Sohbet ve nasihatten istifade
Soru: Yapılan nasihatten kâmil mânâda istifade hangi esaslara bağlıdır? Hem konuşan, hem de dinleyen açısından verimli ve faydalı bir sohbet için dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?
Nasihat, başkaları için iyilik düşüncesi içinde bulunmak, iyilik mülahazasıyla oturup kalkmak, hayırhâhlık yapmak demektir. Bu işin usûl ve tarzı, diyen ve denilen arasındaki münasebete göre şahıstan şahsa, toplumdan topluma farklı farklı olabilir. Bazıları mev’izelerle, bazıları kitap yazmak suretiyle, bazıları broşürler hazırlayarak, bazıları da vazife ve misyonlarının müsaadesi ölçüsünde değişik yollar bularak, aynı atmosferi paylaştığı insanların ruhlarına girme ameliyesiyle, onlar için hayırlı olma işini eda edebilirler.
Nasihat, her konumdaki insan için, her zaman gerekli olan çok önemli bir ihtiyaçtır. Kur’an-ı Kerim;
وَذَكِّرْ فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنْفَعُ الْمُؤْمِنِينَ
“Onlara hatırlat; çünkü zikir ve hatırlatma mü’minler için mutlaka yararlıdır.” (Zâriyât Sûresi, 51/55) beyanıyla, bu önemli hususa dikkatlerimizi çeker. Âyet-i kerimede geçen “hatırlatma”nın, imana, İslam’a, ihsana, imanda derinleşmeye, İslam’ı bir bütün olarak kavramaya çağırma gibi kendine göre farklı dereceleri vardır. Buradaki وَذَكِّرْ kelimesinin tef’il babında gelmesi de hatırlatmanın önemini ve sürekliliğini göstermesi açısından ayrıca dikkat çekicidir. Zira bu babın özelliği teksir (çokluk) ifade etmesidir. Buna göre âyet-i kerimenin manası, “Sürekli ve sonsuza kadar hatırlatmaya ve nasihat etmeye devam et.” demektir. Yani âyet-i kerime, “Denmesi gerekli olan hususları ben bir kere, iki kere, üç kere dedim. Fakat bu insanlar, temerrüt ve inat içinde olduklarından yine de bildikleri gibi yaşamaya devam ediyorlar.” anlayışıyla nasihatin kesilmemesi ve hatırlatmanın süreklilik arz etmesi gerektiğini, zira bunun mü’minlere mutlaka faydalı olacağını ifade buyurmaktadır.
Resûl-i Ekrem Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) الدِّينُ النَّصِيحَةُ“Din bütünüyle nasihattir.”(Müslim, İman 95) lal u güher sözüyle bize bu hakikati ferman buyurmuştur. Evet, dinin ruhu nasihattir, ferdî ve içtimaî plânda dinin yaşanıp yaşatılması için o, zaruret ölçüsünde bir ihtiyaçtır. Bu vazife yapılmadığı takdirde, İslâm binasının er veya geç yıkılması mukadderdir. Zaten Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (aleyhissalâtu ve’s-selâm) mübarek hayatı da hep nasihat ekseninde cereyan etmiştir. O (aleyhi ekmelü’t-tahâyâ) günün belli vakitlerinde Mescid-i Nebevi’de oturur, sahabe-i kiram efendilerimiz de gelir ve O’nun etrafında halka teşkil ederlerdi. Bazıları ibadetlerle ilgili neyin nasıl yapılacağını, bazıları Efendimiz’in beyanından anlamadıkları sözlerinin izahını, bazıları da Kur’ân’dan bazı ayetlerin mânâsını sorarlardı. Bütün bunlar karşısında Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu ve’s-selâm), “Ben artık bugün konuşmayacağım, sorularınıza da cevap vermeyeceğim.” şeklinde hiçbir sözünü hatırlamıyorum. O, hayatı boyunca sadece bir kere hanımlarına îlâ yapmış ve bir hücrede inzivaya çekilmişti. Siyerde bunun dışında başka bir halvetten bahsedilmiyor. Evet, İnsanlığın İftihar Tablosu, devamlı Ashab-ı kiram efendilerimizin içinde bulunur, Kur’ân âyetlerini tefsir eder, onların sorularına cevap verir, müşkillerini çözerdi. Hadis külliyatı içinde yer alan sünnet-i sahihanın kavlî kısmı böyle oluşmuştu. O’nun ef’âl-i nebevî dediğimiz mübarek davranışları ise sünnet-i sahihanın fiilî kısmını oluşturuyordu. Bir de O’nun, mübarek gözü önünde yapılan amellere sükût buyurması vardı ki, bu da sünnet-i sahihanın takrirî kısmını teşkil ediyordu. Çünkü O’nun bir sahabenin bir davranışı karşısında sükûtu, bu davranışta bir mahzur olmadığının göstergesiydi. Diğer bir ifadeyle Resûl-i Ekrem’in sükûtu, dinin sınırları içine alınabilecek hâl ve hareketlerin tespitinde bir filtre vazifesi görüyordu. Sahabe-i kiram da o filtreye göre, “Tamam, bu içeriye alınabilir.” diyorlardı. İşte Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) her üç yolla da ta’lim edilmesi gerekli olan hususları sürekli ta’lim buyuruyordu.
İhtiyaca göre konuşmak
Konuşan ve dinleyenlerin samimi olması şartıyla, sohbetlerin bu şekilde soru-cevap tarzında cereyanı, onun daha verimli ve daha faydalı olmasını temin edebilir. Yani insanların kafalarına takılan problemleri getirip sormaları, konuşanın da bu problemlere cevap teşkil edebilecek mevzuları anlatması sohbeti daha verimli hale getirecektir. Yoksa dinleyicilerin hissiyatını hesaba katmayan, onların neye ihtiyaç duyduklarını nazar-ı itibara almayan bir konuşmacı, kürsüde, kendisine göre hamasî destanlar kesebilir, dinleyicilere hoş dakikalar geçirtebilir fakat anlattığı mevzuların kalıcı olarak kimseye bir faydası olmaz.
Bundan dolayı bir muallimin mektepte öğreteceği konuları, talebelerin seviyesine göre haftalara, aylara, yıllara yayarak, adım adım onlara hazmettirmesi gibi, bir nâsih veya vaiz de muhataplarının ufuk, idrak ve müktesebatını hesaba katarak, anlatacaklarını tedricî bir plan çerçevesinde ele almalı ve böylece muhatapların, anlatılan mevzuları sindirmelerini ve içselleştirmelerini sağlamalıdır. Ne var ki, böyle bir takdim şekli, meseleye ancak mahrutî bakanların yapabileceği bir iştir. Günü kurtarma derdinde olanların anlatacağı mevzular ise bir bütünlük teşkil etmeyeceğinden muhataplar üzerinde gerekli istifadeyi sağlamayacaktır.
Bu açıdan öncelikle toplumun neye ihtiyacı olduğu iyi tespit edilmelidir. Mesela namaz hakkıyla eda edilmiyorsa, namaz hakikati, onun ruhu, özü, esası dile getirilmelidir. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kamet-i kıymeti ölçüsünde tanınmıyor ve bilinmiyorsa, bütün yönleriyle İnsanlığın İftihar Tablosu anlatılmalı, ruhlara O’nun sevgisi nakşedilmelidir. Bu arada, daha derin açılımların gerçekleştirilmesi için konuşma esnasında dinleyenlerin zihinlerine takılabilecek soruları sorma imkânı oluşturulabilir. Böylece tıpkı su potansiyeli olan bir kuyuya kova salma ve çektikçe suyun kaynağının açılması gibi, onlar da sordukları sorularla anlatılan mevzuun daha da açılması istikametinde konuşmacıya yardımcı olmuş olurlar. Evet, dinleyenlerin, sordukları sorularla, konuşan zatı sağmaları sohbetin verimliliği adına çok önemlidir.
Sohbet ve nasihatte fani olmak
Diğer yandan nasihatin faydalı olması, her şeyden önce, konuşanın samimiyetine ve dinleyenlerin de anlatılanlardan istifadeye açık bulunmalarına bağlıdır. Evet, konuşan çok samimi olmalıdır; dinleyen de istifade niyeti içinde bulunmalıdır. Ayrıca din, Allah tarafından gönderilen ilahi bir sistem olduğu için, onun mutlaka Allah ile münasebet içinde anlatılması gerekir. Bunun yanında sohbet eden kimse, anlattığı konuların içine girebilmelidir. Öyle ki, oturduğu yerde, âdeta kendini unutmalı, anlattığı hâdisenin aktör veya figüranlarından birisi haline gelmelidir. Mesela o, Hz. Hamza’yı veya Enes İbn Nadr’ı anlatıyorsa, orada anlattığı kahraman haline gelmeli, kendinden geçmeli ve tamamen konunun güdümüne girmelidir. İsterseniz buna fena fi’s-sohbet veya fena fi’l-vaaz haline gelme de diyebilirsiniz. Anlattığı konuyla bütünleşmiş böyle bir insanın ağlaması, tebessüm etmesi, kimi zaman coşkun bir ruh haliyle sesini yükseltmesi tamamen konunun yönlendirmesine göre olacaktır. Böyle bir ufku yakalama da, insanın söylediği hususlara yürekten inanmasına bağlıdır.
İki taraflı bu faaliyetin öbür ucunda sohbeti dinleyen insanlar da, sohbet eden zatın anlattığı mevzular içinde onunla beraber dolaşabilmelidir. Mesela sohbet eden zat, bir cenk meydanında dolaşıyor veya kanat açmış miraca doğru uçuyor ya da seyr ilallah istikametinde bir seyr u süluk yapıyorsa onlar da kendi tahayyül ve tasavvurları içinde onu takip ve ona refakat etmelidir.
Önyargılar birer perdedir
Sohbete kulak veren insanların sohbet eden zat hakkında olumsuz düşüncelere girmemeleri ve söylenilen sözleri kabule açık bulunmaları da sohbetten istifade adına çok önemlidir. Konuşulan sözlerin, sadece kulağa girmesi değil, kalbe de tesir ederek değişik değerlendirme mekanizmalarında hazmedilebilmesi, ancak dinleyenin önyargılardan uzak bulunmasına bağlıdır.
Ayrıca bir kişinin sohbetten istifade edebilmesi için, kat’iyen herhangi bir kıskançlık ve çekememezlik içine girmemesi, “ben” dememesi ve anlatılan mevzular hakkında malumatfuruşluk yapmaması gerekir. Hatta konuşulan mevzuların içinde tam olarak kabul edilemeyecek bir kısım hususlar bulunsa bile, dinleyen kişi: “Bu konuyu sohbetten sonra görüşür ve tashih ederiz.” diyerek her şeye rağmen söylenenlere kulak vermeli, zihin ve kalbini sürekli konuşulanlara açık tutmalıdır.
Eğer bunlardan herhangi birinde bir eksiklik olursa, sohbet edenle sohbet dinleyen arasında bir husuf ve küsufun (ay ve güneş tutulması) yaşanması mukadderdir. Evet, sohbet veya vaaz u nasihat dinlerken, eğer onların içine garazlarımızı, kinlerimizi, nefretlerimizi, bencilliklerimizi, enaniyetimizi, bilgimizi katıyorsak, iki ene olamayacağından, kendi içimizde bir müsademe başlar ve bu da istifadenin önüne set çeker. Bu halet-i ruhiye içinde olan insanlar, İmam-ı Gazâlî, İmam Rabbanî, Alvar İmamı veya Hz. Pîr-i Mugan gibi büyük zatları dinleseler, hatta İki Cihan Serveri’nin sohbetiyle müşerref olsalar, O’nun huzurunda bulunsalar bile yine de istifade edemezler. Nitekim Ebû Leheb, Ebû Cehil gibi niceleri O’nu dinlemiş, fakat istifade edememişlerdir. Günümüzde de görüldüğü üzere, nice Ebû Lehebler, Kur’an ve Sünnet’i dinliyor, büyük zatların sohbetlerine muttali oluyor fakat onlardan hiç mi hiç istifade edemiyorlar.
Son bir husus olarak şunu ifade edeyim ki, başarı, muvaffakiyet, makam, mansıp bir imtihan olduğu gibi ilim de bir imtihandır ve çokları böyle bir imtihanda kaybeder. Evet, “biliyorum” düşüncesi insan için öyle bir perdedir ki, insanın, bir nâsih veya vaizden istifadesine engel olduğu gibi, aynı zamanda onu dinden, diyanetten, Allah’tan, peygamberden de uzaklaştırabilir. Cenab-ı Hak, Zümer Sûresi’nde
فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
“İnsana bir zarar isabet ettiği zaman, Biz’e yalvarır, ama sonra onu tarafımızdan bir nimet ile serfiraz kıldığımız zaman: “Ben bilgi ve becerim sayesinde bunu elde ettim” der. Hayır! İşin doğrusu bu bir imtihan unsurudur, ama çokları bunu anlamazlar.” (Zümer Sûresi, 39/49) buyurarak bu hususa dikkat çeker ve bize ikaz ve tembihte bulunur.
Esasında insanı Allah’tan uzaklaştıran nimet, nimet görünümlü musibetten başka bir şey değildir. Evet, makam, mansıp, paye, değişik üniversitelerde veya idarî sistemlerde elde edilen ad ve unvan gibi Allah’ın bize ihsan ettiği nimetler, şayet bize O’nu unutturuyor ve içimizde gaflet hissi hâsıl ediyorsa, bütün bunlar bizim için nimet suretine girmiş Allah belası birer nikmettir.
Böyle bir tehlikeden korunmanın yolu ise, hem söyleyenin hem de dinleyenin meseleyi sadece Allah rızasına bağlı götürmesi, kalb ibresinin hep O’nun hoşnutluğunu göstermesidir. Gerek sohbet yapacak insanın gerekse onu dinleyenlerin daha başta kendi içlerinde böyle bir hazırlığa girmeleri, tezkiye-i nefs etmemek suretiyle tezkiye-i nefs etmeleri, nefislerinin tepesine elli tane balyoz indirmeleri gerekir. Temelde böyle bir hazırlık yapılır, halis niyet, kalb safveti ve iç duruluğuyla meselenin içine girilirse, Allah’ın izniyle, işte o zaman nasihat ve sohbetler daha verimli, daha bereketli ve daha yararlı olur.
- tarihinde hazırlandı.