Sohbet ve Sohbet-i Cânân

Sohbet ve Sohbet-i Cânân

Sohbet

Sohbet; Cenâb-ı Hakk’a yönlendiren yararlı konuşmalarda bulunma, söz ve düşünce ile başkalarının ufkunu açma, bir insanın kendisine karşı duyulan hüsnüzannı, gönülleri sonsuza yönlendirmede bir kredi gibi kullanma ve hep hayırhahlık mülâhazasıyla oturup-kalkmaya denir ki; zannediyorum Yunus da, “Asayiş kılan cânı evliyâ sohbetidir.” diyerek, işte böyle yüksek hedefli musahabenin hayatiyetini vurgulamak istemişti..

Sohbet, zâhir ve bâtın duygularla hakikati duyma, hissetme, yaşama hâlidir ki, öteden beri hep ehemmiyetli bir “insibağ” sebebi addedile gelmiştir.

Sohbet, gönül kapılarını ardına kadar ilâhî varidat ve mevhibelere açık tutarak, bir hak dostuna mülâzemette bulunup, onun Hak tecellilerine açık o zengin atmosferini paylaşmak demektir. Sahabe, hizmette zirveleri tuttuğu gibi, sohbette de en yüksek şahikaların üveyki olma pâyesiyle serfirazdır.[1]

* * *

Sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr ü sülûka mukabil hakikatin envârına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve in'ikâs vardır.[2]

* * *

Sohbet dinleme üslûbu / muhatap sensin ey nefsim

Üstad Hazretleri, mutlak manada insan ve insan fıtratına ait meseleleri ele alıp, anlatırken hep “ben”, “gafil nefsim” diyerek nefsini muhatap alır. Onun için böylesi konularda biz de, esfel-i safilin’in çocuğu olduğumuz gerçeğinden hareketle, kendimize benlik adesesiyle bakmamız gerekir. İşte O zaman insan, okunan ve anlatılan şeylerden daha çok istifade eder. Yanlışlıklarını daha net görür ve istikamet kazanabilir. Aksine hareket edip, okuduklarını ve anlatılanları başkasına havale ederse, o kendi nefsini müzekkâ, müberrâ addediyor demektir ki; onun, içinde bulunduğu çukurdan kurtulması oldukça zordur.[3]

* * *

Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz ayetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.[4]

* * *

Aziz kardeşim! Şu dört muhtelif meseleyi muhtelif vakitlerde Kur’ân-ı Hakîm nefsime ders vermiş. Arzu eden kardeşlerim dahi bundan bir ders veya bir hisse almaları için yazdım.[5]

* * *

Saniyen: Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap etmişim. Herkesi davet etmiyorum. Belki ruhları muhtaç ve kalbleri yaralı olanlar, o edviye-i Kur'âniyeyi arayıp buluyorlar.[6]

* * *

"Ey insan!" dediğim vakit nefsimi murad ediyorum.[7]

* * *

Bir zaman sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: "Namaz iyidir. Fakat hergün, hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor."

O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfus-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyleyse nefsimden başlarım.

Dedim: Ey nefis!
Cehl-i mürekkep içinde,
Tembellik döşeğinde,
Gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil,
Beş ikazı benden işit. (…)
Ey bedbaht nefsim! (…)
Ey şikemperver nefsim! (…)
Ey sabırsız nefsim! (…)
İşte, ey sabırsız nefsim! (…)
Ey sersem nefsim! (…)
Ey dünyaperest nefsim! (…)[8]

* * *

Sohbet dinlemenin üslûbuyla alakalı bazı sohbetler:

Ey Nefsim muhatap sensin” 13.03.2005 tarihli Bamteli

Sohbet âdâbı ve nasihate kapalı ruhlar” 13.07.2009 tarihli Bamteli

* * *

Sohbetlerin gayesi / Sohbet-i Canan

Aslında bu sohbetlerde en önemli gaye, imanın marifet ufkuna ulaştırılması, marifetin “yakîn”in değişik mertebeleri sürecine bağlanması, Hakikat-i Ahmediye vesayetinde kalb ve ruhun hayat mertebelerinde seyahatler gerçekleştirilmesi ve bu seyahatlerin de şuurlu temâşâ ile değerlendirilmesidir.[9]

* * *

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللهَ ذِكْراً كَثِيراً

Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin, O’nu sık sık anın. (Ahzab sûresi, 33/41)

وَاذْكُرْ رَبَّكَ كَثِيراً وَسَبِّحْ بِالْعَشِيِّ وَالإِبْكَارِ

Rabbini çok zikret, sabah akşam onu tesbih ve tenzih et! buyurdu. (Al-i imrân sûresi, 3/41)

الَّذِينَ آمَنُواْ وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللهِ أَلاَ بِذِكْرِ اللهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

İşte onlar iman edip gönülleri Allah’ı zikretmekle, O’nu anmakla huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur. (Ra’d sûresi, 13/28)

اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللهَ قِيَاماً وَقُعُوداً وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak, gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki: “Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın. Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz. Sen bizi o ateş azabından koru!” (Al-i imrân sûresi, 3/191)

* * *

Keşke sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan,
Sözümüz cümle heman kıssa-i Cânân olsa..! (Taşlıcalı Yahya)

Ne olur, bir araya gelişlerimizde sohbetlerimiz hep sohbet-i canan olsun. Yani evirip çevirip sözü Allah’a ve Allah’ın Resulüne bağlayalım.. din-i İslam diyelim. Fuzuliyatın bir damlasına bile müsaade etmeyelim.[10]

* * *

Fıtratı aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i câm-ı aşk olan Mevlâna Câmî, kesretten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:
يَكِى خَواهْ يَكِى خَوانْ يَكِى جُوىْ يَكِى بِينْ يَكِى دَانْ يَكِى كُوىْ
demiştir.

1- Yâni: Yalnız biri iste, başkaları istenmeye değmiyor.
2- Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.
3- Biri taleb et, başkalar lâyık değiller.
4- Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
5- Biri bil, mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.
6- Biri söyle, ona aid olmayan sözler mâlâyanî sayılabilir. (17. Söz, 2. Makam)

* * *

Kat'iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur. Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? İşte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.[11]

* * *

Bu Risâle-i Münacat, hem vücub-u vücud, hem vahdet, hem ehadiyet, hem haşmet-i rububiyet, hem azamet-i kudret, hem vüs'at-i rahmet, hem umumiyet-i hâkimiyet, hem ihata-i ilim, hem şümul-ü hikmet gibi en mühim esasat-ı îmaniyeyi harika bir îcaz içinde fevkalâde bir kat'iyet ve hâlisiyet ve yakîniyet ile ispat eder.[12]

* * *

İ'lem Eyyühel-Aziz! Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri, Hâlıkımızı, Malikimizi ve Mevla’mızı bilmediğimiz takdirde cennet olsa bile cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle de zevk ettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek, marifetullahtan başka bir şey var mıdır? Evet, marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi Cennet'e bile iştiyak geri kalır.[13]

[1] M. Fethullah Gülen, Sohbet ve Musahabe, KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ, 2/244-250
[2] Bediüzzaman Said Nursi, SÖZLER, 27. Söz, Zeyl
[3] M. Fethullah Gülen, Esfel-i Sâfilin ve İnsan, FASILDAN FASILA, 4/46
[4] Bediüzzaman Said Nursi, SÖZLER, Giriş
[5] Bediüzzaman Said Nursi, MEKTUBAT, 11. Mektup
[6] Bediüzzaman Said Nursi, MEKTUBAT, 16. Mektup
[7] Bediüzzaman Said Nursi, LEM’ALAR, 14. Lem’a
[8] Bediüzzaman Said Nursi, SÖZLER, 21. Söz, Birinci Makam
[9] M. Fethullah Gülen, Sohbet ve Musahabe, KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ, 2/244-250
[10] M. Fethullah Gülen, Sohbet-i Cânân, SOHBET-İ CÂNÂN, s. 175
[11] Bediüzzaman Said Nursi, MEKTUBAT, 20. Mektup, Mukaddime
[12] Bediüzzaman Said Nursi, ŞUALAR, Münacat Risalesi, 3. Şua, Mukaddime
[13] Bediüzzaman Said Nursi, MESNEVİ, Hubab

Not: Bu dosya, 29 Mayıs 2014 tarihinde Mehtap TV’de “Çizgimizi Hecelerken” programında müzakere edildi.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.