Körelmiş istidatların inkişafı
Soru: Körelmiş kabiliyetler inkişaf edebilir mi? Ölmüş kalbleri ihya etmenin yolu nedir?
İstidatlar bazen körelebilir ama onların körelmesi, köreldikten sonra ağzı açılmayan âlet ve cihazlar gibi değil; ağzı açılan, işleyen ve yeniden aynı kıvamı kazanan mükemmel bir mekanizma gibidir. Evet, bazen kalb de ölebilir; onu bir üniversite olarak kabul edecek olursak, onun vicdan gibi bir külliyesi ve sır, hafâ ve ahfâ gibi de fakülteleri vardır ve bazen bu fakülteler de sönebilir. Hatta belki her gün bunlar birkaç defa söner, ancak Allah yine onlara eski fonksiyonlarını ve dahasını kazandırır. Kalbde öyle duygular vardır ki bunlar bir kerecik olsun Allah’ın meşru saymadığı bir hataya girince hemen sönüverir... Evet, fosforlu taşların bir araç farından aldığı ışığı bir miktar karanlıkta aksettirdikten sonra sönüp tamamen gecenin karanlığına gömülmesi gibi, insanda da öyle latîfeler vardır ki, bunlar uzun zaman karanlığa dayanamaz ve bir an gelir bütün ziyalarını kaybederler. Ancak bir ışıkla yüz yüze geldiğinde de karanlık hemen dağılıverir. Onun için kalbin ölmesi, insanın ölmesi gibi değildir; yani kalb bazen ölür, ancak yine dirilir.
Nebiler, ölü gönülleri ihya etmek için gönderilmişlerdir. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) zuhur ettiği zaman Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) gibi devâsa kâmetler dâhil çoklarının gönlü ölü idi. Bu ölüler, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in potasında kıvamına girerek dirildiler. Körelmiş latîfeler öyle inkişaf ettirildi ki, Hazreti Ömer gibi bir kimse kısa bir zamanda Cibril-i Emin’in (aleyhisselâm) yanında yerini alacak seviyeye ulaştı. Develerle güreş tutan Hattaboğlu, artık karıncaya basmaz hâle geliverdi.
Bundan şu sonucu çıkarmak mümkündür: İnsanın gönül ve kalbinin ölmesi, latîfelerinin sönmesi, ebedî ölen ve sönen kimseler gibi değildir. Bunlar ölür, daha sonra yine dirilirler. İnsanın içinde bir haramın öldürdüğü latîfe, bir tek yalanın söndürdüğü ışık, bir iftiranın tahrip ettiği vicdan tamir edilip giderilmezse, hüsran-ı ebedî söz konusu olabilir. Evet, yalan söyleyen bir insanın o gün bazı latîfeleri ölür. Onu ihya etmek için bazen yirmi dört, bazen kırk sekiz saat gerekir. Bazen on dakika fena bir şeyi düşünmek, yani fiilen değil hayalen fâsık olmak yirmi dört saat insanın iç âlemindeki aydınlığı söndürür. İç müşâhedeye sahip bir insan bu durumda yirmi dört saat kalbinde bir ölünün yattığını ve âdeta onun kokusunun burnuna geldiğini duyar gibi olur. Cankeş olmuş o varlık bazen bir murakabe, tevbe, inâbe, evbe ile yavaş yavaş yeniden dirilmeye başlar. Sanki o mâsiyet (günah) hiç işlenmemiş, hayalen o fıska hiç girilmemiş gibi insanın iç dünyası yeniden aydınlanır.
Bu itibarla insan, mümkün mertebe kalbî ve ruhî hayatını söndürmemeye dikkat etmeli ve batmamak için lazım gelen her şeyi yapmalıdır. Madem içimizdeki bir kısım latîfeleri bir kelime, bir dane, bir habbe, bir öpme ve bir bakma batırıyor, –Allah muhafaza buyursun– o dakika içinde ölmüş o duygu ve sönmüş o latîfelerle Rabbin huzuruna gitme durumunda ebedî hüsran kaçınılmaz olabilir. Onun için de çok dikkatli olmak gerekir. Şayet bir kimsenin hayaline bir fısk u fücûr musallat olur, gece ve gündüz onu meşgul ederse, hemen ona sırt çevirmeli ve Cenab-ı Hakk’a teveccüh etmelidir. Çünkü bu hâlde devam, insanın duygularını söndürür. İnsan, o fısk düşüncesinin kendi içinde bir kurt gibi kalbini delmek suretiyle zor kapanır bir boşluk meydana getirmesine fırsat ve imkân vermiş olur. Bu açıdan insan her zaman dikkatli olup Kitap ve Sünnet yörüngeli düzgün bir hayat yaşamalıdır.
Elinde olmayarak bu türlü saplanmalara düşüp baş aşağı gitmeden hemen kalkıp Allah’a (celle celâluhu) istiğfar etmelidir. Nitekim Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği bir kudsî hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Kul günah işlediği zaman, ‘Allahım, günah işledim mağfiret et.’ der. Bunun üzerine Ben şöyle buyururum: ‘Kulum günah işledi. Kendisini mağfiret edecek Rabbisinin bulunduğunu, yani Beni kabul etti. Ben de onu mağfiret ettim.’… Daha sonra bir daha günah işleyerek, ‘Ya Rabbi! Yine günah işledim.’ der. Ben yine şöyle derim: ‘Kulum günah işledi. Kendisini mağfiret edecek birisinin bulunduğunu kabul etti. (Ey kulum! Sen dağlar azamet ve cesametinde günahlardan istiğfar edip benim karşıma geliversen, Ben seni yine mağfiret edeceğim.)’”[1] Onun için insan bir zelle ve bir sürçmeyi müteakip hiç vakit kaybetmeden hemen “Estağfirullah” deyip tevbe ederek Rabb’e teveccüh etmelidir. اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لَنَا، اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ ذُنُوبَنَا، اَللّٰهُمَّ اسْتُرْ عُيُوبَنَا، اَللّٰهُمَّ أَصْلِحْ أَحْوَالَنَا “Allahım, bizi bağışla. Allahım, günahlarımızı yarlığa. Allahım, ayıplarımızı ört. Allahım, hâlimizi düzelt.” demeli, samimi kulluğa bir kere daha “vira bismillah” deyip bir kere daha ebedi mihrabına yönelmelidir.
[1] Buhârî, tevhid 35; Müslim, tevbe 29, 30.
- tarihinde hazırlandı.