Selefe Saygı
Büyüklerimiz, bazı yanlış şahsî tutum ve davranışlarıyla bizlerde suizan hâsıl ettiler. Onlara karşı aynı sevgi, tazim ve itimadı yeniden kazanmamız için bize neler tavsiye edersiniz?
Eğer böyle bir şey gerçekten gönlümüzde hükmünü icra ediyorsa, içimize bir musibet girmiş ve ciddî bir belâ bizi belirsiz girdaplara doğru itiyor demektir. Bu da, kendi kendimizi mahvedecek bir yola girdiğimiz mânâsına gelir.
Allah Resûlü (sallâllahu aleyhi vesellem) bu ümmetin sonradan gelenlerinin, önde gelenleri tenkit etmeye başladığı anın, onların helâke doğru gittiği an olabileceğine dikkatlerimizi çeker. Kur'ân bu mevzuda geçmişlerimize dua etmeyi tavsiye ederek bizde onları hayırla yâd etme duygusunu uyarır: "Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek mü'minler): "Ey Kerim Rabbimiz! derler, bizi ve bizden önceki mü'min kardeşlerimizi affeyle! İçimizde mü'minlere karşı hiçbir kin ve gıll u gış bırakma! Duamızı kabul buyur yâ Rabbenâ, çünkü Sen Raufsun, Rahîmsin!" (Haşr sûresi, 59/10)
Bu âyetin öncesindeki âyetlerde de sahabenin büyüklüğü tablolaştırılıp onların diğergâmlık, hasbîlik ve fedakârlıkları; çok seviyeli bir hayat yaşayıp hayatı çok iyi değerlendirdikleri anlatılır. Bu âyette de Allah, arkadan gelen mü'minlerin nasıl davranacaklarını, geçmişleriyle alâkalı nasıl dua edip dualarında ne diyeceklerini onlara öğretiyor. Bu şekilde dua edecek insanlar daha dünyaya gelmeden evvel, Kur'ân'da onlara ne diyecekleri öğretilmiş ve sanki "Geçmişlerinize bu şekilde dua edin!" denmiştir. Böyle bir duanın öğretilmesinde, sahabenin bazen şahsî içtihatlara dayanarak birbirlerine karşı olmalarını ve bunu sonrakilerin anlayamamaları sebebiyle, onlar hakkında farklı mülâhazalara girmemeleri öğütlenmektedir.
Evet, bir içtihat sonucu olarak Âişe Validemiz'in ve Hz. Talha'yla Zübeyr'in (radıyallâhu anhüm) Hz. Ali'nin karşısına çıkmalarını ve onunla savaşmalarını anlamamız zor olsa da biz yine de onlar hakkında hüsnüzan besleyecek ve onlara karşı saygılı olmaya çalışacağız. Bu âyetiyle Kur'ân-ı Kerim, arkadan gelen bizlere yol gösteriyor ve "Sakın onların durum ve davranışlarını kritiğe tâbi tutmayınız!" diyor.
Yine bu âyetiyle Kur'ân sanki bize, "Onların muhasebesini yapıp tenkit etmek size düşmez; onlar Allah Resûlü'nün (sallâllahu aleyhi vesellem) ifadesiyle çok âlî semavî yıldızlar gibidirler." demek istiyor.. ve arkadan gelenlere edep öğretiyor.
Geçmişler hakkında müspet düşünme ve onları hayırla yâd etme umumî bir kanundur; bir cemaatin sonra gelenleri öncekilere rahmet okuyacak ve onları hayırla yâd edecektir. Nitekim tarih boyunca İslâm toplumu sahabeye ve tâbiîne laf etmediği gibi ettirmemiştir de. Öyle ki sahabe-i kiram arasındaki meselelerin büyük fitnelere sebebiyet verdiği bir dönemde Hasan Basri, Basra'ya gider ve fitnenin merkezinde yaşar. Ona sorarlar: "Herhangi bir sahabe mi büyüktür, yoksa Ömer b. Abdülaziz mi?" Aslında Ömer b. Abdülaziz, büyüklüğü münakaşa yapılmayacak bir insandır. Ahlâk, kemal ve faziletiyle onu tartacak terazi yoktur ve olamaz. Öyle ki onu alıp Hz. Ömer'in yanına koysanız Hz. Ömer'e ait sahabelik madalyası dışında bu iki zatı birbirinden tefrik edemezsiniz. O, bu kadar büyüktür. Ama Hasan Basri sahabeye karşı hürmet ve saygıyı koruma yolunda: "Ömer b. Abdülaziz, sahabenin en arkadan geleni olan Vahşi'nin atının burnunda ancak bir toz olabilir." der.. ve işte ölçü budur. Bu mülâhaza ile, hem sahabe-i kirama hem de diğer geçmişlere karşı bize çok derin ve şuurluca bir saygı telkin edilmektedir.
Bu, sadece o zamana mahsus bir şey değildi. Nitekim başka bir devir gelmiş ve bir zata selâm vermenin bile suç sayıldığı dönemde, her şeyi göze alarak ve tereddüt etmeden onun etrafında toplanan insanlara karşı da tavrımız bu olmalıdır. İster sahabe, ister sonrakiler ümmî olmalarına ve birçok hususu bilmemelerine rağmen hırz-ı can edip evlâd u ıyâl sevdasını bir tarafa bırakmış ve gerektiğinde zindanlara girmeyi seve seve göze almış ve mahkemeden mahkemeye sürüklenmiş ama kat'iyen yol ve yöntem değiştirmemişlerdir.
Bir kere daha tekrar etmeliyim ki, ne olursa olsun bize, geçmişlerimize karşı saygılı olmak düşer. Biz bu saygıyı hâl, davranış ve sözlerimizle anlatmalı ve onları hayırla yâd etmeliyiz; etmeliyiz ki, arkadan gelenler de bizi rahmetle yâd etsinler. Aksine bugün bize önemli bir mirası tevdi edip emanet bırakan kimseleri hafife aldığımız zaman, yarın bizim de hafife alınacağımız muhakkak ve mukadderdir. Bundan zarar görecek olan da İslâm'dır ve Müslümanlar'dır.
Aynı zamanda seleflerimiz hakkında bu şekilde müspet düşünme ve onları hayırla yâd etme Hakk'a hürmetin ifadesidir. Zira Cenâb-ı Hak Kur'ân'da sarih âyetleriyle bizden bunu istemektedir. Şayet bugün bizden evvel hizmet edenlere karşı içimizde olumsuz mülâhazalar var ve onlar hakkında müspet düşünemiyorsak bizde ciddî bir eksiklik var demektir. İhtimal bizler bu düşüncelerle tâbiîn döneminde yaşasaydık sahabe-i kiramı da tenkit eder ve hüsrana uğrayanlardan olurduk.
Soruda aynı duygu ve düşüncenin yeniden teessüsü nasıl olur diye soruluyor. Bunun için;
Birinci olarak, Müslüman, kendinden evvel gelmiş geçmiş büyükler hakkında –doğru da olsa– nâsezâ nâbecâ sözler sarf edildiği zaman, bu sözü söyleyene, "Bu bir gıybettir. Gıybet de haramdır." diye çok ciddî tavır almalı ve o sözü ona söylettirmemelidir. Böyle bir gıybeti engellemek için yapılanlar bir işe yaramazsa gıybet yapanların yanından kalkıp gitmeli ve onları günahlarıyla baş başa bırakmalı.
İkincisi, ne seviyede olursa olsun din-i mübin-i İslâm'a hizmet etmiş insanları daima takdirle yâd etmek, onlara saygı göstermek ve her yerde tazimkâr ifadelerle insanların sinelerinde onlara karşı bir sevgi ve muhabbet uyarmak önemli bir vazifedir. Biz saygı telkin ettiğimiz takdirde kafalardan bu saygısızlık düşüncelerini de silip kısmen atmış oluruz. Aynı zamanda bu sayede Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu elde etmiş sayılırız.
Aslında bir vakitler hizmet etmiş kimselere hor bakıp onları hafife alma hissi, insanı çeşitli füyûzattan mahrum bırakan bir hastalıktır. Bunların pek çoğunun kendilerine göre bir âlemi vardır ve onlar başımızda ya da yanımızda Cenâb-ı Hakk'ın rahmetini celbe birer vesiledirler. Onların aleyhlerinde bulunan kimse, Cenâb-ı Hak'tan gelecek rahmetten mahrum olur.
Evet, şayet bugün Cenâb-ı Hakk'ın ilham esintilerinden mahrum bulunuyorsak bunun en önemli sebeplerinden biri, hiç şüphesiz geçmişteki büyük zatların aleyhinde olma ve onlar hakkında uygunsuz söz söylemek olsa gerek…
- tarihinde hazırlandı.