Mutasyon Mevzuu

Evrimci görüşün sözde dayanaklarından biri de, mutasyon, yani, canlıların genetik şifrelerinde kendiliğinden, tesadüflerle veya çevre şartları neticesinde meydana geldiği iddia edilen değişikliklerin, türden türe geçişte bir diğer faktör olduğu faraziyesidir.

Hücrenin bilgi ve komuta merkezi mesabesinde olan çekirdeğindeki kromozomlar, kendilerinde genleri barındırır. Her canlı nevinin o nev'e ait hususiyetleri, kromozomlarındaki bu genlerde (DNA) kaydedilmiştir. Tamamen bir emir ve kumanda mekanizması olan DNA, âdeta genetik bir bilgi deposu ve kendi kendini dahi kopya edebilecek tarzda yaratılmış mükemmel bir irade aynasıdır. Bir bilgisayar, düğmesine basılınca, nasıl daha önce programlanıp hafızasına yerleştirilen şeyleri getirip önümüze sergiliyorsa, bu mekanizma da, mâhiyetine derc edilen programı eksiksiz, kusursuz uygular; hatta bu programı durmadan şifreler. Bu şifreleme sayesinde, emir verme kuşağında, ait bulunduğu nev'in bekçiliğini yapar. Yani, dışarıdan hiçbir tesir bu şifreyi ve onun meydana getirdiği sur ve çeperleri aşarak, ne mutasyonlarla ne de başka şeylerle o nev'e çizgi değiştirmeye muvaffak olabilir.

Vâkıa, çeşitli radyasyonların, kimyevî maddelerin ve daha başka çevre şartlarının tesiriyle canlıların genetik şifre ve programında bir kısım değişikliklerin meydana geldiği bilinmektedir. Fakat, genetik şifrede herhangi bir sebeple ortaya çıkan ve adına mutasyon denilen bu değişikliklerin, yeni bir türün meydana gelmesine veya türden türe geçişe yol açmadığı da ortadadır. Buna rağmen bilhassa Neo-Darwinciler, bu değişikliklerin ard arda gelerek teraküm edeceği (birikme) ve neticede bir dönüşüme yol açacağı iddiasındadırlar. Halbuki, bir defa, bir fertte böyle bir değişikliğin, yani başka türe dönüşümün olması için, o ferdin ömrü buna yeter mi? Yetmeyeceği açık olmakla birlikte, haydi yeter diyelim, bu takdirde, meydana gelen değişiklikler faydalı, işe yarar ve ona daha yüksek vasıflar kazandırabilecek ölçüde mi? Bunun mümkün olmadığı, yani bir fertte sonradan meydana gelen değişikliklerin organ bozukluğu cinsinden, nesli bozucu, zararlı değişiklikler olduğu genetik ilmince teyit edilmiş ve şu ana kadar aksine bir hâdiseye de rastlanmamıştır.

Günümüzde kanser üzerinde yapılan çalışmalar bu hususa bilhassa önem vermekte ve çevreden gelen şua, hava kirliliği gibi tesirlerin hücreyi bozup, kansere sebep olduğu tahmin edilmektedir. İkinci olarak, değil belli büyüklükteki hayvanlarda ve insanda, mikroorganizmalarda dahi, ilmî çalışmaların uzanabildiği geçmişten bu yana bu türden değişikliklerin meydana geldiği tespit edilebilmiş değildir. İlim adamları, iddialarını ispat için Drosophila sineği üzerinde yıllarca denemeler yaptılar ve 400'den fazla sineğin biraz farklı yavrularını ürettiler. Atıf Şengün, bu çalışmalar ve neticeleri hakkında şu bilgiyi vermektedir: "Mahiyetlerinde bir değişikliğe rastlanmamış olmakla birlikte, kendi içlerinde mutasyonla az-çok değişikliğe uğrayan bu sinekler arasında yapılan aşılama veya tohumlamalarda yeni bir neslin elde edilemediği görülmüştür."

Kısaca, 400'den fazla Drosophila sineği üzerinde yapılan denemeler göstermiştir ki, mutasyonla –önemsiz değişmeler olsa bile– mahiyet değişmesi mümkün değildir. Bu sineklerde, çeşitli iklim şartlarının insan üzerinde yaptığı rengin siyahlaşması, tansiyonun yükselmesi gibi önemsiz değişikliklere benzer türde bazı değişiklikler meydana gelmiş, fakat, tür değiştirmeleri ve birbirleriyle telkih edildiklerinde yeni nesil vermeleri mümkün olmamanın dışında, bozuk ve sakat Drosophila sinekleri ortaya çıkmıştır.

Kaldı ki insana, belli ölçülerde eşya ve tabiata müdahale hak ve salâhiyeti de tanınmıştır. Onun yeryüzünde halife olması, yeryüzünü imar ve bunun için ilimleri icat ve geliştirme adına böyle bir müdahaleyi de gerektirir. Fakat bu müdahale, hiçbir zaman hayvanlarda bir türün diğerine dönüşmesi şeklinde bir tesir göstermez. Bitkilerde aşılama yoluyla, Allah'ın tabiatta koyduğu veya 'tabiat'ı teşkil eden kanunları gereği, buna müsait ağaçlardan başka bir ağaç elde edilebilir; ama vurgulamak gerekirse, bu, her ağaç için söz konusu değildir. Hangi ağaç yaratılışı gereği böyle bir dönüşüme müsaitse, o ağaç, aşılama ile başka bir ağaca dönüşebilir. Fakat, hayvanlar âleminde bu ölçüde bir dönüşme söz konusu değildir. İnsan, telkih yoluyla, yani soyu daha iyi bir sığırın tohumlarını, soyu daha düşük bir başka sığıra aşılamakla, sığır türünde ıslahta bulunabilir.

Bunun dışında, Allah, meselâ at ile merkep arasında telkihe müsaade etmiş; yani bu hayvanları, buna müsait yaratmıştır. Hayvanlar âleminde istisna sayılacak böyle bir muamelede bile meydana gelen katır, döllenme kabiliyeti olmayan bir hayvandır. Yani, değişik cinsleri böyle birbirine çaprazlama telkihle kısır bir hayvan dünyaya gelir ve ondan yeni bir türün meydana gelmesi düşünülemez. Bunun dışında, uzun zaman üst üste mutasyonlar neticesinde yeni bir canlının meydana geldiği görülmemiştir. Üzerinde çalışma yapılan bir kısım canlılarda bacak kısalığı, renk değişikliği gibi farklılaşmalar görülmüş olsa da, her tür yine kendi olarak kalmış ve orijinini korumuştur; kurt kurt olarak kalmıştır, koyun da koyun olarak... Müdahaleler ne kurdu koyun, ne de koyunu kurt yapabilmiştir. Değil bu karmaşık yapılarda, en küçük canlı olan bakterilerde dahi kayda değer herhangi bir değişiklik müşahede edilmemiştir. Yirmi dakikada bir bölünerek çoğalan bakteriler, kendi içlerinde 60.000 nesil sonra mutasyon geçiriyor olmalarına rağmen, 500.000.000 sene evvelkilerle bugünküler arasında; keza, bulunan fosilleri üzerinde yapılan incelemelerden hareketle 1.000.000.000 sene evvel de var oldukları tespit edilen ve bugün de varlığını sürdüren canlılarla, onların 1.000.000.000 sene önceki ataları arasında herhangi bir fark görülmemektedir.

Bir diğer mesele de, daha önce de üzerinde kısmen durulduğu üzere, paleontologlar, evrimi kabûl etmek için orta-ara müstahâselerin (fosillerin) bulunması gerektiğine dikkat çekmektedirler. Ama bazı Darwinciler, ara fosile ihtiyaç olmadığı, bir canlının bir üst türe birden sıçrayıverdiği iddiasındadırlar. Meselâ, onlara göre, sürüngen yumurtasından hemen kuş çıkıvermiştir. Buna cevabı ise genetikçiler vermekte ve birden bire 1000 vasfı birden değiştirmek gibi bir şeyin herhangi bir canlıya isnat edilemeyeceğini belirtmektedirler. Dr. Lecomte de Nouy, "Bir atın 5 tırnağını atması 5.000.000 senede ancak olabilir." der. Mesele bu tekâmül seyri içinde değerlendirildiğinde, milyonlarca sene içinde tedricen meydana gelebilecek bir değişmenin birden olabileceğini iddia etmek, sadece bir saçmalıktan ibaret olmaktadır. Eğer, değişme yavaş yavaş devam etti ve sonra birden dönüşüm oluverdi denirse, bu defa da deriz ki, böyle bir dönüşüm için basamak basamak bir değişimin olması şarttır; yani meselâ, at tek tırnaklı hale gelinceye kadar, arada 4 tırnaklı, 3 tırnaklı, 2 tırnaklı atların yaşamış olması gereklidir. Tırnaktaki değişme, elbette tırnakla sınırlı kalmayacaktır. Çünkü vücudun tamamı, birbiriyle münasebet içinde faaliyet gösterir. Bir yaranın iyileşirken kapandığı bile çok rahat gözlenebilir. Dolayısıyla, böyle bir değişimin gözlenmemesi mümkün değildir. Kısaca, sürüngen yumurtasından kuş çıkmaz. Yüzlerce mutasyon kuvvetinde bir değişme, ancak canlının o an ölümüyle sonuçlanır.

Mikroskobik varlıklarda çok süratli bölünme ve üreme olur. Meselâ, bir bakteri olan Escherichia coli, 20 dakikada bölünmeye başlar ve çok seri bölünür; yukarıda sözü edilen Drosophila sineği, bir senede 30 defa döl verir. Bu sineğin bir senesi, bizim 1.000.000 senemize tekabül eder. Beşer hayatında 1.000.000 senede meydana gelecek bir değişiklik, Drosophila'da bir sene içinde görülmesi gerekir. Eğer bu sinekte bir yılda bir tür değişikliği nevinden bir değişiklik olursa, bunun 1.000.000 yıl içinde insanda da olabileceğini kabul ederiz. Fakat, gerçekler bunun tam tersinedir. Bir kısım paleontologlar, ilk jeolojik devirler kabul edilen silür ve perm devirlerinde yaşamış bakterilerden ve mavi-yeşil alglerden bahsetmektedirler. Bazı kitaplarda, bu bakterilerin 300.000.000 sene, bazılarında ise 50.000.000 senedir var olduklarını okuyor ve bunların 50 veya 300.000.000 sene önce nasıl idilerse, bugün de aynı olduklarını görüyoruz. Bazıları, mavi-yeşil alglerin transformizmi (dönüşüm) reddeder yoğunlukta olduklarını ileri sürerek, bu söylediğimize itiraz edebilirler. Fakat, her nasıl olursa olsun, bakterilerden, çok sık ve süratli değişme istidadına sahip varlıklardan bahsediyoruz. Böyle iken, bunlar 50.000.000 veya 300.000.000 senedir hiç değişmeden geliyorlar.

Dünyanın çeşitli yerlerinde kurulmuş bulunan tabiî parklarda ve ayrıca hayvanat bahçelerinde değişik hayat şartlarına maruz bırakılan hayvanlarda gözle görülür bir değişiklik meydana gelmemektedir. Çeşitli lâboratuvarlarda evrime yol açacak mutasyonlar meydana getirmek için çalışmalar yapılmakta, fakat bir netice elde edilememektedir. Görüldüğü veya başarıldığı iddia edilen bazı cüz'î vak'alar ise, şüphesiz üzerinde çalışılan türlerin fıtrî hususiyetlerinden, yani o değişime müsait olmalarından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki evrim gibi, canlı varlığı ve hayatı izahta esas kabul edilmek istenen bir kanun, çok cüz'î vakalarla sınırlı olamaz; onun bütün canlı varlığı kuşatıcı olması gerekir. Allah, kâinatta her umumî kanuna bir istisna koymuştur ki, insanlar, bütün bütün kanunlara takılıp, onların gerisindeki asıl Fâili, Yaratıcı'yı, Rabb'i unutmasınlar. Buna rağmen, evrimle alâkalı lâboratuvar çalışmalarında bu seviyede bir istisna teşkil edecek bir vakaya bile rastlandığı söylenemez.

Bu konuda bir diğer iddia, allopoliploidi denilen, ayrı cinsten iki tür varlığın kromozom sayılarını iki katına yükseltip, sonra bunları birleştirerek, yani telkihle melez bir tür elde etme vakasıdır. Meselâ, lahana ile turpun kromozom sayılarını iki katına çıkarıp, sonra bunları telkih ettiğimizde, ortaya farklı bir turp türü çıkabilir. Fakat bu, yine bitkiler âleminde olmaktadır ve varlıklar tekemmül ettikçe, daha üst âlemlere gidildikçe, böyle bir şey imkânsız hale gelmektedir. Dolayısıyla buna, hayvanlar ve insanlık âleminde rastlanmaz.

Kromozom sayılarını iki katına çıkarmak, normal şartlarda ayrı türler arasındaki telkihler neticesi ortaya çıkan varlığın –katır gibi– kısırlığı sebebiyledir. Böyle bir varlık anne de baba da olabilme kabiliyetine sahip bulunmadığından, kromozom sayılarını iki katına çıkarıyoruz. Fakat, arz edildiği üzere bu, bitkiler âleminde olsa da, hayvanlar âleminde görülen bir vaka değildir. İnsanın kromozom sayısı 46'dır. İnsan, biyolojik hüviyetini bir bakıma bu 46 kromozoma borçludur; yani onun biyolojik karakterini tayin eden, 46 adet kromozomdur. Buna rağmen, bu sayı değiştiğinde, meselâ 45 veya 47, 48 olduğunda, yine de ortaya başka bir canlı türü değil, arızalı, sakat, anomali insan çıkmaktadır. Yani kromozom sayısındaki farklılık, köklü bir arıza sebebidir. Bu bakımdan, insandaki bu kromozom miktarı iki katına çıkarılacak olsa, meydana gelecek yavru, bir başka varlık türü olarak değil, yine insan olarak dünyaya gelecek, fakat dünyaya gelmeden önce veya geldikten sonra, yaşayamayıp ölecektir. Kromozom sayısının ölüme yol açmayacak ölçüde farklı olduğu durumlarda ise arızalar, sakatlıklar, hastalıklar ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla, hayvanlar veya insanlık âleminde kromozomlarla oynamanın getireceği sadece felâkettir.

Demek oluyor ki mutasyon, temelde, canlının sahip bulunduğu DNA sistemine yapılan bir müdahale olduğundan, canlıyı bozucu ve öldürücü tesirleriyle kendini göstermektedir. Dolayısıyla, ciddi bir değişikliğe sebebiyet verecek faydalı bir mutasyondan bahsetmek mümkün değildir.

Bu konuyu tamamlamadan önce son bir hususa daha temas etmek gerekiyor. Bilhassa Türkiye'deki evrimcilerin, son zamanlarda delil gibi kullandıkları bir konu da, insan genomunun güya çözülmüş olduğu iddiası ve bunun evrime temel teşkil ettiği faraziyesidir. Oysa, gerçekçi ilim adamları, gen haritası projesinin tamamlandığını söylemenin oldukça zor olduğuna dikkat çekmekte, genomun belli bir yüzdesinin sıraya dizildiği iddia edilmesine mukabil, insandaki gen sayısı hakkında bile, 28.000 ile 140.000 arasında değişen farklı rakamlar vermektedirler. Genlerin bir kısmını sıraya dizmekle, gen haritasının sırrının çözülmüş olmayacağını belirten bu ilim adamları, bununla "hayat kitabı"nın okunmasının da mümkün olmadığına vurgu yaparken, şu ana kadar başarılanın sadece bazı genetik hastalıkların teşhisine yarayacağını, çünkü genin kodunu bilmek, o genin vücutta hangi proteini ürettiğini bilmek mânâsına gelmediğini ve üretilen proteinin hangi proteinlerle mukabil tesir içine girdiği konusunun da net olmadığını ifade etmektedirler.

 Rahmeti Sonsuz, genetik bilgiyi çift koyduğu gibi, emniyet açısından çoğu aminoasitlerin kodunu da birden fazla yaratmıştır. Genetik, tıpkı bir lisan gibidir; doğru okunarak tercüme edilip proteinler haline dönüştürülmedikçe, hiçbir işe yaramaz. Bu yüzden de, canlılık ve sağlığın devamında gerekli genetik bilginin olması kadar, o bilginin, canlının hayatı boyunca, doğru şekilde, uygun zaman ve miktarda proteinlere dönüştürülmesi gerekmektedir. Acaba, her biri âdeta bir cilt ansiklopedi durumunda olan kromozomlardaki genetik bilginin bir kısmının kullanılmasına izin veren ve diğerlerini engelleyen şey nedir? Araştırmalar neticesinde görülmüştür ki, burada birtakım proteinler, belirli bilgileri açıp okuma, belirli bilgileri de yasaklama ve kilitleme fonksiyonunu eda etmektedirler. Diğer bir ifadeyle, genetik bilgi, bir seri protein molekülleriyle deşifre edilerek protein sentezinde kullanılmakta, sentezlenen proteinler de, genetik bilginin ne zaman ve ne şekilde okunacağını belirlemektedir. Acaba bunlar, kendilerini böylesine şuurlu ve varlıkların en bilgilisi olan insanın keşfetmeyi bile çok büyük başarısı olarak ilan ettiği faaliyetlere yönelten ilk emri kimden ve nereden alıyorlar? Kendilerinin üretimi için gerekli bilgiyi aldığı genetik programı daha sonra nasıl kontrol edebilir hale geliyorlar?

Esrarengiz ayrı bir programla, emir ve kumandayı rejenerasyon hâdiselerinde de görmek mümkündür. Hayvanların yaralanan, kopan veya harap olan uzuvlarının, âdiyât perdesi altında, fakat olabildiğince harikulâde bir yenilenme ve tamir süreci yaşaması oldukça hayret vericidir. Kopan veya harap olan herhangi bir uzvun yerindeki hücreler, önceden gayet normal, farklılaşmamış vücut hücreleriydi. Acaba, nasıl oluyor da, meselâ; bir kurbağada ayak koptuktan sonra aynı hücreler, sanki bir yerden gizli emirler alıyormuşçasına kıkırdak, kemik, kas ve epitel hücreleri şeklinde farklılaşarak yeni bir ayak meydana getiriyor? Yoksa bu hücrelerde ayağın bir planı mı var? Bir planı mı var ki, hücreler organizmanın bir ayağa ihtiyacı olduğunu biliyor ve bu bilgilerini o plana göre uyguluyorlar? Neden daha önce başka bir ayak için aynı sistem harekete geçmiyor da, vücudun ona ihtiyacı olduğu zaman böyle bir faaliyet söz konusu olabiliyor? Hücrelerin böyle bir şeyi bilmesi mümkün olmadığına, vücutta ve tabiatta da onlara böyle bir bilgiyi ve onu kullanarak, gerekli faaliyete geçme mekanizmasını verecek bir merkez bulunmadığına göre, demek ki, vücudun bütün ihtiyaçlarını bilen ve bu ihtiyaçları gidermeye gücü yeten biri var.. biri var ki, yerinde, mevsiminde bu işleri görüyor.

Soyağacı iddiası ve varlık ağacı

Evrimcilerin, ortaya attıkları teorileri adına ısrarla üzerinde durdukları soyağacı serencâmesi de bir hayli karışıktır.. Bir kere moleküler biyolojideki yeni keşifler evrim için yeni yeni açmazlar ve altından kalkılmaz problemler meydana getirmiştir ki, bu haliyle onu tam köşeye sıkışmış kabul edebiliriz. Zira, farklı molekül grupları esas alınarak 'yapılan "soyağaç"larında çok farklı neticeler ortaya çıkmış ve kimin kimden, neyin neden türediği içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Buna rağmen evrimciler, "çeşitli hayvan gruplarından, temel kabul ederek alacağımız farklı biyolojik molekül ünitelerine göre çok farklı soyağaçları çizebiliriz" iddiasını seslendirmekte, fakat böyle yapmakla, aslında, önce evrimi sabit bir gerçekmiş gibi kabul edip, sonra da ellerindeki malzemeyi bu temel üzerine dizerek, hayalî evrim ağacı çizdiklerini itiraf etmiş olmaktadırlar. Ayrıca evrimcilerin, varlık ağacının kökü başka, gövdesi başka, dal ve meyveleri de başka olduğu iddiaları da doğru değildir. Tam tersine, yapılan araştırmalar, kök sanılan şeylerin gövde ile, gövdenin de dal ve yapraklarla bir arada yaşadığını göstermektedir.

Meselâ, Kambriyen devrine ait ve evrimcilerin birini diğerine ata saydıkları birçok canlı birden ortaya çıkmış ve bir arada yaşamışlardır. Keza, bir kısım basit yapılı canlılarla çok kompleks olanların aynı devirde iç içe yaşadıkları da sabit bir gerçektir ki, bu da 100.000 nesil sonraki torunun 100.000 nesil evvelki dede ile beraber yaşamasını; milyarlarca sene evvel yaşadığı iddia edilen basit yapılı canlılarla, milyarlarca sene sonra yaşadığı tahmin edilen kompleks canlıların aynı anda bulunabileceğini kabul etmek demektir. Bundan başka, devoniyen devrinin pullu-derili çenesizlerinden, köpek balıklarına kadar günümüzde yaşayan bir sürü canlı bu devrede birden ortaya çıkmış ve çağların şâhikalarını aşarak gelip günümüze ulaşmışlardır ki, evrimci iddialarla bunlardan hiçbirinin durumunu izah etmeye imkân yoktur. Meselâ, bu devrin canlılarından olup ve evrimci düşünceye göre kurbağaların atası sayılan Crossopterygi grubu balıkların 70.000.000 sene evvel nesillerinin tükendiği iddia olunurken Güney Afrika açıklarında sürüler halinde görülmeleri; karbonifer devrinde kurbağalarla sürüngenlerin bir arada yaşamış olduklarının ortaya çıkarılması, evrimci nazariye açısından doğrusu anlaşılır gibi değildir ve sürüngenlerin kurbağalardan meydana geldiğini iddia eden düşünceye her birisi öldürücü birer darbe mahiyetindedir.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.