"Fethullah Gülen başta istihbarat dairesi olmak üzere emniyeti ele geçirdi" iddiası gerçeği yansıtıyor mu?
Bu soru hareketin insan gücünün, maddi varlığının ve halk desteğinin çok sınırlı olduğu 80'lerden beri sorula gelen ve hareketin devletin bürokratik ve/veya askeri kadrolarını ele geçirme hedefinde olduğu iddiaları ile paralellik gösteren bir sorudur.
Eğer kastedilen Emniyet Teşkilatı’nda Gülen’in fikirlerine veya hareketin ideallerine sıcak bakan insanlar olup olmadığı ise Gülen’in kendisinin de röportajlarında ifade ettiği gibi "[Halkın büyük bir çoğunluğu] yapılan hizmetleri, bu hoşgörü ve eğitim teşebbüslerini olumlu buluyorlar, sempati duyuyorlar... Şimdi bu insanlar bu faaliyetlere olan hüsnü zanlarını ifade ediyorlarsa, iyi şeyler yapılıyor diyorlarsa, bunların hepsi zannediyorum, benim taraftarım gibi gösteriliyor. Bir yerde bir vaaz dinlemiş olabilir, bir sohbet dinlemiş olabilir, sempati duyabilir, [hatta doğru veya yanlış olarak da] sevebilirler de... Birileri [bu hizmetleri] seviyorsa, birileri bana saygı duyuyorlarsa, sempati duyuyorlarsa, "Niye seviyorsunuz?" diyemem. İhtimal ben adlarını, namlarını, nisanlarını bilmem ama Emniyet’in içinde belki de Askeriye’de sevenler, sempati duyanlar vardır. Bunları hiç sevmediğim bir tabirle "Fethullahçı" diye karalamak çok yakışıksız bir şey oluyor. Bir kere Türk toplumu içinde -ci -cu'ya karşı benim kadar mücadele veren uğraşan bir ikinci insan gösterilemez zannediyorum."[1]
Eğer kastedilen sistematik bir şekilde Emniyet’te örgütlenme ise bu iddiayı bütün röportajlarında Gülen’in kendisi reddetmektedir.[2] Ama öncesinde bu iddiaların tarihçesine bir bakmakta fayda var:
Turgut Özal’ın 1989’da cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Anavatan Partisi’nde başlayan liberal/seküler-muhafazakâr ayrışması ilk sert kavgasını İçişleri Bakanlığı kadroları üzerinde yaptı. Muhafazakârların adayı Başbakan Yıldırım Akbulut’un kongreyi kaybetmesi üzerine 1991’de başbakanlık görevini devralan Mesut Yılmaz, İçişleri Bakanlığı görevine liberal/seküler kanattan Mustafa Kalemli’yi getirdi. Bu dönemde Emniyet Genel Müdürü ise, ANAP’lı liberallerin görüşlerine yakın bir dünya görüşüne sahip olan Ünal Erkan’dı. Böylece İçişleri Bakanlığı ve Emniyette "takunyalılar" ve "tarikatçılar" lakapları takılan dindar insanlara karşı geniş bir operasyon başladı.
Bu dönemde Doğu Perinçek yönetimindeki Aydınlık dergisi de Emniyetteki dindarların tasfiyesi hareketine destek verdi. Aydınlık’ın iddiasına göre, Emniyet’teki bu tarikatçı yapılanma çok eski yıllara dayanıyordu ve arkasında Korkut Özal ve yıllarca içişlerinde üst düzey bürokrat olarak çalışan Vecdi Gönül, Galip Demirel, Mehmet Keçeciler gibi kişiler vardı.
Dönemin Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan, Emniyetteki bu tasfiye ile yetinmedi. Dindarların Emniyette örgütlendiğini resmi bir soruşturma konusu yaparak daha da ileri bir adım attı. Emniyette "Fethullah Gülen’in Talebeleri" ismiyle bir oluşum olduğu iddiası bu şekilde ortaya çıkmış oldu.
Polis Akademisi ve Polis kolejinde yapılan soruşturmadan sonra; iki müfettişin imzasını taşıyan 10 Mart 1992 tarihli bir rapor hazırlandı. Rapordaki iddiaya göre, Polis Akademisi’nde bazı öğretim üyeleri "Fethullah Gülen’in Talebeleri" ismiyle bir gurup kurarak, laikliğe aykırı faaliyetlerde bulunuyorlardı.
Konu burada kalmadı. Fethullah Gülen’in Emniyette kadrolaştığı iddiasını öne süren bu rapor, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının önüne geldi. Başsavcılık soruşturma sonucunda 14 Ekim 1992 günü takipsizlik kararı verdi.
İki yıl sonra 1994’te Hürriyet Gazetesi bu raporu haber konusu yapınca dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, 9 Nisan 1994 günü şu açıklamayı yaptı: "Bu rapor geçmişte yanlış bir yaklaşımla hazırlandı. O yüzden bu raporun geçerliliği kaldırıldı."
Üç yıl süren soruşturma "28 Şubat Süreci" olarak bilinen 1997’de yeniden Ankara DGM’nin önüne gelen davada mahkeme 20 Mart 1998 günü yine takipsizlik kararı vermiştir. Hem bizzat Emniyette kadrolaşma ile ilgili iddialarda hem de dolaylı olarak bu konuyu da içine alan ve Gülen’e karşı açılmış soruşturma ve davalarda da çıkan sonuç takipsizlik veya beraat olmuştur.[3]
Yargıdan istedikleri sonuç çıkmamasına rağmen; Doğu Perinçek yönetimindeki Aydınlık dergisi başta olmak üzere devrimci ve ulusalcı guruplar; Türk Emniyet Teşkilatı’nı bölmek ve güçten düşürmek için bu iddiayı günümüze kadar sürekli gündemde tuttular. Onların iddiasına göre Emniyet’te ağırlıklı olarak üç gurup vardı: Fethullahçılar, Ülkücüler ve Aleviler. Ama en güçlü gurup Fethullahçılardı ve Emniyette başta istihbarat dairesi olmak üzere hızla kadrolaşıyorlardı.
Bu iddialarını güçlendirmek için 1999’dan başlayarak, zaman zaman "Emniyetteki Fethullahçılar" diye, 80-100 kişilik listeler hazırladılar. En önemli özelliği fazla içki içmek olan bir Emniyet Müdürü ve Alevi kökenli bazı kişiler de Fethullahçılar listesine alınmıştı. Kısacası, Emniyet teşkilatındaki insani rekabetlerde, birbirini yemek isteyen insanlar arasındaki savaşta Fethullah Gülen’in ismi araç olarak kullanılıyordu.
Emniyette kim Fethullahçı kim değil kavgasının en dramatik örneklerinden birini bizzat, Fethullah Gülen karşıtlığı ile tanınan eski bir polis olan Zübeyir Kındıra, "Fethullah’ın Jopları" isimli kitabında sergiledi. Kındıra, dönemin İstanbul Emniyeti Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan için, "Saçan’ın Fethullahçı olup olmadığını kimse bilemez, hatta kendisi bile bilemez. Çünkü masasının bir çekmecesinde viski, bir çekmecesinde Said Nursi’nin kitapları olur." diyordu. 1980’li yılların sonlarında başlayan Emniyetteki bu iç çekişme işte bu kadar gülünç noktalara kadar varabildi.
En önemlisi Emniyet’in bu şekilde iç kavgayla güç kaybetmesinde kimlerin menfaati vardı? 1990’lı yıllardan itibaren sol terörün büyük şehirlerde büyük bir atağa kalkmasında ve her gün onlarca polisin şehit olmasında acaba bu iç zafiyetlerin bir payı var mıydı?
Fethullah Gülen bu konudaki sorulara cevap verirken 2005 yılında Milliyet’teki röportajında özellikle 28 Şubat Sürecinde zirveye ulaşan 90’ların puslu siyasi atmosferi ve o atmosferde dile getirilen örgütlenme iddialarıyla alakalı şunları söylemiştir: "Sayın Süleyman Demirel'in bir beyanı olmuştu: "Bazı dönemler vardır ki, o dönemler gammazlama dönemidir." Kurtulamazsınız ve gammazlanan gider. Mesela birinin birine karnı ağrımış ve oradan uzaklaştırılmasını arzu ediyorsa şayet, siciline "falancı" demek yeter. Böyle bir şey var mı yok, öyle bir "-cı", "-cu" var mı yok mu, ona bakmadan hemen yakıştırırlar. Böyle olunca herkes herkese nispet edilebilir... Ben burada dururken nasıl örgütleniyorum, nasıl yapıyorum bilmiyorum. Bunu kendilerinin araştırmaları lazım. Kim o örgüt üyeleri? Bulsunlar çıkarsınlar. Bir ara "emniyette örgütlenme" diye verilen bir liste vardı. Sonra her biri farklı, birbirine zıt dünya görüşlerine sahip insanlar oldukları görüldü. Demek ki, yine birinin birilerine karşı karnı ağrıyordu. Kendilerine kredi kazandırma, başkalarını karalama adına masa başında bir liste yaptılar."[4]
Türk toplumunun insan yapısının olduğu gibi Emniyet teşkilatına yansıması kadar doğal bir şey olamaz. Bu teşkilatta dindar da ateist de, alevi de Sünni de sağcı da solcu da olacaktır. Yeter ki Emniyette bir göreve gelmenin tek ölçüsü liyakat olsun.
[2] Ertuğrul Özkök Röportajı, Hurriyet, 1995 / Reha Muhtar Röportajı, Show TV, 1999 / Aksiyon Röportajı, 1999 / Mehmet Gündem Röportajı, Milliyet, 2005 vs...
[3] Bu davaların en sonuncusu 31 Ağustos 2000’de Ankara 2 Nolu DGM’de açılan ve 7 yıl süren dava olmuştur ve Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Gülen’in beraatiyle sonuçlamıştır. Yargıtay 9. Dairesi 7 Mart 2008’de söz konusu kararı onamıştır.
[4] Mehmet Gündem Röportajı, Milliyet, 2005
- tarihinde hazırlandı.