Kolejler ve Medeniyetler Arası Diyalog
Kolejlerin Türk maarif sistemine getirdiklerini uzun vadede daha iyi görecek ve gözlemleyeceğimize inanıyorum. Çünkü eğitim uzun soluklu bir maratondur ve bu koşu henüz tamamlanmamıştır. Ama şurası muhakkaktır ki, uzun tarihimiz boyunca eğitim sistemindeki bir hamlenin, ilk defa bu denli geniş yankılarını ve etki alanlarını müşahede etmekteyiz. Siyasî, sosyal, kültürel ve uluslararası alandaki etkileriyle pek çok ilişkiyi hareketlendirmiş, geniş bir dalgalanmaya neden olmuştur. Basit, sâde ve fedâkâr bir hizmet çevresinden, medeniyetler arası diyaloga çalışmaları ayrı bir organizasyon içinde yürütülmekle birlikte, kolejler her yerde bu ruhu göğüsleyecek insanlar yetiştirmeye özen göstermektedir. Kolej; öğretmen, idareci ve belletmen kadrosuyla her yerde; din, kültür ve medeniyet boyutlarında farklılaşan insanları, ortak ve yumuşak bir doku ve anlayış etrafında şekillendiriyor. Bu fonksiyonel yapısıyla âdetâ, kültürler, dinler ve medeniyetlerarası diyalogun yapı taşlarını ve temellerini kurmaktadır. Onlar gelecekte, çapının ve ehemmiyetinin büyüklüğünü ve genişliğini kendilerinin dahi kavrayamayacakları yeni bir doku oluşturuyorlar. Ahlâkî, insanî ve sosyal açıdan uyumlu, farklı kültürel ve medenî unsurlarla uzlaşmacı insan yetiştirmekle, gelecek medeniyetlerarası diyaloga daha geniş çaplı bir alt yapı oluşturmaktadır. Farklı kültürel dokulara uyumlu bir insan modeli, uzlaşma kültürünün en temel unsurudur kanaatindeyim. Burada, farklı kültürel dokulara ve çoğulculuğa açık insan derken, elbette, kendi kültürel temellerinden kopmuş, ortada rastgele savrulan insan şeklinde anlaşılmamalıdır. Diyalog da uzlaşı da, yalnızca karşılıklı saygı temelinde ve kendi varoluş temellerini inkâr etmeden, beraberce yaşanabilecek ortak ve geniş bir sosyal alan oluşturma demektir. Yoksa bazı kesimlerin bilinçli olarak saptırdıkları gibi diyalog, bütüncül bir katılma ya da katma eylemi değildir. Onların tanımladıkları şey, siyasî ve iktisadî açıdan sömürü; sosyal kimlik ve kültürel açıdan da asimilasyondur. Bu ise diyalog ve uzlaşının amacına terstir.
Diğer taraftan bugün artık tüm kaygılarımıza rağmen "küreselleşme" denilen geniş kapsamlı bir ilişkiler yumağı ile karşı karşıyayız. Küreselleşme her açıdan çoğulculuğu ve bir anlamda dinî-millî geleneksel kültür sistemimiz adına duyduğumuz tüm kaygıların temeli olan "öteki"yi ta kapımızın eşiğine kadar getirip yığmıştır. Bu süreç bütün insanî ve toplumsal ilişkilerimizi dolaylı ya da doğrudan mutlaka etkilemektedir. Farklı kültürel dokuları, düşmanca bir tavra dönüştürmeden, herhangi bir şahsiyetkimlik krizine ve çatışma psikozuna da girmeden yaşanılabilir bir alan üzerinde yeniden tanımlamak durumundayız. Farklılığa tahammülsüzlüğün temelinde genellikle şahsiyet ve kimlik zaafları yatmaktadır. Oysa tersinden bakınca bütün eğitim sistemimiz boyunca biz değil miyiz dünyaya meydan okuyan kimlik söylemlerini ortaya çıkaran. Ta ilkokuldan başlayarak "Bir Türk dünyaya bedeldir" tarzı meydan okuyuşların içleri tamamıyla boş mudur? Yoksa kendine, kendi kültürel benliğine olan güvenin bir tezahürü müdür? Belki pek çok açıdan bu tür söylemler, popülist bir retorik olarak görülebilir. Ama neticede yalnızca bu topraklar üzerinde en az bin yıllık bir geçmişe ve kültürel kökenlere sahibiz. Bu uzun tarih içinde bu millet, pek çok kültürel, dinî ve etnik unsuru ve farklılıkları içselleştirebilmiş bir millettir. Siyasî ve etnik anlamda değil, kültürel ve sosyal doku anlamında Anadolu bir medeniyetler mozaiği oluşturmuştur. Bu mozaik kavramı siyasî ve ideolojik açıdan haklı kaygılar çağrıştırmakla birlikte, sosyal tezahür olarak Anadolu gerçekten, tarihte diyalog kültürünü barındırmış ender coğrafyalardan birisidir. Diyalog ve hoşgörü deyince neredeyse bu kavramlarla özdeşleştirilen Yesevî, Mevlânâ ve Yunus gibi mânâ erleri, bütün yaşam tecrübelerini, evrensel, ahlâkî ve insanî motiflerini burada edindiler. İşte kolejlerin dışa dönük yüzü bu kavşaklardan beslenmiştir. Ve bu ruhu, geniş öğretmen kadrosuyla gittikleri her yere taşımaktadırlar. Kimileri bu hareketi bu yüzden çağdaş Türk hümanizmin tezahürü olarak tavsif etti. Batıda ele alınışı ise bir anlamda Türk sûfizmi tiplemesine yakın bir çerçeveye oturtuldu. Şüphesiz sûfizm de, hümanizm de mücerret bir hareket olarak içeriden bakınca bütünüyle kolejlerin misyonunu ihâtâ etmiyor. Zira kolejler ne salt bir sûfî hareketi, ne de salt felsefî bir hümanizm hareketidir. Ortaya koydukları fedâkarlık, samimiyet ve aşkın insanî boyutun, bir yönüyle sûfist ve hümanist ezgileri çağrıştırdığı doğrudur. Ancak kolejin eğitim sistematiği, daha geniş toplumsal kitlesel ve bilgi temeline yöneliktir. Oysaki sûfist idealler de hümanist ezgiler de toplumsal açıdan daha dar ve daha durağan bir temele işaret ederler. Sûfizm genellikle dünyevî ve teknolojik ilerleme karşısında kısmen dışlayıcı bir tutum sergiler. Bir anlamda madde-mânâ dengesini tek taraflı kurar. Hümanizmin ise toplumsal süreçlere karşı iradesi zayıf ve kırılgandır. İnsan, toplum ve olaylar karşısında etkin değil, edilgen bir tavır izler. Kolej eğitim sistematiğinde insan daha atılgan, aktif ve toplumsal süreçlerin aktörü olmaya adaydır. Dünyayı ve teknolojiyi kutsallaştırmadan; madde-mânâ dengesini, birini diğerinin aleyhine işleyecek tarzda kurgulamadan götürecek bir insan modeline tutunur. Diğer taraftan toplumsal ve kültürel diyalogun taşıyıcısı olabilecek aktif bir model inşâ etmeye çalışır.
Kuşkusuz meselenin felsefî ve fikrî temellerine yönelik söylenebilecek çok şey vardır. Şu ya da bu modele ircâ edilebilecek pek çok tutum ortaya konabilir. Ama söylenecek hiçbir şey, bu insanların toplumsal ve kültürel pratikte gerçekleştirdiklerini hakkıyla ifade etmeyecektir. Bir de aksiyonu, fikrin ve entelektüel kurgunun önüne geçirmiş bir sistematikle karşı karşıya bulunduğumuzu unutmayalım. Bunu şunun için ifade ettim; entelektüel ve zihinsel kurgu ve tanımlamalar çok defa, ele alınan hareketin ortaya koyduğu pratikle bire bir örtüşememe gibi bir risk taşımaktadır. Siz fikrî ve zihnî bir çerçeve çizersiniz; ancak hareketin sosyal tavrı bu çerçevenin anlam sınırlarını aşan geniş bir etki meydana getirebilir. Bu yüzden M. F. Gülen'in diğer tüm aktivitelerinde de esas aldığı "temsil, tebliğin önündedir" usûlü, kolej sistematiğine de uygulanmıştır. Bugün felsefî bir çerçeve çizersiniz, ama yarın toplumsal yaşam pratikleri önünüze, bu çerçeveyle izah edemeyeceğiniz bir gelişme ile karşınıza çıkar. Bu açıdan hareketin eğitim sistematiğine, dondurulmuş ve özenle kurgulanmış felsefî ve fikrî kavramların sınırlı dünyasından bakmak yerine, toplumsal pratikte ortaya koyduğu seyir hattından bakmak daha tutarlıdır.
Kolejlerin gerek eğitim sistematiğine, gerekse toplumsal diyalog açısından ortaya koyduğu hareket tarzına yönelik pek çok akademik ve gazeteci üslubuyla yapılmış yorum kondu ortaya. Bunlardan bazıları gerçekten ustaca ve entelektüel yetkinlikle yapılmış yorumlardı da. Ama bu yorum ve üsluplar —her akademik çalışmada olduğu gibi— daha önce oluşturulmuş patikalardan yürümeyi, yani mutlaka belirli kavram ve şablonlarla konuşmayı çok seviyorlar. Ele aldıkları hareketin kendini ifade ve ortaya koyuş biçimine çok defa bakmadan okuyucuyu tamamen kendi şablonlarının esiri yapıyorlar. O kavram ve şablonlar açısından bakınca gerçekten de okuyucuya hiçbir boşluk bırakmıyorlar. Ama gerçekte ve gelecekte bu tanımlamaların, o hareketin sosyal ve toplumsal süreçlerdeki etki alanını bütünüyle kuşatıp-kuşatamayacağı meçhuldür. Bu yüzden değerlendirmeler nihâî hükmü ve yargıyı vermeden, harekete bir hareket alanı bırakmalı. Sınırlayıcı, giydirici ve zorlayıcı olmamalı. Hareketin, fikrî ve sosyal hareketliliğini menfî yönde etkilememeli. Çünkü esas olan, hareketin kendi misyonudur, kendisidir, yapılan yorumlar değil...
Bu kısmen hatırlatma içeren didaktik ifadelerden sonra, kolejlerin gelecekte kültür ve medeniyetler arası diyaloğa ciddî katkılar sağlayacağının muhakkak olduğunu da ifade edelim. Bunun çerçevesini, genişliğini ya da fikrî ve entelektüel yönünü şimdiden kestirebilmek zordur. Bu, biraz da kendini ortaya koyduğu coğrafyada (topraklarda) ne kadar hüsn-ü kabul göreceğiyle ve o bölge insanlarının (toplumlarının) kendilerini, kültür ve medeniyet anlayışlarını diyaloğa ne kadar açacaklarına bağlıdır. Ancak farklı coğrafyalarda kolejlerin giriştiği ve geliştirdiği ilişkiler neticesinde görülmektedir ki, yeryüzü toplumları, esasında siyasî ve ideolojik yönlendirmeler olmazsa, farklı kültür ve medeniyetler arası diyaloğa açıklar. Yalnızca uluslararası düzeyde örnek alabilecekleri cesaretli bir girişime ve öncü bir harekete ihtiyaç duymaktadırlar. Türk kolejlerinin gönüllü eğitimcilerinin bu cesur girişimleri de bu boşluğu doldurmaktadır.
Geleneğin Modern Çağa Tanıklığı, Yeniakademi Yayınları
- tarihinde hazırlandı.