İlâhî Lütufların Devamı Yolunda

Tarihî seyir içinde cereyan eden hâdiselerle mukayese edildiğinde âdeta dengeler kuşağında yaşarcasına ilâhî lütuflara mazhar olduğumuz sık sık ifade buyrulmakta. Bu lütufların temadisi için fert ve toplum olarak bizlere düşen vazifeler nelerdir?

Allah'ın üzerimize sağanak sağanak yağdırdığı rahmetini "tahdis-i nimet" olarak sık sık zikrediyoruz.. zikretmeliyiz de. Nasıl zikretmeyelim ki, bizler bir damla yağmura hasret kaldığımız günlerin, mâneviyat adına kurumuş, çatlamış çorak yerlerin ve bir çorak dönemin insanlarıyız. O günlerden Rabbim, bizlere inayet ve lütufta bulunup bugünlere eriştirdi. Ne var ki, Allah'ın inayet kerem ve lütfunun bizi kuşatması ayrı bir mesele, bunların temadisi de ayrı bir meseledir.

Kanaat-i âcizanemce bu nimetlerin devam ve temadisi adına yapacağımız ilk iş, mevcut hâlin geriye tek adım bile atılmaksızın, istikamet üzere korunmasıdır. Bir misal verecek olursak; radyoda kanal ayarlaması yaparken evvelâ aradığımız kanalı bulur, sonra da bulduğumuz kanalda sabit kalıp artık diğer kanallar üzerinde ibreyi gezdirmeyiz. Belki, kanal üzerinde ibreyi hafif sağa-sola oynatıp en net dalgayı yakalamaya çalışırız. Aynen bunun gibi, sebepler planında bu nimetlerin bize gelmesine vesile olan ızdırap, dua, aksiyon gibi özellikleri, onları muhafazanın yanında daha da ileri götürmeliyiz ki, üzerimizdeki lütuf ve ihsanların devamı adına ilk adımı atmış olalım.

Bir diğer nokta da, yaptığımız işlerde en hâlisaneyi, en müttakiyaneyi, en zahidaneyi, en veliyyaneyi bulmaya çalışmamızdır. Hem de bir ömür boyu bunun arkasında olma kaydıyla. Aksi takdirde, aksiyon ruhunun dumûra uğradığı an, "Hücümat-ı Sitte"deki gailelerin hemen çepeçevre bizi kuşatacağı kaçınılmaz olur. İşte o zaman birbiriyle çok irtibatlı ve biri diğeri hesabına işleyen fasit dairelere götürücü olan bu gailelerden birinin ağına düşüp helâk olabiliriz. Zira bu öldürücü virüsler arasında öyle enteresan bir haber ağı vardır ki, biri bünyeye girip vücudun mukavemetini kırınca, hemen diğer virüslere "Sen de gel!" sinyali gönderir. Böylece bu virüsler birbirlerine telgraf çeker gibi mânevî bir irtibat kurmak ve bir fasit daire teşekkül ettirmek suretiyle içine girdikleri bünyeyi yıkmaya başlarlar.

Biraz daha açacak olursak; ferdin bünyesine giren korku virüsü, tenperverlik virüsünü çağırabilir. Vücudun mukavemeti biraz daha kırılınca, sinyali alan şöhret bir hamlede içeri dalabilir... En sonunda vücud bir daha da iflah olmaz bir hâle gelir ki, Allah'tan inayet ola..! Evet, şayet hususî bir lütuf, inayet olmazsa bu kerteden sonra onun için ayağa kalkmak mümkün olmayacaktır.

O hâlde bir yandan Rabbimiz'in lütuflarına mazhariyeti­mizi muhafaza ederken, diğer yandan da "Daha yok mu?" der­cesine, daha yüksek mertebelere tırmanma gayreti içinde olmalıyız ki, bu gaileler başımıza gelmesin.

Evet, her lütuf kendi cinsinden şükür ister. Şayet Rab­bi­miz bize imana uyanmayı ve aynı zamanda başkalarını da uyandırma şuurunu lütfetmişse, hatta bizi, hayatımızın gayesi bu ol­du­ğuna sık sık ihtarlarda bulunmuşsa, bu nimet de yine aynı cinsten bir şükür ister. İşte bu şükür ve şükrün devamıdır ki, lütfun devamına sebep olacaktır. Allah (celle celâluhu) "Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım. Ama nankörlük ederseniz azabım çok şiddetlidir." (İbrahim sûresi, 14/7) buyuruyor. Dikkat edecek olursanız burada "Nankörlük ederseniz, nankörlüğünüzü artırırım." demiyor. "Nankörlük yaparsanız azabım çok şiddetlidir." buyurmak suretiyle, bir taraftan bizi müstakim bir çizgiye çağırıyor, diğer taraftan azaptan korunma ve lütfa mazhar olmanın yoluna işaret ediyor. İşte biz de, böyle bir imana uyanma nimetine karşı, başkalarının imana uyanmasına sebep olma şükrüyle mukabelede bulunuyor ve yeni yeni nimetlere mazhariyet bekliyoruz. İnşâallah bu sayede yakînimiz daha da ziyadeleşiyor ve Rabbimiz'i daha da yakından hissediyoruz... Üstadımız "Kendilerine verdiğimiz şeylerden infak ederler." (Bakara sûresi, 2/3) âyetinin tefsirini yaparken, umumîliğe gidiyor ve şu açıklamayı yapıyor; "Malın zekâtı olduğu gibi bedenin, zekânın, hafızanın, muhakemenin, hatta nutkun da kendine göre zekâtı vardır." Her şeye hakkını vermek gerekir. O hâlde bize gelen bu lütufların temadisi için aynı cinsten şükürle mukabelede bulunmamız şarttır ve elzemdir.

Bu hususta takip edilmesi gereken bir başka metot da; birbirimize karşı açık kapı siyaseti izlemek suretiyle iç kontrolü temin etmektir. Tıpkı sahabe-i kiram gibi. Az Asr-ı Saadet'e gidecek olursak, orada ashab-ı kiram efendilerimizin birbirlerine karşı söyledikleri dobra dobra pek çok mertçe sözlere şahit oluruz. Bu sözleri bir numune olarak nazar-ı itibara alınca, biz de bunu kametimize göre kendi içimizde tatbik edebiliriz. Yani, "Arkadaş! Eğer bir meselede düştüğümü görürsen, elimden tutup kaldır. ‘Neydi yahu o hâlin?' diyerek beni ikaz et. Bu hususta temerrüt etmeyeceğim." diye karşı tarafa bir hak ve selâhiyet tanıyarak, eğrildiğimizde belimizi doğrultacak bir arkadaş seçebiliriz.

Yalnız burada önemli olan husus, Üstad'ın, "perdeyi yırtmamak" tabiriyle dile getirdiği ölçünün iyi ayarlanmasıdır. Evet, bence "Allahım, beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsimle baş başa bırakma!" diye dua dua yalvaran şahsın bu kapıyı arkadaşlarına açması ve yapılan ikazları "emr-i bi'l-mâruf nehy-i ani'l-münker" olarak kabul etmesi gerekir. Selahaddin Eyyubî veya Nureddin Zengî bir şahsın, Yavuz Zenbilli'nin, Kanunî Ebussuud Efendi'nin ikazları karşısında dize gelmiş ve "Allah senden razı olsun, yoksa başımı almış gidiyordum." demişlerdir. O hâlde biz kim oluyoruz da, böyle ikazlara karşı kapımızı kapatıyor, hatalarımızı gösteren insanlara karşı tavır alıyoruz?

Hâsılı, biz kendimizi değiştirmedikçe Rabbimiz bizi değiştirmeyecektir. Ama kendi kendimizi değiştirmemizin temini hususunda nesf-i emmaremize karşı bize yardımcı olacak ve bizi kendi hâlimize terk etmeyecek vefakâr dostlara da çok ihtiyacımız var.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.