Fethullah Gülen nasıl geçiniyor, rahat ve keyif içinde mi yaşıyor?
Aslında “Fethullah Gülen nasıl geçiniyor” sorusuna sadece birkaç kelime ile cevap vermek mümkün: Muhasebe… İstiğna… İffet… İktisat… Izdırap… Bu dünyadaki her adımın, her hareketin, her kelimenin, her lokmanın, hâsılı her bir şeyin ahirette hesabını vereceği şuuru ve endişesiyle her anını maddi manevi muhasebe içinde geçiriyor. Yani hem bu dünyada hem de öte dünyada kendisini zor durumda bırakacak bir konuma düşmemek için her şeyin muhasebesini yaparak yaşıyor. Kimseye diyet ödeme mecburiyetinde kalmamak için iffet ve istiğna ahlakıyla hiç kimseye muhtaç olmamak için azami derecede iktisat içinde hayatını idame ettiriyor. İsrafın her türlüsünden kaçınarak son derece tutumlu ve kanaatkâr bir yaşam sürüyor. Dolayısıyla sadece zaruri ihtiyaçların görüldüğü en asgari masrafla geçinilen çok sade bir hayat yaşıyor. Üstelik bütün insanlığa hizmet mefkûresi adına yanlış algılara ve kasıtlı çarpıtmalara meydan vermemek için hayatını daima topluma hesap verme çizgisinde şeffaf ve açık bir şekilde gözler önünde sürdürüyor.
Buna rağmen bilmeyenlerin önyargılı yorumları ya da kasıtlı çarpıtmalarla ortaya atılan iftira ve ithamlar dolayısıyla kendisine yöneltilen “böyle fakirane yaşayan bir insan ABD gibi pahalı bir ülkede nasıl yaşayabiliyor?” sorusuna ve benzerlerine Fethullah Gülen Hocaefendi şu beyanlarıyla cevap veriyor:
“Bu konu farklı maksatlarla ortaya atıldığı için, sizi tenzih ederek, hazımsızlık yapanlara söyleyeyim: Benim hakkımda böyle diyenlerden hiç birisi için ben böyle bir soru sormadım. Benim gibi, şeker hastası, günde 1200 kalori alan, ağır şeyler yiyemeyen, yemek ihtiyacını çok defa yoğurt ve çorbayla karşılayan bekâr bir insan, ABD’de olsa 500 lirayla (dolar yerine lira diyor) geçinir. Bu tür şüpheler uyararak karalamak isteyenlerin tavrını fevkalade yakışıksız ve münasebetsiz buluyorum. Bunları hiç söylemek istemezdim. Çünkü, isterdim ki, imkânım olsaydı da, o telif ücretlerini de yemeseydim. Buradaki ikametim için arkadaşlar gönderiyorlar ben de kerhen kabul ediyor ve ancak zaruri ihtiyaç çerçevesinde kullanıyorum. Zaten burada başka türlü durmam mümkün değil ve böyle bir telif ücretini alma mevzuunda da kimsenin bana bir şey demeye hakkı yoktur. Soruldu, açıkça söyleyeyim: Arkadaşlar, -rahatsızlıklarım da olduğu için- ihtiyaten bir miktar bankada bulunduruyorlar; her sene için de 30 bin gönderiyorlar. Az önce dediğim gibi, zaruri ihtiyaçlarımı gideriyor, geri kalanını da millete tavsiye ettiğim üzere eğitim hizmetlerine bağışlıyorum. Bana gönderilmeyen ve birikmiş olan teliflerin de Allah rızası için bazı yerlere ve muhtaç kimselere verilmesini söylüyorum. Allah’ın huzuruna girerken arkada beş on kuruş bile olsa bir şey bırakmak istemem.”[1]
“Biz hayatımızı ihtiyaç dairesine bağlamış, ihtiyaç çerçevesinde bize gelen şeylerle yetinmeye bağlamış, onunla geçinmeye çalışıyoruz. Ayaklarımızı kısarız büzeriz yorgana göre uzatırız, üç defa yemek yemeye imkânlarımız yetmiyorsa bir kere yeriz, iki kere yetiyorsa iki kere yeriz, hakkımız olmayan şeylere el uzatmayız. Akıldânelik yaparak bazı şeyleri aparma filan düşünüyorsak onlara tenezzül etmeyiz. Bunların hepsi tenezzül edilmemesi gereken şeylerdir. Âdiliktir, bayağılıktır bunlar.” (Bamteli, 28.05.2006)
“Siz, biz nasıl geçiniyoruz? Ne yiyoruz? Nasıl kendimize bakıyoruz? Burada ben nasıl oturuyorum? Burada oturmaya hakkım var mı? Bu mevzuda hesap verme mecburiyetindeyim ben topluma. Şundan dolayı; sizde, bizde gördükleri bir iffetsizlikten dolayı din-i mübin-i İslam, ona ait değerleri sunarken, o değerli şeylerin değerlerini kırmayalım, bize nispet edildiğinden dolayı. Teliften gelen bir şeyle ben buranın kirasını vererek oturuyorum burada. Çiftlik diyorlar; tavzih etme lüzumunu duyuyorum. Bunu bu arkadaşlarımız bir arsa olarak içinde kulübeler olarak almışlar. Yirmi sene nerdeyse olmuş aşağı yukarı, yirmi seneden beri yapıla yapıla bu hale gelmiş. Altın Nesil Vakfı yapıyor. Ben de bir ay kirasını vermeden oturmadım orda. Hem de şunu söyleme lüzumunu duyuyorum; hem de o bina benim için insanlar geldiğinden dolayı bütün binanın kirasını verdim. Bana teliften gönderiyorlar.” (Herkül Nağme, 17.07.2012)
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin malvarlığı nedir?
Fethullah Gülen Hocaefendi, ilmî çalışmaları sonucu meydana gelen eserlerinin telif ücretleri ve günlük ihtiyaçlarını karşıladığı şahsi eşyaları dışında hiçbir menkul ya da gayrimenkul malvarlığına sahip değildir.
Hocaefedi bunu şöyle ifade ediyor: “Hiçbir malvarlığım olmadı ve hâlen de yok. Giydiğim elbiseler ve günlük yediğim yemek sayılmazsa herhangi bir lüksüm de yok. Ama soframa konan bir üçüncü çeşit yemek bile zakkum gibi geliyor bana; üzerinde gezindiğim halıyı sırtımda taşıyormuşum gibi ağırlığını hissediyorum. Zaten milletin parası ile alınan halıya basmamaya her zaman gayret gösterdim. Bir vakıfta üzerine bastığım sergiler için bile yıpranma parası verdim. Yediğim, içtiğim her şeyin ücretini ödemeye çalıştım. Değil vakıf ya da başka bir yer, ablamın evinde içtiğim bir bardak çayın parasını dahi vermeye kalkışınca onun, gözyaşlarına karışık ‘...burada da mı?’ sızlanışına muhatap oldum. Ama başka türlü de davranamazdım. Zira sürekli, hakkım olmayan bir yudum suyu içmekten ve tek bir lokmayı yemekten de ahirette hesaba çekileceğim korkusuyla yaşadım.” (Kırık Testi, 13.05.2002)
“DGM Savcısı senelerce sürdürdüğü araştırma ve incelemelerden, bir dizi tevsî’-i tahkikâttan sonra ‘Fethullah Hoca’yı züğürt bulduk!’ demişti. Ben hep ‘Allahım benim kardeşlerime, ailemin fertlerine dünyevî imkan verme!’ diye dua ettim. ‘Acaba akıyor mu bir yerden, sızdırılıyor mu?’ demelerinden endişe duyduğumdan bu niyazda bulundum. Hayatım boyunca kût-u lâyemut ile iktifa ettim.” (Bamteli, 27.06.2011)
Fethullah Gülen hizmetlerden maddi gelir elde etmekte midir?
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin maddi geliri, Diyanet’ten emekli olduğu için emekli maaşı ve ayrıca yazılı, sesli ve görüntülü (kitap, kaset, cd, vcd…) bütün eserlerinden gelen telif ücretlerinden ibarettir. Bunun dışında hiçbir maddi geliri olmadığı gibi ayrıca bu gelirinin de kendi zaruri ihtiyaçlarına yetecek miktarından hariç kalan bütün hepsini bağış yapmaktadır. Kalbindeki ahiret endişesinden ötürü kendi eserlerinden gelen telif ücretlerinden bile ancak zaruri ihtiyaçları için cüzi miktarını kullanıp kalanını bağışlayan biri olarak Gülen’e göre, Allah rızası eksenli gönüllü hizmetlerden kendi hesabına maddi gelir elde etmeyi düşünmek, hatta düşünmek bir yana bir anlık akla gelmesi dahi ızdırapla ve gözyaşlarıyla istiğfar dilenecek bir günahtır.
Hocaefendi şu ifadeleriyle bu meseledeki hassasiyetini anlatmaktadır: “…[sizin bu arkadaşınız] hakkı olmadığı bir yerde bir talebenin ayakkabısına ayağını basmadı. Vallahi billahi basmadı, bir lokma ekmeklerini yemedi onların. Ve bu bugüne kadar öyle geldi. Hizmetten istifadeyi düşünmedi, ondan üç kuruş elde etme mülahazasına kapılmadı, maddenin esiri zebunu olmadı, hür yaşadı, hür doğduğu gibi hür yaşadı ve dolayısıyla da diyet ödeme mecburiyetinde kalmadı kimseye… Size yemin ederim. Vallahi billahi iki seneye yakın askerde telsizcilik yaptım ben. Önümde tomarlarla kağıtlar vardı, şu kadarcık kağıda devletin kalemiyle kendime ait bir şey yazmadım ben. Orada makine çalıştı ve telsizden göndermeler olduysa kalemi elime aldım. Kendime ait şeyleri kendi cebimden çıkardığım kağıda yazdım, kendi kalemimle yazdım ben. Asker yemeğini yemek hakkım değildir diye yemedim ben. Asker elbisesi giymedim, ilk planda belki giydirdiler, astsubaylardan kullanılmış elbise aldım, yıkadım onları giydim. Neden? Ben tam askerlik ölçüsünde askerlik yapmadığımdan o elbiseyle namaz kılmam olur mu olmaz mı tereddüdünü yaşadım. Ve zannetmeyin bunlar takvadır, zühddür; bunlar müslümanca yaşamanın aşağıdan küçükçe bir örneği sadece. Bir esastır, terk edilmemesi lazım gelen bir esastır.” (Bamteli, 28.05.2006)
“…hizmet veya ibadet ü taat için bile bir araya gelinmiş olsa, oturulan şu halının üzerinde oturma hakkımızın olup olmadığını içten içe alıp vermiyorsak, bunun hesap ve muhasebesini yapmıyorsak, bu mevzudaki hassasiyetimiz sönmüş demektir. Ben size ‘böyle bir hakkınız yok’ demek istemiyorum. Çünkü bu müesseseleri yapanlar, buralarda hizmet edilmesi niyet ve mülâhazasıyla yaptılar ve yine aynı düşünceye binaen bu halıları aldılar. Bu ayrı bir meseledir. Fakat biz muhasebemizi yaparken şu soruları kendimize sormamız gerekiyor: ‘Acaba bizim bu halılar üzerinde secde etme hakkımız var mı? Acaba bunların aşınması bizim için bir vebal olur mu? Acaba çanağına kaşık çaldığımız bu yemekler bizim için meşru mudur, onları hak ediyor muyuz?’ İşte bu mevzudaki endişe, tereddüt ve hassasiyet çok önemlidir. Zira ağzına koyduğu bir lokmanın nereden geldiğini, kime ait olduğunu, bunun, kendisi için meşru olup olmadığını araştırması ve bu konuda kılı kırk yararcasına kemal-i hassasiyetle yaşaması bir mü’mine düşen çok önemli bir vazifedir.” (Kırık Testi, 17.10.2011)
Ayrıca Fethullah Gülen, hizmet edenlerin kendi şahsi menfaatini düşünmemesi hususunda sayısız ikaz ve ihtarlarda bulunmuş ve bulunmaya devam etmektedir:
“…hizmet ederken şahsî menfaat ve çıkar mülâhazalarından her zaman fersah fersah uzak kalma gayreti içinde olunmalıdır.” (Kırık Testi, 20.04.2009)
“…hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’de bulunan insanlar, hiç farkına varmadan, diyelim, bir okulda çalışıyoruz, idarecilik yapıyoruz, öğretmenlik yapıyoruz, çok küçük çapta bile olsa, kendi çıkarlarımızı düşündüğümüz zaman işi kirletmiş oluruz. Hizmet adına bir yerde duruyorsak şayet, bize tevcih edilen vazife neyse onu yaparız. Ve bize takdir edilen imkan neyse onu alırız, öper başımıza koyarız. Hafizenallah bir kenarında bulunduğumuz bir işten şöyle böyle, maddi manevi bir çıkar mülahazasına girdiğimiz zaman, ‘...ezhebtüm tayyibâtiküm fi hayatikümü’d-dünya vestemta’tüm bihâ / ahiret hayatında kullanabileceğiniz sermayeyi burada yiyip bitirdiniz, burada yiyip yan gelip yattınız, yok orada alacağınız bir şey.’ … Bu hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’de hak yolunda yakın kayrılmaz. Şahsın adına bir şeyden istifade edemezsin. Bu işten bir şey arttırıp geriye atamazsın. Adanmışsan o yolda servet edinemezsin. Ev yapamazsın, han hamam kuramazsın. Ha senin bir imkanın var, normal hakkın, senin için takdir edilen şey, onu bir yere yatırırsın, nemalanır kendi kendine gelişir. Sen hizmetten onu aparmış olmazsın. Ona kimse bir şey demez. Fakat bu hizmet-i imaniye ve Kur’aniye’ye gönül vermiş insanların tavır ve davranışlarından hasbilik dökülmeli. Hafizenallah, yoksa namazını kılsan da, orucunu tutsan da, haccına gitsen de şöyle böyle oyunlarla hizmetten bazı şeyler aparıyorsan sen, -özür dilerim- yani o münafıkın tekidir, münafıkın tekidir, münafıkın tekidir. ‘İnne’l-münafikîne fi’d-derki’l-esfeli mine’n-nari velen tecide lehüm nasîrâ’… Bu hizmetin içinde bulunanlar sıfır olarak dünyaya geldiler. Giderken sadece sıfır değil, ‘sıfır ibni sıfır’ (sıfır oğlu sıfır) olarak gitsinler. Ekstradan Allah lutfetmiş, bir evleri olmuş, bir barkları olmuş. Ona bir şey demem. Fakat adanmış ruhun böyle şeyi olmaz. Adanmış ruh, ‘peynir ekmek, don gömlek’ der gider öbür tarafa. Münkir-Nekir soru sordukları zaman, ‘peynir ekmek, don gömlek arkadaş!’ deyip geçelim kestirmeden. Kendi kendimizi azlettirmeyelim.” (Bamteli, 26.02.2006)
“Hizmetin içerisinde beş kuruş dahi olsa kendi çıkarı istikametinde kullanıyorsa, bu kardeşlerinin hukukuna tecavüz eden bir alçaktır. Bu daire içine girmiş bilerek veya bilmeyerek hainlik yapan bir haindir. Allah’ın lütuflarının kesilmesine sebebiyet veren bir haindir, bir aşağılıktır. Eğer düzelmeyecekse hidayete ermeyecekse, Cenab-ı Hak bu cemaati onlardan temizlemek üzere yuvalarını başlarına yıksın onların… Utanıyorum, hizmet-i imaniye ve Kur’aniyenin içinde, hakk-ı temettü (kâr, gelir) arayanların hallerinden utanıyorum. Kendine çıkar mülahazasına kapılan insanların tavır ve davranışlarından utanıyorum. Yarınlar adına bir şeyler biriktirme mülahazasına takılıp, hizmetten bir şeyler aparmak isteyen insanların davranışlarından utanıyorum, müslümanlıklarından utanıyorum, hayâ ediyorum. Bunlarla Allah’ın huzuruna çıkacağımdan utanıyorum. Resülullah’ın ‘bunlar mı?’ diyeceğinden utanıyorum. Cebrail’in utanıp başını aşağıya eğeceğinden utanıyorum. Mahşerden utanıyorum, mizandan utanıyorum.” (Bamteli, 28.05.2006)
“Hizmet ederken şahsî menfaat ve şahsî mükâfat beklentisi içinde olmayı sadece maddî menfaat ve maddî mükâfat temini şeklinde anlamamalıyız.” diyen Gülen, yapılan hizmetler karşısındaki beklentileri geniş bir çerçevede ele alıp bu hususta maddi manevi, dünyevi uhrevi beklentisiz olunması gerekliliğine dikkat çekmektedir:
“İnsan ihlaslı olmalı, samimi olmalı, dünyevi uhrevi hiçbir beklentiye girmemeli; insan hiç verecekli olmamalı. Birinden bir şey alırsanız bir yönüyle belki ona ömür boyu diyet ödeme mecburiyetinde kalırsınız. Öyle hasbi yürümeli ki bu mevzuda herkesten alacaklı olasınız yani…” (Bamteli, 25.01.2006)
“…ücret meselesini dar bir çerçevede ele almamak gerekir; o sadece yapılan bir iş için belirlenen maddî bedel değildir. İşlerin önünde bilinme, kıdem sahibi olma, halkın teveccühü, makam, mansıp, şan, şöhret, rütbe gibi şeyler de birer ücrettir; onlara gönül bağlama da bir çeşit ücrete dilbeste olma demektir ve o türlü beklentilere girme de bir aldanmışlıktır. Bir büyük olarak kabul görme, saygın bir insan yerine konma, mesela ‘abi, efendi, hoca, alim, pîr ve üstad’ şeklinde çağrılma da yapılan hizmetler karşısında bir bedeldir. Bunlar, bir insanın istek ve iradesi dışında karşılaştığı şeylerse ve o insan bunlara bir istidraç olabilecekleri mülahazasıyla temkinli yaklaşıyorsa zararsız olabilir. Aksine insan, bütün hareket ve faaliyetlerinde hep takdir ve tebcil beklentisi içindeyse, başkalarının kendisine tazim etmesini arzuluyorsa, sözlerine her şeyin üstünde değer verilmesini istiyorsa, hizmetlerine karşılık kıdemine uygun bir mukabele umuyorsa, işte o zaman, ‘Bütün iyi işlerinizin semerelerini dünya hayatınızda tükettiniz.’ (Ahkaf, 46/20) ayetinin tokadına o da müstehak olur ve ahiret meyvelerini burada yiyip bitirme, ötelere müflis olarak gitme gibi kötü bir akıbete uğrar. Ücret kavramı çok umumîdir ve pek çok beklenti onun muhtevasına dahildir: ‘Bunca sene hizmet ettim, bu daire içindeki insanlar eğer insaflı iseler, artık bana siyasî imkan vermeliler ve ben de milletvekili olmalıyım’ diyen; bir müsteşarlık, bir genel müdürlük gibi herhangi bir makam sevdasına düşen; parmakla gösterilen, gözünün içine bakılan, kendisine ayağa kalkılan, gittiği her yerde i’zâz u ikrâmla karşılanan ve hep baş köşeye oturtulan biri olma arzusuna kapılan.. insanların hepsi değişik ücret ve beklentilerin kulu ve köleleridir. Böyle insanlar, daima kendilerini beğendirmeye ve sevdirmeye çalışır; mübalâğalarla, hatta yalanlarla sürekli kendilerini methederler. Bunların hali, Üstad hazretlerinin ifadesiyle, ders aldığı Amme cüz’ünü bir tek şekerlemeye satan havâi bir çocuğun ya da elmas kıymetindeki hasenâtını ehemmiyetsiz cam parçaları hükmündeki lezzetlere, beklentilere ve enâniyete feda eden ahmak bir insanın hali gibidir.” (Kırık Testi, 16.05.2005)
“…yaptığımız hizmet karşılığında ne nefsimiz adına ‘makam, mansıp, takdir, alkış, unvan’ gibi dünyevî istekler; ne de –Cennet’e girme ve Cehennem’den sıyanet bizim için çok önemli ve hayatî olmasına rağmen– uhrevî talepler peşinde olunmamalıdır. Bütün bunları Allah’ın lütuf ve fazlından istemeli, kulluk mükellefiyetlerimizi bedel mülâhazasına bağlamamalı, yapıp ettiklerimizi O’nun kapısının azad kabul etmez köleleri gibi yerine getirmeli ve neticede yaptığımız her şeyi ‘Allah, Allah olduğu için’ yapmalıyız.” (Kırık Testi, 20.04.2009)
Fethullah Gülen dini şahsi çıkarları için alet olarak kullanmakta mıdır?
Yakından tanıyanların hayretle ve hayranlıkla müşahede ettikleri üzere Fethullah Gülen, dinin hükümlerini kendi yaşantısında tavizsiz uygulayan samimi dindar bir mümindir. Gülen’e göre din sırf Allah için halis niyetle yaşanır. Dini şahsi çıkar için kullanmak ise dini Allah için yaşamak değildir; şahsi çıkar umduğu insanlar görsün ve beğensin diye yaşıyor görünmektir. Bu ise gizli şirk denilen riyadır. Yani Gülen’e göre dini şahsi çıkar için alet olarak kullanmak dinin sahibi olan Allah’a karşı ihanettir. Dini şahsi çıkarı için kullanmak değil, bilakis şahsi çıkarları bile din için feda etmek Gülen’in kendi hayatında uyguladığı ve sevenlerine telkin ettiği bir prensiptir.
Gülen’e göre “Mü’min, her yaptığı şeyi Allah emrettiği için yapar. Ne kendi, ne ailesi, ne de beraber olduğu insanların çıkarlarını kat’iyen düşünmez. Bir mü’minin, bu tür beklentilere girmeden hareket etmesi, ‘hâlisâne’ tabiriyle ifade edilir ki, bu hak erinin, hiçbir zaman para-pul, makam-mansıp, şan-şeref.. davası gütmeden, İslâm’a hizmette tıpkı bir nefer gibi hareket etmesi demektir. İnsanın, bir kısım maddî şeylerle birlikte, bir de mânevî füyuzat hislerinden feragat etmesi söz konusudur ki, bunun için de isterseniz ‘en hâlisâne’ tabirini kullanabiliriz.” (Fasıldan Fasıla-4)
Dinin maddi menfaatler için alet olarak kullanılmaması gerektiği herkesçe kabul edilen bir hakikattir; Gülen, dinin maneviyat için bile alet olarak kullanılmaması gerektiğini söylemektedir:
“Din ne kadar mukaddes olursa olsun mukaddesiyet ifadesinin kabulü, ona bu şekilde yaklaşmanın bir diğer yanı da dini, dünyevi hiçbir şeye alet etmemektir. Maddi manevi şeylere alet etmemektir. Hatta din insanın manevi füyuzat hislerine de alet edilmemelidir. Şahsın şahsi cennete girişine bile alet edilmemelidir. Öyle ise dünyaya ait gelip geçici şeyler katiyyen dine bina edilmemelidir.”[2]
Gülen, şahsi menfaat peşinde olmak bir yana, yaşama arzusundan bile vazgeçip başkalarını yaşatma idealiyle aşkın bir fedakarlık ufkunu işaret ediyor:
“Hülyalarımızda tüllenen aydınlık yarınlara kavuşabilmemiz için, uzmanca plân ve projelerin yanında, hattâ ondan da önce, insanların ruhlarında ‘Yaşatma İdeali’ gibi yüce bir mefkûrenin uyarılmasına ihtiyaç var. Evet, bugün bizim, şuna-buna değil; şahsî menfaat ve bencillikleri bir tarafa iterek Hak ve insanlık yolunda fânî olanlara.. ‘Ben olsam da olur olmasam da.. ailem, çoluk çocuğum, evim barkım olsa da olur olmasa da.. fakat, Allah milletimizin derbeder olduğu günleri göstermesin!’ mülahazasını taşıyanlara.. toplumun ızdıraplarıyla kıvrım kıvrım kıvranıp hep inilti kovalayanlara.. elinde ilim meş’alesi, her yerde bir çerağ tutuşturup cehaletle, taassupla, görgüsüzlükle mücâdelede bulunanlara.. hâsılı, yaşama arzusunu unutarak yaşatma zevkiyle şahlananlara ihtiyacımız var!..” (Bamteli, 05.03.2012)
Fethullah Gülen maddi refah içinde rahat bir hayat mı yaşıyor?
Çoğu zaman uzaktan bakıp yapılan yüzeysel değerlendirme ve yorumlar yanlış yargılara sürükler. Uzaktan bakan ve gerçeği araştırmayan biri Fethullah Gülen’in rahat bir hayat yaşadığı algısına kapılabilir; milyonlarca seveni ve takipçisi olan bir kanaat önderi olarak onun, çevresindekilerin imkânlarından istifade ettiğini sanabilir. Halbuki o bu meselede çok hassastır; kendi alın teri ve emeğiyle kazandığı parayla karşılığını ödemediği hiçbir maddi imkândan yararlanmamaktadır. Verilen hediyeleri bile sırf karşısındaki insanı kırmamak adına kabul etmekte ve sonra başkalarına hediye etmektedir. Etrafında kendisine hizmet etmek isteyen sayısız insan olsa da o kendi şahsi işlerini kendisi görmeyi prensip edinmiştir. Ayrıca o hem maddi hem manevi açıdan rahattan uzak ve ızdıraplar içinde hayatını sürdürmektedir. Fethullah Gülen, maddi refah içinde rahat, rehavet ve lükse düşkün bir hayat yaşamanın insanın manevi hayatına zarar vereceğini, gaflete sebep olup sorumlulukların ihmaline maruz bırakacağını, dolayısıyla rahata meyletmeye karşı teyakkuzda bulunmanın gerekliliğini hep ifade etmiş; rahattan uzak ve maddi açıdan basit ve sade bir hayat yaşamayı kendine şiar edinmiş biridir.
Gülen, Türkiye’deyken de şimdi Amerika’dayken de münzevi bir hayat yaşamaktadır. Bulunduğu mekanda talebeleriyle ders ve sohbet dışında kalan vaktini kendi ilmî çalışmalarına, hizmet faaliyetlerine ve ibadete hasretmektedir. Türkiye’deyken hayatını adadığı hizmet uğruna gidilmesi gereken bir yer olmadıkça dışarı çıkmazken şimdi Amerika’da ise adeta bir hücrede yaşamını sürdürmektedir. Yani onun hayatı hizmetten ibarettir. Dünyevî bir zevki, sefası ve eğlencesi yoktur. Zevki de sefası da eğlencesi de her şeyi hizmete endekslidir. Hizmet varsa, hizmet yapabiliyorsa onun için yaşamanın bir manası vardır, yoksa o hizmetsiz yaşamayı abes görmektedir.
Ayrıca uzun yıllardır kalp, şeker, tansiyon vs kronik ve ileri seviyede sağlık problemleri olduğundan devamlı doktor gözetiminde bulunmakta ve hastalıkların verdiği rahatsızlıklar ve kısıtlamalar eşliğinde yaşamaktadır. Bunun dışında manevi açıdan hem kendi adına hem milleti ve insanlık adına idealleri ve realiteler arasındaki boşluklar onu çile, ızdırap, sancı, hafakan ve hüzünlere sevk etmektedir. Bunlara ilaveten son yıllarda Amerika’da gurbette vatan hasreti ve memleket özlemi içinde tarifsiz hüzün ve keder ona ayrıca acı ve ızdırap vermektedir. Dolayısıyla hüzün içinde hüzün, ızdırap içinde ızdırap, hasret içinde hasret çeken muzdarip ve dertli bir gönlün vatanından uzakta rahat ve keyif içinde yaşadığını iddia etmek, gayet şeffaf ve net bir açıklıkta olan geçim kaynağı hakkında sanki şaibeli imiş gibi şüpheler ortaya atmak, bilmediği halde cahilce ileri sürülen sözlerin ürünü değilse muhakkak art niyetli bir kasıt ürünü iftira ve ithamdan ibarettir. Fethullah Gülen’in duygu ve düşünce dünyası ve hayatı hakkında gayet tafsilatlı bilgiler Fethullah Gülen Web Sitesi’nde mevcutken ve biraz araştırmayla gerçek öğrenilebilecekken bu meselede yalan yanlış sözlerle kamuoyunu hatalı ve önyargılı düşüncelere sevk etmek mazur görülebilecek bir davranış olabilir mi?
[1] “Benim Gibi Birine Ayda 500 Dolar Yeter”, Milliyet’te Mehmet Gündem’le röportaj, 22.01.2005[2] “Samanyolu TV’de Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke ile röportaj”, 29.03.1997
- tarihinde hazırlandı.