İman Hizmeti ve Beklentilerimiz
Hizmetin seyri memnuniyet verici midir? Tasavvur edilen seviyelere ulaşmış mıdır?
Mes'eleyi, birbiriyle irtibatlı iki açıdan ele alabiliriz:
Birincisi: Cenâb-ı Hakk'ın inayetiyle umulanın çok üstünde lütuflara mazhar olduğumuz.
İkincisi: Değişen ve gelişen şartlara göre hizmetin seyri.
Birkaç sene önceki şartlara göre, ki o zamanki vasat şöyleydi: Bazen yığın yığın halk, akın edip büyük şehirlere geliyordu, bazen de biz gidiyorduk.. çevre pür-heyecan, arkadaşlarımızın iştiyakı da yerindeydi... Bu hava ve heyecan içinde bizim daha büyük tasavvurlarımız vardı. Mesela: Anadolu'da, bu kadar, şu kadar müessese ihya edilir' diyorduk. Ama şartlar birdenbire değişince biz de mevcut vasata göre bazı şeylere 'iyi' demeye başladık. Şimdilerde ise, 'Allah'ın inayetiyle hizmetler artık, dost ve düşmanın ittifakıyla normalin çok üstünde ve inşirah verici mahiyette. Evet, Rabbimize karşı tahdîs-i nimet kabilinden bunu i'lan ve i'lam ediyoruz.
Gelelim hizmetin seyrinin memnuniyet verici olup olmamasına:
Dûn-himmet kimseler için, hiçbir şey yapılmasa da, Müslümanların camilere girip çıkmaları, Ramazan orucu tutmaları, zekât, sadaka ve kurbanları bir ölçüde dînî hayat adına normal görülebilir. Fakat Muhammedî (sav) anlayış içinde hayatını örgüleyen bir mü'min için asla.! Böyle bir mü'min her zaman doyma bilmeme kuşağında yaşar. Onun gözü Kur'an'ın ifadesiyle 'Hel min mezid (=Daha yok mu?)' mülâhazasıyla hep gözü ötelerdedir. İşte bu anlayış seviyesine ulaşmış biri için, hizmet hesabına doyma yoktur. Böyleleri her sene, hemen her beldede bir sürü okul, bir sürü de üniversite açsalar ve evlerinin sayısını da 10 katına çıkarsalar, yine de 'daha yok mu?' der dururlar. Hatta bir gün yeryüzünü bütünüyle ışığa boğsa ve her tarafı aydınlatsalar, bu defa da göklere merdiven dayama yollarını arar ve 'daha yok mu?' derler. İhtimal bir daha yeryüzünün bozulmaması ve ifsad edilmemesi için, şerir ruhların önünü alma yollarını araştırırlar. Yani ervah-ı habîseye karşı sürekli tahşidat yaparlar. Bu anlayıştan hareketle, iyi inanmış ve tam İslâm'ın istediği mânâda aksiyon anlayışına ulaşmış bir insan için, hizmetin inkişaf ve gelişmesi tatmin edici değildir. Ümit ediyoruz ki, bu davaya, dünden bugüne gönül veren kimseler, dûn-himmetliğe düşmeden, bütün bir dünyayı ışığa gark etme düşüncesiyle, yürekten Allah'a (cc) teveccüh eder ve bir daha da dönmemek üzere bu yola koyulurlar.
Evet, işte Ashab-ı kiram efendilerimizi bizden ayıran en büyük fark da budur. Nerede bir kara parçası var olduğunu duymuşlarsa, oraya da gidelim demiş ve hemen yollara dökülmüşler. Bu düşünceyle o büyük kumandan, Halid bin Velid (ra) atını sürmüş İran'ın içlerine kadar.. sonra mahmuzlamış atını Suriye istikametine ve yürümüş Bizans'ın üstüne. Ondan sonra gelen Ukbe bin Nafi, Arapların 'zulmet denizi' dedikleri Bahr-i Muhît'e kadar ilerlemiş ve tarihçilerin dillerinde destan o meşhur sözü ki 'Allah'ım bu deniz karşıma çıkmasaydı, Sen'in yüce adını denizler aşırı ülkelere de götürecektim' demiş gürlemiş. İşte bütün bunlar, bir bakıma bu davaya delice gönül vermişliğin ifadesidir. Yani yatarken bunu düşünme, kalkarken bunu düşünme, yemek yerken bunu düşünme, su yudumlarken bunu düşünme, her hâlükârda bunu düşünme... Yeni yeni müesseseleri milletin hizmetine takdim ederken, o müesseseleri birer mukaddime yaparak, hayalinde onların üstünde daha yeni şeyler kurarak, sürekli ileriye matuf plânlarını ona göre hazırlama. İşte, gerçek bir aksiyon adamı portresi!
Evet, biz âli himmet olmanın iktizası; hiç doyma bilmemenin yanında, aynı zamanda şükran hisleriyle de iki büklümüzdür. Bütün liyâkatsızlığımıza rağmen, bu konuda dün de, bugün de hep aynı şeyleri söyledik ve hep aynı şeyleri söyleyeceğiz. Bizi bu ufka ulaştıran Allah'tır. Biz O'nun himaye ve inayetiyle bu hale geldik. Vahdetimize zahirî esbap açısından çok şeyler borçluysak da, bu mes'elede en başta, kalpler elinde olan Allah'ımıza medyunuz. Bizi birbirimize sevdiren, birbirimizle sarmaş dolaş hale getiren, himmetlerimizi tevhid etme yollarını açan Allah'ımıza. O'ndan diler ve ümit ederim, bir reşha hüviyetinde, yani zâtî bir varlığı ve hüviyeti olmama düşünce ve anlayışına bağlı kalarak bizleri bu aşk ve şevkle sonsuza kadar bermurad kılar.
Yıllar önce görmüş olduğum bir rüya ile mes'eleye ayrı renk katmak istiyorum: 1980 ihtilalinden az önce, zannediyorum son iki vaazımdan önce, rüyamda kürsümün devrilir gibi olduğunu gördüm. Tuhaftır, kürsü devrilirken ben Meryem suresinin 96. âyetini tefsir ediyorum. Yani 'İman edip salih amelde bulunanlara rahman olan Allah (cc) (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.' Bu âyet-i kerimeyi izah eden şöyle bir hadîs de vardır: 'Allah (cc) bir ferdi sevince, Cebrail'e; 'Ben falanı seviyorum, sen de sev' der. Cibril de onu sever ve bütün gök ehline 'Allah falanı seviyor ben de seviyorum, siz de onu sevin' der, onlar da sever.. derken bu sevgililere yerde hüsn-ü kabul vaz'edilir.' Evet rüyamda, bu âyet ve muhtevasını arz ederken, birden kürsü devrilir gibi oldu ve doğruldu. İşte o gün bugün bir bakıma hep inşirah içindeyim. Zira, bugünkü ehl-i hizmete hüsn-ü kabul vaz'edilmiş olduğu ümidini besliyorum.
Mânâ âlemindeki böyle bir ru'yete bu kadar itimad edilir mi? Zahirî hal ve zahirî şerâit bunu te'yid ettikten sonra itimat ve itibar etmemek için de hiçbir sebep yok. Rabbimizin sonsuz lütuflarına itimat ediyoruz ki, inşaallah bu cemaati -gerçi böyle bir tabir kullanıldığını da bilmiyorum ama- ashab-ı vüdd eylesin. O Rahman bize zatını sevdirsin, kendisi de bizi sevsin ve 'Onlar Allah'ı severler. Allah da onları sever' âyetine bizi mazhar eylesin. İnşaallah arkadan gelen nesiller de bu hizmeti devam ettirir ve böylece bir tarihî rüya daha gerçekleşmiş olur.
Elverir ki, biz hizmet adına bütün varlığımızı ortaya koyalım.. bütün imkânlarımızla seferber olalım ve bu mevzuda hiçbir fedakârlıktan geri kalmayalım. Geri kalmayalım da neler yapmamız gerekiyorsa onları yapalım. Gelecekte, 'keşke yapsaydık' demeyelim, dizlerimize vurup, kadere taşlar atmayalım.
Böyle bir niyetle çalışılırsa daha geniş kitlelere ulaşma imkânı olacak ve şimdilerde birer nüve halinde ortaya atılan eğitim ve kültür adına müesseseleşme fikri, daha geniş dairede Anadolu ve hatta bütün dünyayı saracak ve şurada-burada perişan dolaşan nesillerin imdadına koşulacak.. ve tabii bütün bunlarla, Rabbimizin rızası -inşaallah- elde edilmiş olacaktır.
İşte böylesi pahalı şeylere tâlib olan insanların mevcudla iktifa etmesi ve hal-i hazırdaki durumundan memnun olması düşünülemez. Evet o, daima yeni ufukların, yeni hülyaların insanıdır. Ve o hülyalarını gerçekleştirmek, o ufuklara ulaşmak için durma-yorulma bilmeden, 'Daha yok mu Allah'ım?' nidalarıyla koşup duracaktır.. koşup durmalıdır da.
- tarihinde hazırlandı.