Kur’ân ayı Ramazan
Müzakere Çizgimizi Hecelerken'de ilahiyatçı Cemal Türk ve Abdullah Şeref, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin perspektifini ve Hizmet'in ilham kaynaklarını yorumluyor. Ufuk açıcı okumaların gerçekleştirileceği programda, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Ramazan ayının manevî dünyamıza kattığı güzellikleri dile getirdiği metinler müzâkere ediliyor.
Ramazan, Kur’ân ayı olması itibarıyla bütün bir sene Kur’ân’dan uzak kalmış olanlar bile ciddî bir susamışlık içinde, kendilerini o nurefşân iklime atar.. Kur’ân’ın sağanak sağanak onların başlarına boşalttığı ruh, mânâ, esrar ve eltafla benliklerinin kurumaya yüz tutmuş bütün vadilerini sular.. bir baştan bir başa gönül dünyalarını tıpkı bir çiçek bahçesi hâline getirir ve onları var olma zevkiyle coşturur.[1]
* * *
Ramazan-ı Şerif’in sıyâmı, Kur'ân-ı Hakîm’in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'ân-ı Hakîm’in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:
Kur'ân-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş. O Kur'ân'ın zaman-ı nüzulunu istihzar ile o semâvî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerif’te nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'ân'ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı ilâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem’den (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil'den, belki Mütekellim-i Ezelî’den dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur'ân'ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.
Evet, Ramazan-ı Şerif’te güya Âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur'ân'ı, o hitab-ı semâvîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذِي أُنْزِلَ فِيهِ الْقُرْآنُ ayetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Kur'ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmânın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.[2]
* * *
Onlar, Kur’ân’da bütün varlığı duyar ve dinler; duygu ve düşünceleriyle kanatlanır.. Kur’ân’da bütün hilkatin soluklandığını hisseder, ürperir.. yer yer ra’şelerle kendilerinden geçer; zaman zaman da gözyaşlarıyla nefes alır, gözyaşlarıyla boşalır, aradan perdelerin kalktığını duyar, Allah’a yakınlardan daha yakın olduklarını hisseder ve kendilerini âdeta bir zevk zemzemesi içinde bulurlar.
Kur’ân’ın ledünnî muhtevasını ancak, onda bütün varlığın sesini duyabilenler ve onun derinliklerinde insan ruhuna ait korku ve ümit, tasa ve sevinç, keder ve neşe mûsıkîsini birden dinleyebilenler anlar. Onu sanki kendine inmiş gibi dinleyebilen zamanüstü ruhlar, Onda Cennet meyvelerinin lezzetini, Firdevs bahçelerinin renk ve güzelliğini, Reyyan yamaçlarının çağlayan ve manzaralarını müşâhede eder ve onunla gürül gürül hâle gelirler.[3]
Zevk zemzemesi / Zevk armonisi
Cenâb-ı Hak nurlu beyanında, bizi huzuruna celp ve maiyyetiyle şereflendirmek için çok defa havfı bir kamçı olarak kullanır. Bu kamçı, tıpkı annenin itapları, yavruyu onun şefkatli kucağına ittiği/çektiği gibi; insanı ilâhî rahmetin enginliklerine cezbeder ve onu cebrî lütufların vâridâtı ile zenginleştirir. Bu itibarla, Kur’ân-ı Kerim’de havf u haşyetle tüllenen her emir ve direktif, bir buuduyla ürpertici görülse de, diğer yanıyla rahmet televvünlü ve inşirah vericidir.[4]
* * *
Hak yolcusu, bir bir fenâ mertebelerini aşıp da tam bir “fenâ fillâh” kahramanı hâline gelince, artık her ufukta ona “bekâ billâh” renkleri tüllenmeye başlar. Böyle bir sâlik, ( ) vicdanî bir duyuş ve sezişle, O’nun tahtının her şeyi kapladığını duyar ve O’na tam yönelmenin şekillerinden tevbe, inâbe ve evbe merdivenleriyle yükselerek O’nun ulûhiyetinin herkese açık nurlarına gömülür; gömülür ve ibadetlerinde olağanüstü bir mehâfet ve mehâbet zevkine müstağrak olur.. Allah beyanını şeker şerbet lezzeti içinde dinleme iştiyakına erer.. kendini bazen mehâfetin temkin iklimlerinde, bazen mehâbetin teyakkuz yamaçlarında, bazen de rahmetin her şeyi aşkın ummanlarında hissederek havf ü recâyı, hüzn ü sürûru aynı anda birden yaşar ve bir daha da o kapıdan ayrılmamaya çalışır.[5]
* * *
Hak rahmetinin enginliği nisbetinde Ramazanda öyle bir âhenge erer, öyle yerli yerine oturur ve öyle ufkî bir derinliğe ereriz ki, gönlümüz Hakk’a en yakın olmanın huzurunu duyar ve bütün benliğimiz yer yer O’nun rahmet tecellileri karşısında ra’şelerle ürperir, zaman zaman da üns esintileriyle sarıldığımızı hisseder gibi olur;
Ey Rab Seni bilmemek hasret, yakınlık ateş,
Sînelerde yanan kor ocaklardakine eş..
Hele aşkın hele aşkın, aşkın tam bir cennet.!
Ne olur aşkınla dirilmeme inayet et!
diye mırıldanır, ufkumuzla bütünlüğümüzü gözden geçirir ve içinde bulunduğumuz havaya öyle uyarız ki, hem en saf neş’elerle coşan bir çocuk, hem de bin âhı birden duyabilen bir hassas ruh gibi,iki kutuplu bir dünyanın merkez noktasında, elemi zevklerine eş, endişeleri sevinçleriyle at başı, ümitleri her zaman temkine dayalı, korkuları recâ payandalı, ikilemler içinde ama mutlaka tevhid hedefli en engin duygularla ufuktan ufuğa koşarız; koşar ve âdeta ruhlarımızın kubbesi çatlayıp da açıkta kalacakmışız gibi bir hisle ürpeririz. ( )
Güneş her sabah bizim bu duygularımız üzerine doğar; her öğlen minarelerden yükselen ezanlarıyla bizde bu hisleri çağrıştırır geçer; her gurûb ruhlarımıza hem sevinç hem de hüzün kâselerini birden sunar; her gece, bir halvet büyüsüyle gelir ve bizi bürür; bürür ve dilimizin bağını çözer, bize içimizi dökmemizi fısıldar. Biz de bu sese, seccâdelere koşarak, hasret ve hicranlarımızı söyleyerek, sevinçlerimizi mırıldanarak, bazen inleyerek, bazen de çığlık çığlık seslerimizi yükselterek cevap veririz.[6]
* * *
Bizim Ramazanlarımızda, hiçbir zaman tamamen dinmeyen bir uhrevîlik heyecanı çağlar; ( ) bize gizli bir âlemin kapısının önünde bulunduğumuzu ihsas eder, gönüllerimize aşk kıvılcımlarının yanında vuslat heyecanları da üfler ve ruhlarımıza mü'mince yaşamanın bütün zevklerini duyururlar.[7]
* * *
Gönüllerimizde hüzün ve zevki iç içe yaşadığımız bir dönemde; gözlerimizi yummuş, ruhlarımızla yeni bir gufran ayını süzüyoruz. Bu ışık ayının hem hülya hem de tahassür dolu ikliminde his ve hayal dünyamızı hem bir ilkbahar hem de bir sonbahar gibi duyuyoruz. ( )
Ramazanda hemen her gece, bildiğimiz gecelerden çok daha derin ve ukba buudlu; gündüzler de o çarpıcı renkliliği ve temkiniyle âdeta bir irade ve azim atmosferi olarak duyulur ve hissedilir. Oruçlu ruhlar, her gece ayrı bir visale hazırlanıyor gibi sımsıcak, olabildiğine heyecanlı, fevkalâde yumuşak ve şaşırtacak kadar naziktirler. Her sabah yeni bir güne uyanırken, yeni bir arasat’a, yeni bir imtihana çağrılıyor gibi hem bir ürperti hem de ümitle uyanırlar. Yüzlerinde tevazu ile vakarın, mahviyet ile ciddiyetin, emniyet ile hüznün, olmak ile görünmenin karışımından meydana gelen hoş, latîf, biraz da buruksu bir mânâ nümâyândır. Bunların her davranışında, Allah’a mensubiyetten gizli gizli sezilen bir itminan ve olgunluk, hatta bir iftihar ve inşirah; Kur’ân çağlayanlarında yıkana yıkana bir safvet, bir arınmışlık, bir incelik ve bir zarafet hissedilir. Hemen hepsi de ışıktan, mânâdan yaratılmış gibi görülüp sezilseler bile, âdeta gölgeleri andırır ve kat’iyen kimseyi rahatsız etmezler. Ruhî saygı ve terbiye, benliklerine öylesine işlemiştir ki, upuzun bir günü açlık, susuzluk ve arzularına başkaldırmanın cenderesinde geçirdikleri hâlde melekler kadar ince,ruhanîler kadar da içtendirler. Korku-saygı, nizam-rahatlık, nezaket-ciddiyet karışımı bir ruh hâli onların en bariz yanlarından biridir. Allah’a karşı tavırlarında hep ürpertili, hep dengeli ve hep nazik, birbirlerine karşı da saygılı, tekellüfsüz ve yürektendirler.[8]
* * *
Kur’ân’ı, Ramazan’ın şeffaflaştırıcılığı ve kalbin kadirşinas ölçüleriyle ele alıp onun derinliklerine yelken açabilen saf gönüller, her lahza ayrı bir uhrevî kıymete ulaştıklarını hisseder ve her an “bekâ”nın ayrı bir buuduyla tanışırlar. Bu insanların düşünce ve hayatlarında “metafizik”, “fizik”i tamamlar, mânâ da, maddenin gerçek muhteva ve değeri olur ve her şey perde arkası kıymetleriyle ortaya çıkar.
Ve yine bu insanların çehrelerinde sanki, ilâhî isim ve sıfatların engin dairesine açık bulunmadan mülhem, gizli bir seziş, derin ve farklı bir anlayış ve Kur’ân’la inlemiş günlerin uhrevîliklerinden kalma bir olgunluk, bir doygunluk, bir safvet, bir içtenlik ve imanın altın zevkleriyle beslenmiş bir letafet, bir cazibe ve bir mürüvvet çağlıyor gibi bir büyü hissedilir. Onlar, hiçbir şey konuşmasa, hiçbir şey anlatmasalar bile, o anlamlı tavırlarından, edalarından, endamlarından, bakışlarından, duruşlarından bu mânâlar her zaman taşar gelir, gelir ve her tarafta yankılanır.
Kur’ân kanatlı ve Kur’ân buudlu Ramazan-ı şerif kadar gecesi ayrı nuranîliğe ve gündüzü de ayrı aydınlıklara açık bir başka ay yoktur. İnsan, her yeni Ramazan’la bir kere daha, hem de bütün tazeliğiyle Kur’ân’ı ve onun gökler ötesi kaynağını, tüllenen ilâhî mârifeti ve O’nun kevn ü mekânlara dağılmış işaretlerini, Allah aşkını ve onun inanmış simalardaki pırıl pırıl izlerini görür, duyar ve sezer. Evet, Ramazan’da Kur’ân bütün bir kaderin yonttuğu bu pırıl pırıl yüzlerin ve bütün bir mânânın iç derinliğini gösteren bu ışıl ışıl gözlerin hepsinde ayrı bir uhrevîlikle parıldar.. kadın-erkek, yaşlı-genç, zengin-fakir, âlim-cahil, aristokrat-halk hemen herkes bu mübarek zaman diliminde hayat ve yaşayış basamakları itibarıyla ramazanlaşır ve Ramazan’la gelen mânâları soluklar...
Evet, herkes istidadına göre ve kabiliyetinin elverdiği ölçüde onunla değişik bir buudda, çeşitli münasebetsizliklerden, insanı baş aşağı götüren rezilelerden ve bütün mânevî kirlerden arınır, nurlanır.. ve Cennetlere ehil hâle gelir. Ramazan ayı, yümün ve bereketiyle o kadar zengindir ki, gölgesine sığınan hemen herkes onun servet ve gınasından istifade eder ve uhrevî sultanlıklara erebilir: Gençler-ihtiyarlar, sağlam mü’minler-arızalılar, zekiler-ahmaklar, akıllılar-deliler, eşyanın perde arkasına kapalı olanlar-açık bulunanlar, bir işe yarayanlar-yaramayanlar, havadan nem kapanlar-yağmurun altında bile ıslanmayanlar, hâkim olmak için yaratılmış bulunanlar-mahkûm olarak dünyaya gönderilenler, bin bir gâile içinde dahi dimdik ayakta durmasını bilenler-en küçük sarsıntıya mukavemet edemeyerek devrilip gidenler, hayatlarını karamsarlık içinde ve inleyerek geçirenler-Cehennemlerin içinde bile ümit şakıyanlar, ömürlerini başkalarına dayanarak sürdüren dermansızlar-en onulmaz dertlerle kıvranırken dahi neşeyle gürleyen iradeler, yaşayışlarını yeme, içme ve uyumaya göre programlamış tenperverler-yemeyi, içmeyi ve uyumayı aşmış gerçek insanlar... Evet, bütün bu birbirinden ayrı, birbirinden farklı sınıflar, değişik ölçülerde de olsa, onun aydınlık ikliminde mutlaka başkalaşır, farklılaşır ve hâlinin müsaadesi nispetinde bir yerlere ulaşırlar.
Ramazan’ın güzellik ve nuraniyeti ve o nuraniyete açık gözlere akseden varlığın mânâ dolu ihtişamı, bu birbirinden ayrı ve farklı gruplar üzerine saldığı sır dalga boyundaki bir kısım tayflar sayesinde, o kendine has tadı, havası, ruhu ve mânâsıyla gönüllere öyle bir siner ki, en inatçı kafalar bile mukavemet edemez ve ona teslim olurlar.
Ramazanda, her şeyi kendi sırlarıyla bürüyen geceler o kadar munis ve tatlı, insanın duygu ve düşüncelerini ayrı bir halâvetle kucaklayan gündüzler o kadar sıcak ve yumuşak, inanmış simalar o kadar hisli ve derin, Allah’a davet eden sesler o kadar şefkatli ve bunların hepsinin ifade ettiği mânâlar o kadar duygulandırıcıdır ki, bu gufran ayına sinelerini açabilenler muvakkaten dahi olsa, tasalardan, kederlerden bir bir sıyrılıp Cennet mutluluğunu duyabilirler.[9]
[1] M. Fethullah Gülen, Gufranla Tüllenen Ay, GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN, s. 52-56
[2] Bediüzzaman Said Nursi, MEKTUBAT, 29. Mektub, 2. Risale olan 2. Kısım, 6. Nükte
[3] M. Fethullah Gülen, Gufranla Tüllenen Ay, GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN, s. 52-56
[4] M. Fethullah Gülen, Havf u Haşyet, KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ, 1/95
[5] M. Fethullah Gülen, Fenafillah, KALBİN ZÜMRÜT TEPELERİ, 2/160-161
[6] M. Fethullah Gülen, Işığın Göründüğü Ufuk, IŞIĞIN GÖRÜNDÜĞÜ UFUK, s. 137-138
[7] M. Fethullah Gülen, Her Şeye Rağmen Bizdeki Ramazanlar, ÖRNEKLERİ KENDİNDEN BİR HAREKET
[8] M. Fethullah Gülen, Bir Kere Daha Ramazanlaşırken, GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN, s. 121-124
[9] M. Fethullah Gülen, Gufranla Tüllenen Ay, GÜNLER BAHARI SOLUKLARKEN, s. 52-56
Not: Bu dosya, 3 Temmuz 2014 tarihinde Mehtap TV’de “Çizgimizi Hecelerken” programında müzakere edildi.
- tarihinde hazırlandı.