Zirvedeki Ruhlar
Düşünceleri duru, seciyeleri temiz, vücudları dinç, gözleri keskin, bakışları berrâk; yürekleri topyekûn insanlığa karşı insanî hislerle dolup boşalan, kendi millet ve çevrelerine karşı da sevgi, merhamet ve hoşgörüyle çarpan zirvedeki ruhlar, dünden bugüne tarihi hadiselere yön vermiş, tarihin yükünü ense kökünde taşımış bir düzine kutsilerdir ki, zaman, onlar ve onların sundukları mesajlarla itibârilikten çıkarak değer kazanır, mekân ve mekânın bağrındaki karadelikler onların aydınlık düşünceleri sayesinde cennet koridorları haline gelir.
Tek bir düşünce, tek bir anlayış, tek bir ma'bûda inanç etrafında kenetlenerek, varlık ve birliklerinin şuurunda olmaları, onların en önde gelen vasıflarındandır ve bu vasıfla hep zirvelerde dolaşır; şereften şerefe, zaferden zafere koşarlar.
Heyecanlanıp, harekete geçmelerini gerektiren herhangi bir sebep olmadığı veya kendi iç dünyaları ile meşgûl bulundukları dakikalarda, yüzleri yerde, fevkalâde sakin, uyumlu ve melek oldukları hissini uyandıracak kadar yumuşaktırlar. Vazife başında ve düşünceleri hesabına harekete geçtikleri zamanlarda ise, birdenbire çelikleşir, sertlerden daha sert hale gelirler.
Normal ve tabii halleri içinde, ruhlarındaki şecaat ve yiğitliği sezmek oldukça zordur; yumuşaklardan daha yumuşak, incelerden daha ince ve nâzik davranırlar; iş başa düşüp de hizmete çağırıldıklarında ise, birdenbire değişir bambaşka bir hal alırlar. Ve hele rehberlerini bulup yollarının da doğruluğuna inanıyorlarsa; işte o zaman, her biri birer ateşpâre kesilerek cihanın dört bir yanını velveleye verirler. Rehber 'Dur!' diyeceği âna kadar da durup dinlenme bilmez; stepler aşar, kandan irinden deryalara dalar ve süvarisini bulmuş bir küheylan gibi çatlayıncaya kadar koşarlar.
Şefkatli, azimkâr ve onlarla aynı duyguları, aynı düşünceleri paylaşan bir idârecinin elinde, pas bilmez, kırılmaz birer polat gibidirler; silâhı kadar ona yakın ve son soluklarına kadar da onunla beraberdirler. Zimamdarlarına böyle yürekten bağlı olan bu yiğitler, ondan hüsn-ü niyet ve hamiyet gördükleri sürece de bir lahza vefâ ve fedakârlıktan geri kalmazlar.
Yurt ve milletleri için gündüzleri soluk soluğa ve geceleri de uyku ve istirahat nedir bilmezler; bütün bir hayat boyu çırpınır durur, hem Hakk'ı hem de halkı hoşnut etmeye çalışırlar.
Herhangi bir sebeple düzenleri bozulup kuvvetleri dağılsa, şevklerini söndürüp ümitlerini kıracak hâdiseler peşi-peşine birbirini tâkip etse, semâlarındaki bütün yıldızlar birer birer dökülüp çevrelerinde karanlıklar kol gezse, zerre kadar sarsılmaz; derhal Yaradan'larına döner, inançla kanatlanır ve muhteşem geçmişleriyle bütünleşerek yepyeni bir şevkle, yeniden dirilir ve yeniden yollara koyulurlar.
Ma'budlarıyla başbaşa kaldıklarında her biri incelerden ince birer kalb ve vicdan insanı olan bu yiğitler, er meydanlarında tamamen ayrı bir hâl, ayrı bir hüviyet alırlar; Cahiz'in de ifade ettiği gibi, 'Onlardan kaçan kurtulamaz, uçan uçmaya fırsat bulamaz!' Onların dolaştıkları yerlerde tepeler dümdüz, düzlükler de pürüzsüz olur. Hücuma uğramadıkça kimseye hücum etmeyi düşünmez; hücum edince de hasımlarına aman vermezler. Arkasına düştükleri şeyi elde edinceye kadar durma dinlenme bilmez, uyku ve istirahata iltifat etmezler...
Nefretten nefret eder, kötülükleri iyilikle savmaya çalışır; hasımlarına karşı dahi âdiliğe tenezzül etmez, hep mertçe davranırlar. Mağlup edip dize getirdikleri kimseleri, hiçbir şey olmamış gibi karşılar ve onlara centilmenlikten zevk duyarlar.
Her işlerinde akıllı ve basiretlidirler.. zekâ ve ferasetleriyle en halledilmez gibi görünen meseleleri dahi halleder, bedbinlik ve karamsarlık içinde çırpınıp duran sîneleri ümit ve azimle şahlandırırlar. Ne var ki, dehâya denk bu üstün fıtratlar, o muhteşem zekâ ve kâbiliyetlerini hep millet yararına kullanırlar; kullanırlar da, başkalarına zararlı olmadan fersah fersah uzak bulunurlar.
Ülke ve milletlerini derin bir aşkla sever, bu uğurda maddî mânevî her türlü füyûzât hislerinden fedakârlıkta bulunur ve bu yolda ölmeyi hayatlarının gâyesi bilirler. Milletlerinin başına gelen bir felâket, onları tâ canevinden vurur; vurur da, onlara dünya zevk ve lezzeti adına her şeyi unutturur. Bu felâketi atlatacakları güne kadar da, evlerinde obalarında diriliş ninnileri söyleyerek gelecek nesillerde mücadele azim ve ruhunu geliştirip, onlara, esaret altında zilletle yaşamaktansa, izzetle ölmeyi öğreterek; dün ve bugün kaybettikleri şeyleri onlarda kazanmaya çalışırlar.
Onların ruhlarına, inandıkları düşünce istikâmetinde millete hizmet aşkı o kadar hâkimdir ki; mektepte, kışlada, tarlada saban arkasında, dükkânda alışverişte, memuriyet masası başında, namazgâhta, seccade üzerinde mecliste, meclis kürsüsünde ve bakanlık koltuğunda hep onu mırıldanır, onunla oturur, onunla kalkarlar.
İçtimâî yanları ve ma'şeri irâdeleriyle fevkalâde kuvvetlidirler. Millî her meseleyi, şahsî ve ailevî her türlü menfaatin üzerinde tutar ve bu uğurda cansiperâne mücâdele verirler.
Her türlü güç ve kuvvete, her çeşit hıyânet ve ihanete karşı, en metin, en sağlam kaleleri de o durulardan duru saf inançları ve o inançtan kaynaklanan yüksek heyecanlarıdır. Bu sağlam sığınakları sâyesinde, en aşılmaz görünen şahikaları aşar, en dev engelleri yener, en onulmaz dertlerin üstesinden gelebilirler.
Onların meclislerinde gece ve kıştan söz edilmez; en karanlık durumlarda dahi, onların düşünce dünyalarında, cihanları aydınlatacak ışık kaynakları, karı-buzu yerle bir edecek hararet ve enerji menbaları feveran edip durmaktadır. Onların bu cennet iklimlerinin dışında, yığınlar, ümitsizlik içinde boğulurken, onlar inanç mekiklerini bir başka ümit haliçesinde hareket ettirerek gözlere ve gönüllere ayrı ayrı güzellikler sunar ve ayrı ayrı diriliş yollarını gösterirler.
Sızıntı, Kasım 1985, Cilt 7, Sayı 82
- tarihinde hazırlandı.