Saf ve Duru İslâm Anlayışı
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında yaşanılan saf ve duru İslâm anlayışı Hulefa-i Raşidîn devrinde de korunabilmiş midir? Günümüzde ve gelecekte bu anlayış tekrar aynı ölçüde temsil edilebilir mi?
Raşid Halife Efendilerimiz devrinde, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) zamanında yapılan şeylerin hiçbirisi kasten ve bizzat terk edilmemiştir.. ve tarih buna şahittir. Özellikle ilk iki şerefli halife döneminde, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyeleri hemen her alanda tam aksettirilmiş, eksiksiz temsil edilmiş ve bizzat yaşanmıştır.
Hz. Osman devrinde, çeşitli milletlerin İslâmiyet'e girmesiyle, İslâm'ın safveti az da olsa bozulmaya yüz tutmuş ve çeşitli arızalar olmuşsa da, Hz. Zinnûreyn gibi Efendimiz'le (sallallâhu aleyhi ve sellem) münasebeti kuvvetli olan bir zat, bilhassa ehl-i Kur'ân olması, Kur'ân'la çok sıkı bir münasebetinin bulunması itibarıyla öyle bir kuvve-i kudsiyeye sahipti ki, o hayatta kaldığı sürece ciddî bir fitne zuhur etmedi.
Hz. Ali Efendimiz'e gelince, o tam fitnelerin zuhur ettiği bir dönemde işin başına geçti; zuhur eden etmişti. Eğer onun gibi hasbî, samimî, dilâver, yiğit, bir şah-ı merdan, bir haydar-ı kerrâr olmasaydı, o fitneler seller hâline gelir ve milleti önüne katar, kütükler gibi sürükler götürürdü.
Binaenaleyh, Hz. Ali devrine kadar adalet-i mahzanın, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayat-ı seniyyelerinde olduğu gibi bizzat tatbik edilmesine çok gayret gösterildi ve temsil de edildi. Aslında onlar, Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir tek emirde dahi muhalefeti, baş aşağı yıkılıp gitme sayıyorlardı; öyle saydı ve dosdoğru yaşadılar.
Hz. Ömer Efendimiz'e halifeliği esnasında, sadece yemek mevzuunda, "Bu sofrada şu da olsa!" gibi istekte bulunmaları ona çok dokunmuş ve o bu durumu şu şekilde değerlendirmişti: "Acaba beni dostlarımdan çok uzaklaşmış mı görüyorsunuz ki, bu teklifi yapıyorsunuz? Yoksa dostlarımla beraber olmamı istemiyor musunuz?" İşte bu saf ve dupduru yaşayış, bizzat dört halife devrinde tam temsil edildi.
Daha sonra da Ömer b. Abdülaziz, Selahaddin Eyyubî ve Hz. Fatih gibi kimseler tarafından Müslümanlık oldukça duru yaşandı. Hükümdarlıkla beraber Müslümanlığı yaşamak zordur. Günümüzde zenginlikle birlikte dini hakkıyla yaşamanın zorluğunu idrak eden insanlar, zannediyorum bunun ne demek olduğunu çok iyi anlarlar.
Evet, dünya ile ukbâyı birlikte götürme ve her ikisini de terazinin iki kefesi gibi koruma çok zordur. Biz bunu Cenâb-ı Hakk'ın bize verdiği çok küçük şeyleri bile O'nun yolunda harcamadaki cimrilik tavrımızdan anlıyoruz. O büyük insanlara gelince onlar bu mevzuda, azamî derecede hassas ve titiz davranarak yaşamışlardır.
Bir konferansta, yeni ihtida etmiş, kitapları da bolca satılan bir zata soruyorlar: "Müslümanlık dünyanın neresinde yaşanıyor? Şu anda Müslümanlığın tam olarak yaşandığı yer var mıdır?" O şöyle cevap veriyor: "Müslümanlık Raşid Halifeler döneminde yaşandı. Ondan sonra da başka bir yerde tam yaşanmadı."
Bunu, bir yönüyle doğru olsa da, başka bir yönüyle çok büyük bir hata sayıyor ve Müslümanlığı ittiham kabul ediyorum. Hatta eğer, bilerek yapılıyorsa bunun arkasında art niyet bile olabilir. Çünkü bir kere bunda Müslümanlığı ütopik bir hayat tarzı gibi gösterme var. Sonra bu ifadeye göre İslâm, bir kere yaşanmış, bir daha yaşanmaz mânâsına gelebilir. Kıyamete kadar, değişik ellerde yeniden parlayacak, revnakdar bir hâl alacak ve kendisini gösterecek olan bu hak din, sanki 30 sene yaşanmış, bitmiş, miadını doldurmuş bir din gibi gösterilmektedir.
Bence bunun yerine şöyle demek belki daha doğru olur: "O, yüzde yüz kendine has keyfiyetiyle, semavî orijiniyle sadece Raşid Halifeler döneminde yaşanmıştı, ama zaman zaman o seviyede Müslümanlığı temsil eden kimselerin tarihin kaderine hâkim olduğu da bir gerçek."
Yeryüzünde daima çeşitli cemaatlerin Müslümanlığı yaşadığını inkâr etmek nankörlük olur. Bugün dahi, gözünün yaşıyla, içinin sızlamasıyla ve gecelerini ihya etmesiyle Allah'ın hoşnut olacağı şekilde Müslümanlığı yaşama azmi içinde bulunan nice insan vardır. "İslâm, Raşid Halifeler döneminde yaşandı ve bitti." demek, bugünkü insanları tahkir ve tezyiftir. Ayrıca bu samimî insanların Müslümanlığını kabul etmeme gibi büyük bir yanlışlık da söz konusudur.
Raşid Halifeler döneminde İslâmiyet'in saf ve dupduru, süt, Cennet kevseri, şerbet ve asel-i musaffa gibi yaşandığı doğrudur. Ancak biz daha sonra da onun balını ve kaymağını hep görmüşüzdür. Bugüne kadar çeşitli devirlerde gördüğümüz gibi, bundan sonra da –Allah'ın izni ve inayetiyle– yine göreceğiz.
Böyle bir iddianın bir başka mânâsı da, "Artık Müslümanlık tam mânâsıyla yaşanmaz." demektir. Biz inanıyoruz ki, Devr-i Risaletpenâhîye yakın, o Müslümanlığı temsil edecek yeni bir topluluk zuhur etmektedir. Aslında Muhbir-i Sadık bunu önceden haber de vermişti. Aksini iddia etmek de, hayatında doğruluktan başka bir şey bilmeyen bir insanı tekzip etmek demektir. Yani insan hiçbir şey bilmese bile, Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Bu din, güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır." vaadine inanması lâzım gelir.
Müşriklikten yeni çıkmış ve oğlunun sevkiyle Müslümanlığa doğru ilk adımını atmış olan Yâsir'in büyük bir sözü vardır. İlk defa oğlunun ihtidasıyla karşı karşıya gelince; evet bir gece karanlığında oğlu, süzülür evden içeriye girer. O gün Müslümanların sayısı beş altıyı geçmemektedir ve çeşitli tehditler altındadırlar; evet işte böyle karanlık bir atmosferde Ammar b. Yâsir evden içeriye girer, anne-baba heyecan içindedirler. "Oğlum! Neredeydin?" diye sorarlar. Ammar cevap verir: "Peygamber Hz. Muhammed'in yanındaydım." "Peygamber mi o?" derler, "Evet! O şimdi Allah'tan, kitaptan bahsediyor." Bu açık ifadeler karşısında o ümmî baba: "Muhammed, Mekke'de kırk yaşına kadar bir tek yalanı duyulmayan insandır. İnsanlara karşı yalan söylemeyenin Allah'a karşı yalan söylemesi mümkün değildir!" der ve hemen orada Müslüman olur.
Hz. Yâsir felsefe bilmez; fakat buradaki felsefesi çok derindir. 40 yaşına kadar hiç kimsenin, kendisinden yalanın ve ta'rizin en küçüğünü duymadığı O sadık, masduk olan zât, –hâşâ– kalkacak hilâf-ı vâki bir şey söyleyecek; işte bu mümkün değildir.
Hayatında yalanın semtine bile uğrayamadığı Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) birçok hadisiyle, dünyanın muhtelif yerlerinde örnek bir hayat yaşayan müstesna bir topluluğun, Asr-ı Risaletpenâhî'deki temsiline yakın bir şekilde Müslümanlığı temsil edeceğini bizzat haber vermiştir. Bugün muhtelif yerlerde görülen emarelerden de anlaşıldığı gibi vaad edilen günler mutlaka gerçekleşecektir.
- tarihinde hazırlandı.