemin dininize girmesini sağlama gibi bir gayeniz söz konusu değil. Zira inandığınız o dininizi, tavır ve davranışlarınızla kendi renk ve deseniyle ortaya koyamadığınız takdirde, yapılan iş kendinizi kandırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir! O sebeple size deniyor ki, bırakın anlatacaklarınızı davranışlarınız ifade etsin. Davranışlarınızdaki kemal, karşı tarafın vicdanında tesir icra etsin. Size bakanlar; tavır ve davranışlarınızda, oturup kalkışınızda, bakış ve konuşmalarınızda hep Allah’ı hatırlasın, hep ‘Allah’ desin; desin ve ‘Bu insanlar boş değil, bunlar adımlarını boşa atmıyorlar.’ düşüncesi muhataplarınızın gönlünde mayalansın.”[14]
“Bizler yakınlarımızdan başlayarak, uygun bir üslup içinde dinimizi yakına da uzağa da anlatmakla mükellefiz. Çünkü, herkesin Müslüman olması söz konusu değilse bile, vukuu muhakkak gibi görülen gelecekteki korkunç fırtınaları ancak tebliğ ve temsil kahramanlarının diyalog ve hoşgörü anlayışıyla oluşturdukları dalgakıranlar durdurabilecektir. Dünyanın dört bir yanında olması arzulanan beyaz adalar, ışık ve sulh adacıkları ancak böyle bir anlayış sayesinde meydana gelecektir.”[15]
Her fırsatta iyilik niyetini ifade etmek
Fethullah Gülen Hocaefendi, yanlış anlamalara veya itham ve iftiralara karşı her fırsatta Gönüllüler Hareketi’nin asıl niyetlerini ifade etmeleri gerektiğini söylüyor:
“Siz biricik sevda bildiğiniz Allah’ın rızasını elde etmek için nam-ı celil-i ilahîyi herkese duyurma vazifesini omzunuza almış, bir bayrak taşıyor gibi hiç durmadan soluk soluğa koşuyorsunuz. Koşarken zülf-ü yâre de ağyare de dokunmamaya dikkat ediyor, hiç kimseyi rahatsız etmemeye özen gösteriyor ve kimseye ilişmiyorsunuz. Hatta tavırlarınız, davranışlarınız ve sözlerinizle yarınlar adına da hiç kimseye ilişmeyeceğiniz teminatını veriyorsunuz. En masum hallerinizin dahi yanlış anlaşılabileceği ihtimaline binâen tir tir titriyor ve hür iradenizle kendi hareket alanınızı daraltıyorsunuz; dahası başkalarını vehim ve endişelere sevk etmemek için bazen en tabiî haklarınızı bile kısıtlıyorsunuz.”[16]
“Sizler, Allah’ın izniyle, kalbinizde, dininizden kaynaklanan insan sevgisi, merhamet düşüncesi; dilinizde ‘hoşgörü, diyalog, konuma saygı’, bir yola çıkmış yürüyorsunuz. Sinelerinizin herkese açık olduğunu, gönlünüzde herkesin oturabileceği bir koltuk bulunduğunu ve hiç kimsenin ayakta kalma endişesi taşımaması gerektiğini ifade ediyorsunuz. İşte yapılan bu iyi niyetli faaliyetlerin gelecekte dile dolanmaması, değişik itham ve iftiralara malzeme yapılmaması için, yapılan işler ve samimi niyetler kayıt altına alınıp tarihe not düşülebilir, dosyalanıp arşivlenebilir. Yapılan bu kayıtlarda, bütün bu faaliyetlerin arkasındaki niyetinizin, hiç kimseyi idare etmek veya kullanmak olmadığını, hiçbir şekilde takiyye yapmadığınızı, dinî duygu ve düşüncenizden taviz verme gibi bir anlayış içinde de kesinlikle bulunmadığınızı; insanların kafalarındaki endişe ve paranoyaları izale etmek için ve onların insanlıklarına duyduğunuz saygıdan dolayı ortak mekân ve müşterek platformlarda onlarla diyalog kurmaya çalıştığınızı ifade edersiniz.”[17]
“Onlar insafa gelir mi gelmez mi bilemeyeceğim. Fakat, bildiğim bir şey var ki, isnad, itham ve iftiralarla atılmaya çalışılan çamur asla tutmayacak ve kamu vicdanı doğru ile yalanı mutlaka ayırt edecektir. Çünkü ehl-i insaf da takrir etmektedir ki, bizim, Allah’ın rızasından ve milletimizi dünya muvazenesinde hak ettiği yere taşımaktan başka bir isteğimiz olmamıştır ve olmayacaktır. Bu konuda, dinine ve milletine hizmet eden samimi insanlara güvendiğim gibi, kendi adıma da, maddî-manevî makam sahibi olmaktan, iyi bir insan olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabbime, Efendime ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Dinime ve milletime hizmet duygusu benim biricik sevdamdır; o bütün bütün ufkumu kaplıyor ve bana başka arayışların ardına düşme ihtiyacı bırakmıyor. Zaten bu sebeple, dünya namına bir şeye sahip değilim ve kendime ait bir evim bile olmadan ötelere yürüme muradındayım. Bir başka münasebetle dediğim gibi, ‘Kendime ait bir zeytin dalım bile yoktur. Eğer olsaydı, onu da barışın remzi olarak hasmâne tavır takınanlara uzatırdım.’”[18]
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin burada aktardığımız beyanlarından da anlaşılacağı üzere başta fikir ve aksiyon öncüsü Fethullah Gülen Hocaefendi olmak üzere Gönüllüler Hareketi’ne gönül vermiş bütün gönüllüler diyalog faaliyetleri de dahil bütün hizmetlerini Allah rızasını gözeterek ve insanlığa faydalı olabilmek arzusuyla yapmaktadırlar. Günlük hayatlarında mümkün mertebe İslam’ın evrensel değerlerini yaşantılarına tatbik etmeye gayret eden ve ibadetlerini ifa eden insanlardan müteşekkil Gönüllüler Hareketi’ni Hıristiyan misyonerliği yapmakla itham etmek cehaletten (bilmemekten/tanımamaktan) kaynaklanmıyorsa olsa olsa suizan eseri veya haset kaynaklı ve yıpratma gayesini taşıyan bir iftiranın ürünü olabilir. İyi niyetle hakikate ulaşmak isteyenler için ise vesileler çokça mevcuttur.
[2] “Hoşgörüden Geriye Dönüş İntihar Olur”, Milliyet’te Mehmet Gündem’le röportaj, 27.01.2005
[3] “Türkiye’de ayrışmış iki gruptan söz edilemez”, Deutsch Türkische Nachrichten haber sitesi röportajı, 16.06.2011
[4] Aksiyon Dergisi, 14.02.1998
[5] NTV’de Taha Akyol ve Cengiz Çandar’la röportaj, 27.02.1998
[6] “Hoşgörüden Geriye Dönüş İntihar Olur”, Milliyet’te Mehmet Gündem’le röportaj, 27.01.2005
[7] “Yahudi ve Hıristiyan Kavgası Bilhassa Ortadoğu İçin İyi Olmaz”, Zaman’da Nuriye Akman’la röportaj, 29.03.2004
[8] “Hoşgörüden Geriye Dönüş İntihar Olur”, Milliyet’te Mehmet Gündem’le röportaj, 27.01.2005; ayrıca bakınız “Vahşet”, Bamteli, 22.04.2007
[9] “Hoşgörüden Geriye Dönüş İntihar Olur”, Milliyet’te Mehmet Gündem’le röportaj, 27.01.2005
[10] “Mesîh nerede, Mehdî Kim?”, Kırık Testi, 11.10.2004
[11] “Meçhul Kahramanlar”, Kırık Testi, 18.04.2005
[12] “Mum Söndürme İftirası”, Kırık Testi, 21.01.2008
[13] “Düşünce-Aksiyon İç içeliği”, Kırık Testi, 13.12.2010
[14] “Düşünce-Aksiyon İç içeliği”, Kırık Testi, 13.12.2010
[15] “Hizmet, gayret, hicret; ya aileniz?..”, Kırık Testi, 27.12.2004
[16] “Neylerse Güzel Eyler...”, Kırık Testi, 19.06.2006
[17] “Güven Telkin Etme ve Şeffafiyet”, Kırık Testi, 03.05.2010
[18] “Müfterî ne derse desin, bizim tek sevdâmız var!..”, Kırık Testi, 28.11.2004
- tarihinde hazırlandı.