İki Emniyet ve İki Korku
Hadiste لاَ أَجْمَعُ عَلَى عَبْدِي خَوْفَيْنِ وَ أَمْنَيْنِ "Ben kuluma iki emniyeti birden vermem, iki korkuyu da birden vermem." buyruluyor. Hâlbuki biz gayet rahat ve lüks bir hayat yaşıyoruz?
Havf (korku) ve recâ (ümit), Cenâb-ı Hakk'ın insana verdiği/vereceği iki büyük nimettir. Bu iki nimeti ölçülü bir şekilde kullanıp Allah'a ulaşmaya vesile edinmek bundan ayrı ve daha büyük bir nimettir. Sorudaki hadisin meal-i münifi şudur: "Ben kuluma iki emniyeti birden vermem, iki korkuyu da birden vermem."
Sorulan soruda (ifade tarzına göre); emniyet, mal ve lüks içinde rahat bir yaşam sürme; havf da fakr u zaruret içinde yaşama gibi anlaşılmış... Aslında böyle bir anlayış, netice itibarıyla meselenin bir izahı olabilir; ancak hadisin tam mânâsı sayılmaz; لاَ أَجْمَعُ عَلَى عَبْدِي أَمْنَيْنِ beyanından maksat şu olsa gerek: "Ben kuluma iki emniyeti birden bahşetmem. Bir insan dünyada keyif içinde, ahiret adına endişesiz ve kalbî hayatının yıkılmasından, letâifinin sarsılmasından ve duygularının ölüp gitmesinden, ruhî melekelerinin sönmesinden hiç endişe duymuyor ve korkusuz yaşıyorsa, o insan öbür âlemde korkusuz olamaz."
وَلاَ أَجْمَعُ عَلَى عَبْدِي خَوْفَيْنِ Bunun gibi bir insan da dünyada –arz ettiğimiz açıdan– korku içinde yaşıyor ve hep endişe içinde ise yani hem sözleri hem de hâliyle, "Aman yâ Rabbi! Senin inayetin olmazsa, imanımı koruyamam, Senin lütfun olmazsa letâifimi muhafaza edemem, Senin keremin olmazsa ben ayakta duramam, Senin sonsuz rahmetin, Rahmâniyet ve Rahîmiyetin olmazsa ben Cennet'e giremem, aslında Rahmeten li'l-âlemîn olan Habib'in olmasaydı ben yolumu da bulamazdım ve hep dalâlette kalırdım." diyorsa/diyebiliyorsa.. evet hep böyle korku içinde bulunup, sık sık kendini yokluyor, kontrol ediyor ve kendini yenileme imkânını buluyorsa, öbür âlemde –inşâallah– onun için korku olmayabilir.
Ama bu hadis-i şerife bir soru mahiyetinde eklenen hususun da lâzimî mânâ olarak bir hakikati var ve hadisin ifade ettiği mânâdan tamamen de uzak değil. Bu mânâ şudur:
Bir insan endişesiz ve korkusuz, sadece dünya hayatını yaşamak için dünyaya gelmiş gibi davranıyor ve ara sıra dahi olsa ahiret endişesi onun duygularını sarmıyorsa işte o insan kendisinden endişe etmelidir. Hatta çok defa böyle bir şey olmasa bile, sırf rahat ve rehavet içinde bulunduğundan ötürü endişe edip hicap duymalıdır. Konuya biraz daha açıklık getirmesi açısından bir misal arz edebilirim: Sahih rivayetlerde anlatıldığına göre, Ömer b. Abdülaziz'in sabahlara kadar إِذِ اْلأَغْلاَلُ فِي أَعْنَاقِهِمْ "O gün zincirler onların boynuna dolanmıştır."[1] âyetini tekrar ede ede yığılıp kaldığı olurdu. Ayrıca o, çok defa şu âyeti okuyup kendinden geçerdi: أَذْهَبْتُمْ طَيِّبَاتِكُمْ فِي حَيَاتِكُمُ الدُّنْيَا Yani, "Siz dünya hayatında bütün yaptığınız iyiliklerin karşılığını gördünüz, mükâfatınızı aldınız, sanki dünya için gelmiş gibi her şeyinizi dünyada yiyip bitirdiniz ve ahirete bir şey bırakmadınız."[2]
Evet, sağlam kalbli bir mü'minin, böyle bir endişe taşıması gayet normaldir ve haddizatında bu korku derin bir düşünce neticesidir. Ama Cenâb-ı Hak, Hz. Abdurrahman b. Avf'a ve Hz. Osman'a nasip ettiği gibi, insana dünya da vermiş olabilir. O da dünyasını dininin ihyası uğruna kullanır; her zaman infak etmek için malının hepsini birden değil, muhtaç olanlara, ihtiyaç ölçüsünde infak eder.. evet, malın bir bölümünü daima elinde tutar ki mevsimi gelince onu denizlere çevirsin. Zaten mevsimi geldiğinde, o değil sadece malını, tereddüt etmeden ruhunu dahi feda edebilir.
İşte böyle bir malın ve bu mala sahip olmanın hiçbir zararı yoktur. Elverir ki niyetler hâlis olsun, onun Allah tarafından verilmiş bir emanet olduğu bilinsin ve Rabbimiz istediği zaman vermeye hazır olunsun.
Biz bu konuda sık sık kendimizi yoklama durumundayız; Rabbimiz'in emir ve tavsiyelerini vicdanlarımızda duyuyor gibi her zaman vermeye hazır mıyız? Kendi kendine emir tekrarı yapıyor gibi "Hazırız Rabbim!" diyebiliyorsak, o malın hiçbir zararı yoktur. İşte bu mal ahiret için –inşâallah– bizim hakkımızda asla endişe verici olmaz. Ama kim de çakırkeyf ve serazat yaşıyor, duymuyor, duygulanmıyor, yaşamanın kendisini, hissiyatını ve nefsini okşayan bütün yanlarını duyma peşinde ise –hafizanallah– işte böyle biri bataklığa baş aşağı düşmüş batıyor demektir. Bu iki şeyi birbirine karıştırmamak lâzım…
- tarihinde hazırlandı.